BEN ÜNİVERSİTE MEZUNUYUM!
Türk siyasi hayatında çok partili sisteme 1946 yılında geçildikten sonra yakasına
tuttuğu partinin rozetini takan seçmenler zamanla neredeyse kamplara
ayrılmışlardı. CHP' nin başını çektiği partiler ‘Halk Cephesi’, Demokrat partililerce
‘Vatan Cephesi’ gibi adlarla kurulan
ayrışımcılıklar zamanla bu partilere oy veren seçmenleri birbirine düşman ilan
edecek duruma getirmişlerdi.
Bunun akabinde Kırşehir
kaza yapılıp Nevşehir'e bağlanmış, derken 27 Mayıs 1960 ihtilali olmuş, ordu yönetime el koyduktan sonra CHP hariç
tüm partiler kapatılmış, Başbakan Adnan Menderes, bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan göstermelik Yassı ada mahkemeleri neticesinde idam edilmişlerdi.
Aradan geçen
yıllar içerisinde tekrar demokrasiye geçilip siyasi partiler kurulmuş, azınlık hükümetleri, koalisyonlar, yine eskisi gibi parti gruplaşmaları, neredeyse ülkede iç savaşı doğuracak anarşik olaylar ve bunun neticesinde her gün onlarca ölümler, derken yönetimde bulunan hükümetlere Genel kurmay başkanlığından art arda verilen muhtıralar 12 Eylül 1980 darbesini getirmiş, yönetime el konularak CHP dahil bütün partiler yine 1960 yılındaki ihtilalde olduğu gibi kapatılmış, liderleri süresiz olarak görevden alınarak yargılanmak üzere tutuklanmışlardı.
Türk siyasi hayatında İsmet İnönü, Adnan Menderes, Celal Bayar, Alparslan Türkeş,
Osman Bölükbaşı, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Turgut
Özal iz bırakmış liderlerdir. Şimdi bile bu liderleri kendi görüşlerinden
sayan siyasi partiler Atatürk'ün posterinin yanına bunların resimlerini de asmayı
ihmal etmezler.
Yıllardır gerek parti
liderleri, parti milletvekilleri, gerekse parti il ilçe teşkilat başkan ve yöneticileri halkın gözünde birer ‘iş bitirici veya iş takipçisi’,
anlayacağınız’işi düşenlerin umut kapısı’ olmuştur.
Kırşehir’in
İsmi lazım değil ki köyünden olan Şey Bey yıllarca yurdun çeşitli bölgelerinde sağlıkçı memur olarak görev
yapmış, köyünü, köylüsünü, yurdunu ve
çevresindeki herkesi seven, sayan, onlardan her türlü yardımını esirgemeyen, emekli olduktan sonra da bunlara güvenerek Kırşehir'de mesleğiyle ilgili bir büro açan, emekli maaşına ek olarak geçimini bu yolla da temin eden, aynı zamanda CH Partisinin ilçe
başkanlığının yanında belediye meclis üyeliğini de yürütmekte olan birisiydi.
Şey bey, “Sen bilirsin”
diye kapısına gelen darda kalmış kişilerin yardımına koşmuş, kendi
yapamadıklarını rica, minnet edip üst kademelerde görev yapan bürokratlara,
zamanında beraber çalıştığı emekli olmamış mesai arkadaşlarına veya devlet
kademelerinde çalışan çocuklarına ya da onların tanıdıklarına yaptırmaya çalışmış, bu sayede bir çok kişiyi iş aş sahibi etmiştir.
Bunda daha çok üyesi olduğu siyasi partinin katkısı gözardı edilmez.
Eski sağlıkçı Şey Bey'in
kapısını bir önceki hükümetin siyasi görüşlerine ters düşen ve çalıştığı
kurumdan uzaklaştırılan, bu yüzden de çoluk
çocuğu mağdur olan kendi köylüsü üniversite mezunu bir genç çalar. Ağabey
durumum böyleyken böyle diyerek söze başlar. Anlatır anlatır, anlattıkça da perelenir, neredeyse tabiri caizse dokunsan ağlayacak duruma
gelir.
Kendisini sabırla
dinleyen Şey Bey, misafirine bir çay ikram ettikten sonra, “Oğlum senin için
gerekli mercilerle görüşüp bir hal çaresine bakacağım, kalbini ferah tut,
başka bir sıkıntın var mı”diye sorduktan sonra onu uğurlayıp odasına bir başkasını sağlıkla ilgili derdini
dinlemeye çağırır.
O tarihte Kırşehir belediye başkanlığını CH Partisinden adaylığını koyup seçimi kazanan Orhan Baycan yürütmekteydi. Baycan parti ilkelerini uygulayarak diğer partilerin işe koyduğu elemanları işten el çektirerek kimsenin ekmeği ile oynayacak birisi olmayıp aksine herkesçe sevilip sayılan, itibar gören, dürüst karakter li bir gönül ve halk adamıydı.
Şey Bey birkaç gün sonra
belediye başkanıyla bir ara yalnız kaldıklarında kendisine hemşehrisinin durumunu
gündeme getirir. Belediye başkanı Orhan Baycan'ın, Şey Bey'i dinlerken yüzü
biraz asılmış, hatta hafiften de kızarmıştı.
Biraz sessizlikten sonra başkan, “Şey Bey seni sever sayarım, belediyeye adam
lazım değil, olsa bile senin kontenjanın doldu, başka arkadaşlar da bundan
dolayı bana burun kırın ediyorlar” der.
Şey Bey başkanı bir
süre süzdükten sonra, “Zevzeklenme de bu çocuğu işe alalım, seni oraya biz
diktik, hem köylüm, hemde hanımımın yakın akrabası, üstelikte üniversite
mezunu. İlerde belediyeye faydalı bir eleman olacağı kanısındayım” diyerek ‘iş
oldu bitti’ kanaatine vararak vedalaşıp ayrılır.
Bir süre sonra belediyede işe alınan genç, Şey Bey abisine nasıl
teşekkür edeceğini bilememekte, onu gördüğü her yerde iki düğmesini
ilikleyerek saygı ve hürmetini göstermeyi ihmal etmemek-
te ellerini her öpmeye kalktığında “Allah senden razı olsun, bu iyiliğini nasıl unuturum Şey bey ağabey”
diye iki büklüm olmaktaydı.
Aradan altı ay geçti geçmedi belediye Başkanı, Şey Bey'i nerede görse bir şey diyecek gibi oluyor sonra da bundan her ne sebepse bilinmez vazgeçiyordu.
Bir gün büroya rakip
partiden bir belediye meclis üyesi geldi. Çay, kahve derken laf lafı açıyor,
hoş sohbet particiliği bir kenara bırakırken ortalığı kahkahalar kaplıyordu.
Aradan epey vakit
geçmişti. Adam, "sana hayırlı işler Şey Bey, artık bana müsade” deyip yerinden
kalkmasıyla aklına ne düştü bilinmez tekrar aynı yerine oturması bir oldu.
Şey Beye rakip
partiden bu bu adam saygın mı saygın, çevresi geniş, hatırı sayılır daha doğrusu 'tuttuğunu koparan' cinsten birisiydi.
Adam bir sigara yaktıktan sonra,
- Ağabey sen ve ben içimizdeki insaniyetten dolayı sağa sola gerekli gereksiz bir sürü adam
aldırıyoruz".
Sigaradan bir nefes daha çekip külünü tabağa çırparken,
- Demezler mi, bu adamlar milletten rüşvet alıyor, bundan sonra ben böyle
işlerde yokum. Sigarasından bir nefes daha çektikten sonra
- Ağabey kime iyilik yapsam karşılığı bana kötülük olarak geri dönüyor. Çarpmayı, bölmeyi bilmez adam olmadık
birisini bankaya memur olarak işe aldırdım, bu adam gitmiş
düğünün birisinde aleyhimde atmış tutmuş, sanki laf yerini bulmayacak gibi."
Adamın öfkeden neredeyse ağzındaki sigara dudağına yapışacaktı. Onu öfkesinden yere
fırlatacak gibi oldu sonra geri bundan vazgeçti.
Aklına yeni düşmüş
olacak ki, “Yakında seninkinin de cılkı çıkar ağabey, kulağıma başkan bir şeyler
söyledi ama” diyerek tekrar vedalaşıp oradan ayrılır.
Şey Bey'in kafası iyice
karışmıştı. Kendi kendisine, “Başkan bir şeyler diyecek gibi oluyor sonra bundan her nedense vazgeçip demiyor, bu
adam geldi böyle diyor” diye derin düşüncelere daldı.
- Acaba mesele nedir, bir ara müsait bir zamanda yanına gidip başkandan işin aslını öğreneyim bari” diye iç geçirdi.
Birkaç gün sonra işin garip tarafı başkan onu ziyarete gelmez mi. Adam oturduğu yerden öfkeyle hop oturup hop kalkıyordu. Elleri titriyor, söze nereden başlayacağını bilemiyordu.
- Ağabey senin bu adam beni çalışanlarımın yanında küçük düşürüyor. Bir odaya
ya da ofise girdiğim de herkes ‘başkanım’ diye ayağa kalkarken bu adam kılını kıpırdatıp yerinden
kalkmıyor. Hatırın olmasa hemen işten el çektireceğim."
Başkanı zor da olsa biraz
sakinleştiren Şey Bey, “Başkanım sen hele git biraz istirahat et, Allah muhafaza öfkeden tansiyonun fırlar, beynine kan damlar zaten kalbin rahatsız, sen bize lazımsın, boş ver gerisini
ben hallederim. Sen sağlıkçının sözünü dinle hele”.
Ertesi günü Şey Bey,
köyden biriyle gencin babasına “bir ara yanıma gelsin” diye haber saldı.
Adam
birkaç gün sonra sabah erkenden büroya geldi. Şey bey olanlardan babayı
haberdar etti. Haber salınan genç de belediyeden izin alıp az sonra iş yerine
girdiğinde babasını orada görünce onun elini öpmeye eğildi. Öfkeden beti
benzi atan adam utanmasa oracıkta oğlunu tokattan geçirecekti. Elini kızgınlığından ona uzatıp vermedi bile.
Ortalık
biraz sakinleştikten sonra sağlıkçı,“Oğlum rica minnet seni belediyede işe
aldırdım, gel gör ki sen beni elin adamının yanında kel etmeye utanmadın mı. Neden başkanın içeri girdiğinde herkes ayağa
kalkarken sen kalkmıyor bana laf getiriyorsun. Bu yaptığın saygısızlık ayıp
değil mi” derken ilk defa işe aldırdığı biri için pişmanlık duymaya başlar
gibiydi.
Laf kime söyleniyor, ne için oraya toplanılmış, bunların hiç birisini umursamayan ve kendisine mal etmeyen genç, "BEN ÜNİVERSİTE MEZUNUYUM, başkan ise lise mezunuymuş. Benim tahsilim ondan fazla, bu yüzden ayağa kalkmıyorum” dedikten sonra ardına bile bakmadan büroyu terk ederken hareketleri altı ay önce yalvararak iş isteyen birisine hiç benzemiyordu.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR 29 03 2012 GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR.
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını
rencide etmek için yazmadım.