M. NİHAT
MALKOÇ
Çalışmak hayatın
olmazsa olmazıdır. Dünya çalışma üzerine kurulmuştur. Bugün geldiğimiz aşama
çalışmanın semeresidir. Çalışma durunca hayat da durur bir anlamda. Dünyada
şuurlu veya şuursuz her varlık kendisine verilen vazifeyi bir şekilde yerine
getirir. Vücudumuza baktığımızda beyin, mide, bağırsak, ciğerler, böbrekler,
damarlar ve benzeri bütün organlarımızın devinim halinde olduğunu görürüz.
Vücudun en ağır işçisi olan kalp gece gündüz demeden bütün organlara
durmaksızın kan pompalar. Kalp çalışmazsa beden iflas eder. Bunu kâinattaki
bütün varlıklara teşmil edebiliriz.
Belli bir yaşa gelen insanlar, hayatlarını idame ettirebilmek için
çalışmak mecburiyetindedir. Çalışmak aslında hayatın devam edebilmesi için
mutlak bir zorunluluktur. Başarı kapılarını açmak için sihirli bir anahtardır
çalışmak… İnsanlığın taş devrinden bugünkü sibernetik devrine gelişi çalışma
sayesinde olmuştur.
Çalışmak İslâm’ın emridir. Fakat ne yazık ki Müslümanlar bu emri hakkıyla
ve lâyıkıyla anlayamamış, onun için de gereğini yerine getirememiştir. Bu
yüzden İslâm dünyası geri kalmıştır. Bunu Tanzimat dönemi şairlerinden Ziya
Paşa şöyle dile getirmiştir: “Diyâr-ı küfrü gezdim, beldeler, kâşâneler gördüm,/Dolaştım
mülk-i İslâm’ı, bütün vîrâneler gördüm.”
Yüce Rabbimiz “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur.
Onun çalışması yakında görülecektir. Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir.”(
Necm, 53/39-41) buyurmaktadır.
İslâm dini çok ciddi zaruretler olmadan yapılan dilenciliği kerih
görmüştür. Onun içindir ki “Veren el, alan elden üstündür” hadisi bu konuda
söylenmiştir.
Ülkemizde uzun yıllardan beri işsizlikten ve aşsızlıktan şikâyet edilir
durulur. Oysa kişi istese iş de, aş da bulabilir. Kişide her şeyden evvel çalışma
azminin ve kararlılığının olması gerekir. Bu dirayette kişiler mutlaka eninde
sonunda bir iş sahibi olabilirler.
Güya memlekette çalışılacak iş yok. Bunu söyleyenlerin çoğu aslında iş
beğenmez asalak tipli kişilerdir. Oysa tembel olmayanlar için ve de iş
seçmeyenler için iş de var, aş da. Yeter ki çalışma hususunda istekli ve
kararlı olunsun.
Son yıllarda insanlar köylerdeki arazilerini terk ederek şehre
inmişler. Köyler bu yüzden boşalmış, araziler çimen bağlamıştır. Şehre gelen
insanların bir kısmı iş bulamadığı için zamanlarını kahve köşelerinde geçirmeye
başlamıştır.
Türkiye dünyada kahve kültürü olan ender ülkelerdendir. Buralarda gün
boyu kâğıt oyunlarıyla vakit öldüren insanlar dönüp de işsizlikten ve
aşsızlıktan yakınırlar. Bu, Osmanlıdan günümüze kadar süregelen bir tembellik (kül)türüdür.
Millî Şairimiz Mehmet Akif, vaktini kahve köşelerinde zâyi edenleri bir
şiirinde şöyle eleştirir: “Mahalle Kahvesi, Osmanlılar bilir, ne demek/“Tasavvur
etme sakın, ‘Görmedim, nedir?’” diyecek?/Dilenci şekline girmiş bu sinsi
cânîler,/Bu, gündüzün bile yol vermeyen harâmîler/ Adımda bir dikilir azminin,
gelir önüne;/ Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe…/Mahalle kahvesi şarkın
harîm-i kâtilidir;/Tamâm o eski batakhaneler mukabilidir./Zavallı ümmet-i
merhûme ölmeden gömülür;/Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür…”
Yaşınız
ne olursa olsun, hasta olmadıktan sonra çalışmak İslâm'ın emri ve insan olmanın
gereğidir. Çalışmaya gücü yettiği halde birilerinin eline bakmak acizlik ve
şahsiyetsizliktir. Üstelik asalaklıktır. Yine Mehmet Akif'in deyimiyle “Her kim
kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası;/Dostunun yüz karası, düşmanının
maskarası.”
Müslümanların geri kalmışlığını yüce dinimiz İslâm’a
mal etmek bu dine yapılan en büyük haksızlıktır, iftiradır, alçaklıktır. Hiç
kimsenin buna hakkı yoktur. Çünkü İslâm, çalışmayı ibadet derecesinde gören bir
dindir. Öyle ki meşru dairede çalışmak hep övülmüştür. Yine büyük İslâm şairi Mehmet
Akif bu durumu şu mısralarında şiddetle eleştirir: “Çalış!
dedikçe şerîat, çalışmadın durdun,/Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!/Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,/Zavallı dini onunla çevirdin maskaraya!”