Canlı, cansız
her mahlûkatın tenine sağanak halinde temas eden pek çok çeşidi vardır
rahmetin. Yine en bilineni ve ismiyle isimlenen yağmurun, kendi içinde pek çok
çeşidi… Varlığı can, yokluğu son…
Buna rağmen,
şifasına naylon set çeker kimi. Kimi çiğnememe bahanesinin arkasına gizler
kaçışlarını. Zaten su damlalarından oluşmaz her yağmur, her bedeni ıslatmaz.
Sahrada tepeden tırnağa ıslananı, nasip sandalına binemediği için ummanın
ortasında kuru kalanlar anlamaz. Cahilliğin verdiği cesaretle mecnun, meczup,
deli diye yaftalandırır çoğunluk, başka âlemlerin yağmurlarında yıkananları.
Kalp gözün açıksa;
Kimini
gözünden tanırsın, kimini yüzünden. Kimini duruşundan tanırsın, kimini gülüşünden.
Damlaları kalemine mürekkep eden ıslanmışı da kelimelerinden… O kelimeler ki;
siluet haline dönmüş esintilerin can suyu, hayat busesidir. Yine o kelimeler ki;
hayat verdiği karakterleri yanı başımıza getirir, bize hayat dersi verir.
Farklı âlemlerin sağanağını, âlemimize
taşımak adına yağmur oluğu olan karakterleri “Bu Bahar Sonbahar” adlı öykü
kitabında tanıdık önce. Şenol Tombaş’ın akıcı üslubunun akıntısında bir kapı
araladık. Sırrın tadını aldık. Ve sonuna geldiğimizde sahifelerin, biliyorduk
bunun asla bir son olmadığını. Bekledik…
Halk Edebiyatı
Dergisi Yayınları’ndan çıktı ikinci kitap. On iki kısa hikâye. Yüz kırk yedi
sahife. Sırtı sırlı cam zeminin kırılgan ama geçirgen olmayan yüzeyine
işlenmişti bu kez sırlı anlatılar. “Aynaya
Yazılan Mektuplar”.
Ben İstanbul sokaklarını çok iyi bilirim.
Bildiği yollarda kaybolan tek insan benim. Utanmasam her gördüğüme soracağım: “
Arkadaş, ben neredeyim.” (Ender Bulunan
Gül – Sayfa 99)
O gözlerle bir kez olsun seyreyleyebilsem
İstanbul’u, her sokak başında, her yol ağzında razıyım kaybolmaya…
Sizin göremedikleriniz, yok olduğu
anlamına mı geliyor? Geceleri güneş görünmüyorsa artık yok mudur? Demek siz
sabahtan habersizsiniz. (Ender Bulunan
Gül – Sayfa 109)
Bizim yağmurlarımız, varlığa yapışan kiri
temizlemez oldu artık. Bunca kirin tortunun arasında günü, geceyi ayıramaz
olduk.
Öyle
ise ben, ebediyen susuyorum, neden biliyor musun Gülina?
- Seni, sana yakışır bir şekilde
anlatabilmek için. (Ender Bulunan Gül –
Sayfa 111)
Öyle hikâyeler
vardır ki “hikâye” değildir onlar, sonsuzluk aynasında durmadan yanan
mektuplardır. Ve yazarın dediği gibi hayat hikâyeden okunur. O halde var
mısınız hayatı pulsuz mektuplardan okumaya?
Aralayın kapağını korkmayın. Başka
âlemlere akarken, Son Eşkıya’nın muskası koruma altına alır sizi.
Ödersek aşkın istediği bedeli, öte âlemde
huriler bekler bizi.
“Hayatın sonu ölüm! Yapmayın Halis Baba’ya
zulüm…” Yaralarına aldırmadan üflediği nefesle kavalını dilbaz eden Halis
Babaya kulak verirseniz yeterince, şehre konser verdiğini duyabilirsiniz Galata
kulesinin.
Hikâye Olmayan Hikâye’de, içi boşaltılmış
kavramlara dövünürsünüz Boncukoğlu’nun yarenliğinde.
Kelepçelerinizi kırarsınız bazen. Şehirden
köye kaçarsınız kimi zaman.
Masumun, kendini savunmaya dahi tenezzül
etmeyecek kadar masum olduğunu müşahede edersiniz Ayaklı Türbe’de.
Hayatın tıpkısı gibi olan Hayat Köyü’nde
bir olur, pir olur, sır olursunuz.
İnsanın insana, polisin polise, doktorun
doktora, anlatıcının dinleyiciye ihtiyacı olduğunu öğrenirsiniz İçinizi Yakan
Mazi’de. Yalanın gerçek olamayacağını, ama gerçeğin yalan olabileceğini
anlarsınız, şehri sarmışken ayı korkusu.
Nihayetinde yine
yağmur başlar, melek dokunuşlarını hak edenleri ıslatmak adına. Hem de
bardaktan boşalırcasına. Belki de Münevverin babasının gözlerinden akar bu yaş.
Elini attı kafasına, miğferi yoktu. Hayır,
olamaz! Kafasını da bulamadı yerinde. Ne olmuş olabilirdi? Hatırlayamadı; ama
bir gören vardır diye düşündü. Sonra bir fırça, sanki ensesini okşuyordu.
Gülümseyecek bir sureti yoktu; fakat kalbi huzurluydu.
Çok geçmeden Münevver’in elindeki fırçanın
ucundan belirdi babasının yüzü, yavaş yavaş. Yiğit, biliyordu bir görenin
olduğunu. Durmadı Münevver, yağlı boya tablosunda birleştirdi bütün renkleri.
Dahası babasının beynine; tekrar tekrar daldırdı fırçayı ve herkesin içinde
birleşebileceği bir çerçeve çizdi. (Tablodaki
Gölgeler – Sayfa 147)
Asla mücadeleden yılmayan kitabın
karakterleri, sizlerle tanışmayı bekliyor. Atmosferine dalınca anlayacaksınız,
aslında onlarla ne kadar iç içe yaşadığınızı…