M.
NİHAT MALKOÇ
Bu akşam bir garip elem var içimde. Yine Bursa girdi buğday
sarısı rüyalarıma. Ay ışığında yıkadım hatıralarımı bu gece. Eylül akşamları
kıvamında efkârım. Hiç susmuyor içimdeki neva-kâr beste. Buhurizade Mustafa
Itri’nin nağmeleri suluyor gönlümde açan hasret güllerini. Şehrin nikabını açan
bir el arıyorum. Güfteler bestelerin kolunda arz-ı endam ediyor. Hafız-ı
Şirazî’nin zamanı aşan sözleri yüreğimin tenhalarında yankılanıyor:
“Meclis-i bezm-i ıyş râ gâliye-i murâd nist
Ey dem-i subh-i hoş
nefes nafe-i zülf-i yâr kû”
Geceler uzuyor Bursa’yla bütünleşen rüyalarımda. Hareleniyor
mazinin gölgesi son deminde hatıraların. Karanlığın kalbinde yatıyor aydınlığın
sureti. İçimdeki yangını söndüremiyor Bursa’nın sebilleri. Bir çınar zaman
perdesini kaldırıp bakıyor yaşanan zamana. Uludağ’ın etekleri tutuşuyor
hasretimden. Başımda düne dair gizli bir sevda… Bağda gülüm soluyor; ocaklarda
kül oluyor nihayet… Gözlerim ufukta şafağı bekler durur. Sözler ağıt
sıcaklığında, yürekler darmadağın… Gel de toparla paramparça olmuş duygularımı.
Gemlik’te denizin mavisi dağların yeşiline karışıyor. Bir
zeytin dalı uzatıyor asık suratlı barutla beslenen çağa. Eli havada kalıyor bir
süreliğine. Yakamozlar mavi sulara bir şeyler fısıldıyor sanki. Heybeme doluşan bir demet hülya, yalnızlığıma
karışıyor. Bir dilencinin umudu parlıyor sönük ferlerimde. Bu şehir paramparça
eder uykularımı. Arada bir şeytan yoklar nefsimi. Özleyen bir bakışta dile
gelir anılar. Çayın deminde bulurum hüznün yeşilini. Bütün sayfalarını okumak
isterim Bursa kitabının. Siyah-beyaz resimlerin cümlesine dalmak isterim hasret
kıvamında. Eski zaman şarkılarında sen söyleniyorsun Bursa, seslerin en yumuşak
tonunda. Rüzgâr bana koşuyor alıp da kokunu kollarına. Sürgüne adanmış bir
çocuğun gözyaşlarının tuzunda buluyorum seni. Saydam bir bulut gibi belirirsin
göklerimde. Yüzümde damlalar, kulaklarımda eski bir besteyi andıran yağmur
sesleri…
Bursa, geçmişin hayaliyle uyuyor zamanın koynunda… Kubbelerin
sessizliği hatıralara yaslıyor başını. Bir martı simit bekliyor Muradiye’nin
avlusunda. Zümrüdüankalar dadanıyor sana dair masallarıma. Gecenin ayazında
içimi senin sevginle ısıtıyorum. Gökte dolunay serenatlar diziyor
güzelliğine. Karanlığın pençesinde
dağılıyor uykularım. Yalnızlığın uzun bestesi kulaklarıma değiyor gramofonda.
Büyüdükçe büyüyorsun yalnızlığımda.
Göçmen kuşların kanatlarına yazıyorum adını; götürsünler adını ve kokunu
uzak diyarlara. İsmini ezberlesin hasedinden çatlayan şehirler; seni ansınlar
her gece…
Mudanya göz kamaştırıyor sahilde. Dalgalar öpüşüyor
kıyılarla. Vapurlar ufka umut taşıyorlar gecenin sabaha dönüştüğü vakitlerde. Her
gurup vakti suları ateşe veriyor gizli bir el… Yüreğimde birikiyor dolunaydan
damlayan parıltılar. Gamı kasveti sürüyorum namluya. Çözülüyor yürekçiğin
düğümleri. Kan kırmızı şafaklarda büyüyor arzularım damar damar…
Emir Sultan, Yeşil Türbe… Ölümün rengi gülkurusudur bu
türbelerin gölgesinde. Korkular manevî ıtır kabilinden kokulara karışır mezar
taşlarının âlemlerin ötesine bakan aynalarında. Kırılır faniliğin boynundaki
tasmalar. Dağılır göklere gönüllerden dudaklara yansıyan tebessümler. Buz tutan
alnıma uzanır sımsıcak bir el… Okşadıkça başımı unutturur bana yetimliğimi,
öksüzlüğümü… Lodosların dağıttıklarını kıble rüzgârları toplar yeniden.
Şairlerin yüreğine düşen ilham olursun Bursa. Defterler
dolusu şiir yazılır senin için. Sırça köşkler kurulur kelimelerden. Denizler
mürekkep olsa yetmez güzelliğini tasvire. Bursa, kimliğimde yazılan altın
yaldızlı bir ad olur. Duygularımı, düşüncelerimi, serzenişlerimi ifşa eder
zamana boy gösteren güzelliğin. Geleceğimi kuran bilge bir mimardır Bursa…
Güldüğümde de, ağladığımda da onunlayım hep… Odur beni ilk teselli eden sırdaş.
Sırtımı sıvazlayan odur elbette. Caddeler, sokaklar taşır geçmişin taş kesilen
ağır yükünü. Bursa’nın yemyeşil gözleri kalır bende; bir yağlıboya resim olur
tuvalimde. Bir bengisu olur düşer yangınlarıma. Erenlerin ruh ikliminde
tamamlanır ruhumun eksik yanları…
Tahtlara ve taçlara şahitlik eden göklerin altında her güne
yeni umutlarla başlar Bursa… Bilir ki her gün taze bir başlangıca gebedir.
Bilir ki umutlar insanın en darda kaldığı anlarda yetişir imdadına. Hızır’ı
çağırır içinden çıkamadığımız zorluklar… Bursa, geçmişin sırlarına bürünür
aşkın koyu maviliğinde. Medeniyetin beşiği olur şehrin zamana uzanan kalbi.
Gece, kötülükleri örter o yumuşacık ipek tülüyle; kuru bir yalaz değer soğuyan
kalbine.
Başka şehirlere benzemez Bursa… Tanpınar’ın dediği gibi
Bursa muayyen bir devrin malıdır. Kesin çizgilerle çizilmiştir maziyle bugün
arasındaki sınırları. Sonsuzluğun sırrı ifşa olmuştur bakır renkli ufuklarında.
İslam’ın ‘eren’i, Türk’ün ‘alp’ motifiyle sarmaş dolaş olmuştur. Cetlerin ruhu
dört bir yanına sinmiştir şehrin. Keçeci Fuat Paşa ‘Osmanlı tarihinin dibacesi
demiştir bu şehre haklı olarak. Tarih burda efsaneler kadar süslü ve
görkemlidir. Bursa bu yönüyle yaşanan zamana sığmaz, taşar geleceğe. Konuşur
cümle eşya lisan-ı haliyle. Muradiye, Yeşil, Gümüş, Nilüfer, Geyikli Baba, Emir
Sultan, Konuralp dile gelir mahallelerin izbe sokaklarında. Hepsi de Bursa’nın
sesi, rengi ve ahengi olurlar zaman tünelinden geçerek… Gümüşlü’de Osman Bey
bir Bizans manastırından uhrevî bir âleme bakar göz ucuyla. Sırlar ifşa olur
zamanın sihirli aynasında. Dünün hatırası kıskandırır bugünkü köhne zamanı.
Geleceğin rüyasını görür servilerin altında sonsuzluk uykusuna yatan yiğitler…
Bursa su kentidir her şeyden evvel… Evliya Çelebi de teyit
eder bu hakikati. Su gibi berrak ve azizdir şehrin bugüne bakan yüzü. Suların
sesinde aydınlanır şafaklar. Suyun rüyasını görür bahçelerde açan nergisler.
Sudan ibarettir geleceğe uzanan düşler… Sebillerden akan sular bizi su gibi
akıp giden hayatları tefekküre götürür. Gönül bahçesinde açar şükür çiçekleri.
Ruhumuzu besler şadırvanlardan akan su sesleri. Bursa’da her damla su adeta
berceste bir mısraya dönüşür. Türküler bu şiirlerin serinliğinde yankılanır,
öylece kuşatır sonsuzluğu. Şiir gibi özün özüdür Bursa’da göze takılan her şey…
Bursa yekpare bir anıttır.
Bursa içimize tılsımlı bir ayna tutar günün beş vaktinde. Ruhumuzun
düğümlerini çözer mermer mezar taşları. Şeyh Edebali Bursa’ya bir iri gölge
olarak düşer şafakta. Payitahtın dünürü olma şerefiyle şereflenir bu alperen…
Göğüs kafesine sığmayan yüreği bütün kâinatı bir noktaya dönüştürür. Kutlu rüyaları
şekil verir Osmanlı’nın saltanatına. Bir kutlu izdivaç onu devletli kılar.
Evliyasıyla, ulemasıyla, vezir vüzerasıyla kalpler Bursa için atar. Batıda olsa
da, Bursa doğunun gizemiyle uyanır her sabah… Ölümün yanı başında yaşar
diriler. Her türbeden bir el uzanır âlemlerin ötesine. Bursa her iki âlemi aynı
zamana sığdırır, yaşar ve yaşatır öylece. Bursa için söylenen her söz zihnin
duvarlarına nakış nakış işlenir.
Bursa ezan vakitlerinde secde eder Rabbine. Yeşil Cami ölümü
çağrıştırır yerli yabancı bütün ziyaretçilerine. Hayatla ölümün aslında iki
dost olduğunu, ölümün insanlığı sonsuzluğa taşıdığını, bir at gibi kapımızda
kişnemesine rağmen hiç de öyle huysuz olmadığını fark ederiz. Tam bu sırada Yunus’un
“Ölümden ne korkarsın/Korkma ebedî varsın” dizesi ruhlara su serper. Yeter ki
uzun yolculuğa çıkmadan azığımızı hazırlayalım. Ebediyetin nuranî yüzü belirir
sandukaların yemyeşil örtüsünde. Geyikli Babalar, Üftadeler, Somuncu Babalar,
Konuralpler ölümü munisleştirirler bu iklimde. Horasan erenlerinin gönlünde
açar ebediyet çiçekleri. Taçlar ve tahtlar ellerinin tersiyle itilir. Gözlerin türbelerde
gezdiği sırada Üstad Necip Fazıl’ın ölüme dair şu dizeleri çarpar kulak
çeperlerine:
“Ölüm
güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü
Peygamber?...”
Bursa’da
her mevsim, baharın rüyasını görür derin uykularında. Güzeller ellerinde
testilerle salına salına suya gider. Elleri kınalı, gözleri sürmelidir Bursa
güzellerinin. Gönlümü zincirleyen birer sevgi avcısıdırlar. Erguvanların kokusunu özler bahçeler.
Donanmalar geçer gönül sularından. Mazi soluklanır kılıçların gölgesinde.
Gerçeklerin aynasında dili tutulur yalanların. Bir somun ekmek doyurur gözümüzü
gönlümüzü. Tanyeri ağaranda uyanırız derin düşlerden. Kalmaz ruhumuzda bir eser
o eski gülüşlerden. Bursa’yı her düşündüğümüzde hasretten kor ateşler düşer
yüreklere. Yalancı baharlarda açmaz çiçekler. Erguvanlar harabelerde de boy
verir inadına. Hafızalar yosun tutar geçmiş zamanların dalgalı sularında.
Siz
Bursa’yı bir de tabiat derin uykusundan uyanınca görün. Yeşil elbisesini
kuşanan kent, Da Vinci’yi bile hasedinden çatlatır. İlahî kudretin elinden
çıkmış bu harikulade resim... Bu tabloda erguvanlar apayrı bir yer teşkil eder.
“Gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa o da erguvandır.” der Tanpınar.
Çok da haklıdır bence. Zira bu şehirde altı asır evvel erguvan bayramı
kutlanırdı. Emir Sultan’ın talebeleri bu bayramda Bursa’ya renk katarlardı. O
zamanlar Bursa denince erguvan, erguvan denince de Bursa gelirdi akıllara.
Erguvanlar ne de yakışır Bursa’ya. Bu renkler, şehri bir tabloya döndürür
adeta. Yunanlıların muhayyilesinde Diyonizos’a atfedilen bu güzellikler bizde
Allah’ın kudretine ayna tutar. O renk cümbüşü şehre ayrı bir güzellik katar;
bahar şarkıları söyler kulağına. Serenatların dekoru olur erguvanlar. Hayatın
diriliği, tabiatın canlılığı erguvanların gölgesinde daha bir belirgindir. Bu
gözde manzara Emir Sultan’da da ruhumuzun açlığını giderir, uhrevî bir sofra
sunar bize. Bu sofrada doyururuz aç ruhlarımızı, bakışımız nurlanır bu kulluk
abidesinde…
Emir
Sultan deyince aklıma düşer bir yangın... Emir Sultan’sız bir Bursa nerden
baksanız eksik olurdu. Bursa sevdalısı Tanpınar’ın dediği gibi bu mübarek sima,
on beşinci asır Türkiye’sinin halk muhayyilesine en fazla mal olmuş çehresidir.
Şehir buradan soluklanır dersek acaba eksik mi kalır sözlerimiz. Şehrin manevî
damarıdır bu türbe. Mekke’nin havasını bu türbede teneffüs edersiniz. Bir el
çekip çıkarır sizi dünya bataklığından. Cömert bir kandil karanlıkları kovar bulanıklaşan
idrakinizden. Bir damar gibi dolaşır bedeninizi zamana direnen hissiyat… Bu
damardan yüreğinize pompalanan menkıbeler imanınızı tazeler. Müritleri de Emir
Sultan’ın ikliminde kerametler gösterirler. Sadece insanlar değil, cümle
nebatat ve hayvanat da burada hayret bakışlarıyla suskunluğa bürünür.
Bursa
tarihe açılan bir koridordur, bir açık hava müzesidir. Kökleri zamanı kavramış,
toprağı sımsıkı kucaklamış ulu bir çınardır. Ceddin taşa nasıl hükmettiklerini,
onu nasıl yirmi dört saat boyunca atan bir nabız haline getirdiklerini bu
topraklarda görürsünüz rahatlıkla. Bunu Tanpınar “Cedlerimiz inşâ etmiyorlar,
ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları
vardı. Taş ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu. Duvar, kubbe,
kemer, mihrap, çini, hepsi Yeşil’de dua eder, Muradiye’de düşünür ve
Yıldırım’da harekete hazır, göklerin derinliğine susamış bir kartal hamlesiyle
ovanın üstünde bekler, hepsinde tek bir ruh terennüm eder.” şeklinde sözlere döker. Aslında Bursa
sevdalısı şair, azını söylemiş, zira bu sözlere delildir kentin her
köşesi. Bu duyguları Bursa’nın tarihe
bakan yüzünde, türbelerinde, camilerinde, saraylarında, bedestenlerinde,
sebillerinde, medreselerinde rahatça görebilirsiniz. Lahutî bir hava okşar
alnınıza döktüğünüz sırma saçlarınızı. Ceddin ikliminde şefkatin tazeliğini,
hoşgörünün azametini görmek sıradan şeyler.
Bursa
hatıraların mahşeridir bir anlamda. Arzla arş arasında yaşananlara tanık olmuş
bu şehir. Bu kentin ruhunu anılar diriltir ancak. Aslında eşyanın suretinde
ifadesini bulur bu kadim hatıralar. Onları okuyabilmek için köklü değerlerle
dost olmak, varlığın içyüzünü anlamak, hayatı içselleştirmek yeterlidir.
Kovaladığınız her iz, sizi tarihin mahşerine götürecektir. Eşyanın dile
geldiğine, zamanın bir gölgeden ibaret olduğuna, hakikatlerin her köşe başında
sizi beklediğine şahit olacaksınız. İşte o zaman muhayyilenizi çöplüğe döndüren
ayrıntıların, gerçekleri perdelediğini üzülerek göreceksiniz. Bursa sizi
doğumla ölüm arasında tılsımlı bir aynada yansıyan eşyanın hakikatine
götürecek. Bunu görünce sizi mahveden ‘ben’den uzaklaşıp içinize ayna
tutacaksınız. O sihirli aynada göreceksiniz yarınlarınızı.
Bursa
bir kimliktir aslında. Bu kimlik sizi zamanın ötesine taşır, ruhunuzdaki
kirleri temizler. Suların şırıltısında bet seslerden azade olursunuz.
Hasretleriniz, ıstıraplarınız, sevinçleriniz, ümitleriniz, geçmişiniz ve
geleceğiniz birbirinin elinden tutarak sizi selamet sahiline ulaştırır.
Rüyalardan arda kalan hüznü dağıtır Bursa’da şimdiki zaman. Bursa’da tarih hep
ayaktadır. Ölülerin bir yüzü dünyaya bakar, dirilerin de bir gözü uhrevî âleme
dönüktür. Bursa şiirlerde, romanlarda, hikâyelerde, menkıbelerde
soluklanmaktadır miş’li geçmiş zamanlarda. Bu şehir beslemektedir gizli
arzularımızı. Bursa huzura uzanmaktadır günün her saatinde; camileriyle,
türbeleriyle, ölüleriyle, dirileriyle… Tarih bunları kaydetmektedir hep..