SEN OLSAN CUVARAYI YİN TAMA !

http://www.cagdaskirsehir.com/images/space.gif

               Kervansaray dağlarında Üç kuyu denilen sarp kayalıklarla çevrili bir vadi deyiz. Mevsim kış, ortalıkta deli bir poyraz ve akabinde bunun meydana getirdiği tipi. Bu da yetmiyormuş gibi gözün gözü göremediği amansız bir sis. Ortalıkta avare avare dolaşan avcılar Tömür Abdullah, Topal Irza, Halazo Şıko, Gara Mustafa ve  misafirleri Özbağa'lı Çapkın Yahya ile kuyruğu güdük tazısı.

               Uzun yürüyüş ve sessizlikten sonra Çapkın Yahya'nın, “Çevirin, tavşan dereden yana kaçıyor, ateşleyin” diye emir veren narası duyuldu. Tetiklerin çekilmesiyle ortalığı insan genzini tıkayan bir barut kokusu kapladı. Aradan kısa bir müddet geçtikten sonra Çapkın Yahya’nın sisi yaran ikinci narası kulaklara aksetti. 
"Eyy cengaver avcılar ateşi kesin, tavşan yerine beni vurdunuz” derken ayağından akan kanları elindeki çabut parçasıyla durdurmaya çalışıyordu. O iri patlak gözlerinin feri zayıflamıştı.

Tavşan Üçkuyu'da önden sarıldı       

Sis basınca Çapkın Yahya vuruldu

Tömür Abdullah'ta kusur görüldü

 Ölmeden kurtardı bizim avcılar

               Çapkın Yahya Özbağ'lıdır ama günlerinin çoğu Karacaören'de geçer. Bu köye iki kızını gelin vermiştir. Misafir kalacak yer sorunu yoktur. Köyde kaldığı süre içerisinde bazen arkadaşlarıyla dağlara ava gider, bazen düğünlerin kurulan içki sofralarına muhabbetleriyle neşe katardı.

                Gezip eğlenmeyi, bulursa giyimi kuşam'ı, sivri burun yüksek topuk ayakkabıyla hava atmayı çok severdi. Fakir mi fakir, neredeyse yiyecek ekmeğe muhtaçtı. Bunu belli etmemeye çalışsa da halden anlayanlar ona elini cebine sokturmazlardı.

               Özbağ ve Karacaören köylerinde düğün yapacaklar evvela ona danışıp akıl alırlardı. Bakarsın düğünde çalacak abdalları ayarlar, düğünün sorumluluğunu üstlenir, her şeyden sorumlu o olurdu. (Yasakçı) “Bir ihtiyacınız var mı” diye sırayla dolaştığı düğün masalarını gezerken verilen kadehleri boş çevirmez, kafayı bulunca da adeta köçeklere taş çıkarırcasına oynayıp göbek sallardı. Abdallarla  önceden anlaşıp kayın masalarında oynayan köçeğe bol bol para atıp kayın gelenleri tava getirir, attığı parayı fazlasıyla abdallardan geri almasını bilirdi.

               Karacaörenli Gudük İreşid’in Hasan ellili yıllarda askerden geldikten sonra köyünde kahvecilik yapıyordu. O yıllarda çoğu köy kahvehanelerinde henüz gaz ocağı olmadığından çayın suyu  ocakta yanan odunla kaynatılırdı. Odun fazla is verdiğinden meşe kömür daha çok tercih edilirdi.

               Çalışmayı pek sevmeyen Çapkın Yahya, Karacaören'e geldiğinde Hasan'ın kahvehanesine uğrar pişti, altmış altı, bülüm, tavla domino gibi oyunlar oynar, yense de yenilse de fark etmez bundan keyif alır, hemen çay parasını ödemeye kalkardı. Günün birinde masaya çay getiren Hasan'a, “Çay odun ateşinde pek iyi dem almıyor Hasan çavuş, sana Çiçekdağı'ndan  meşe kömürü getireyim de bir de öyle sına (dene)” dedi. Hasan da "getir de bi sınayım bari" diyerek teklifi kabul etti. 

               Yahya tedarik ettiği  birkaç eşek ve birkaç yırtık-pırtık teyliz torbalarla Çiçekdağı kömür ocaklarından "bende paranız kalacak sonra gelir öderim" diye satın aldığı kömürleri birkaç gün içinde Hasan'ın kahvesine getirip karşılığında üç-beş lirayı cebe attı. Bu durum kahvenin kömüre ihtiyacı olduğu müddetçe devam etti. Hasan'ın hanımı Kadriye kadına Yahya'nın yırtık teyliz torbalarına yama vurmaktan gına gelmişti. Zamanla torbaların vurulan yamalıklardan dolayı rengarenk oluşu köyde bir zaman gülüşmelere neden olmuştu. 

               Fakirliğinin yanında yetim kalan torunlarının da onun başında toplanması ailenin geçimini zorlaştırsa da Özbağ, Karacaören, bazen Boztepe köyleri halkı onun  bu yükünü hafifletmek için ellerinden gelen her türlü yardımlarını yapmaktan geri kalmıyorlar, ayrıca fitre ve zekatlarını, kurban etlerinin bir kısmını ayırıp ona veriyorlardı.

               Özbağ köyüne işi icabı gelen bir Karacaörenli veya Boztepe’liyi görürse sarılıp öper, hemen kolundan tuttuğu gibi onu evine götürür misafir eder, yavan, yaşşık evinde neyi varsa ikramda bulunurdu. Fakir mi fakir, ama gönlü boldu. Paylaşmayı sever, tek sermayesi de şükürdü.

               Özbağ köyü bağlık, bahçelik bir yerdir. Burada yetişen erik, armut, elma gibi meyvelerin fazla geleni çevre köylerde adlarına çerçi denilen kişilerce satılırken, fazlası da olmayanlara bedava dağıtılırdı.

               Yahya'nın diğer köylülerinin aksine bağı ve bahçesi yoktu. Üzüm zamanı evine gelen misafir ya da misafirlere ikram da bulunmak için, “Hanım sen yemeği ocağa vuruncaya gadar ben yukarı bağlardan biraz barmak başı üzüm getireyim, aşağı bağın üzümlerine daha yeni alaca düştü, eşgi olur” diyerek evden ayrılırken attığı yalanın anlaşılmaması için hanımına işarette bulunmayı ihmal etmez biraz sonra bağlardan getirdiği salkımları sofraya kordu.

                Günün birinde yanındaki ev komşusu Ankara'ya göç etti. Orasını da Kırşehir köylüklerinden olan bir adam satın aldı. Ev Özbağ'ın kenar mahallelerinden birindeydi. Adı Ekciğin Osman olan adam burasını özellikle seçmişti. Osman köyünde varlıklı birisiydi. Çiftçiliğinin yanında hayvancılık da yapıyordu.  Köyündeki arazilerin dağlık olmamasından dolayı hayvanlarını otlatacak yer bulamıyordu. Ekmeğini hayvancılıktan kazanan Ekciğin Osman, köyündeki taşınmazlarını satarak bir arkadaşının tavsiyesiyle Özbağ'a bu yüzden taşınmıştı. Satın aldığı eve ilk önce onarım yapıp yerleşti. Buna ilaveten de büyükçe ahır ve samanlık, davarların kalması için ağıl yaptırdı. Hayvanlarını gerek hayvan pazarlarından, gerek köylerden büyükbaş ve koyunlar satın alarak çoğalttı. Bunların bakımı için Özbağa'dan iki çoban tutmayı da ihmal etmedi.

               Osman, boş zamanlarında köyün içine girip çıkıyor ahaliyle tanışıyordu. Yahya'da bunlardan biriydi. Osman arada sırada Yahya'yla karşılaşıyor, selamlaşıyor, hal hatır soruyordu. Aradan geçen zaman içerisinde komşuluğu arkadaşlığa döktüler. Adeta Yahya Osman'ın bir gölgesi olmuştu.

                Yahya, “Karacaören'e gidiş, gelişlerinde bazı arkadaşlarının 'bakımlı ve bol süt veren inek' aradıklarını kendisine tembihledikleri- ni, eğer istersen bir ayak Karacaören'e gidip onları alıp buraya  getireyim” diye Osman'a teklif etti.

                Osman, 'hayvanları bin bir zorlukla pazara götürüp orada ucuza satmaktansa Karacaören'lilere ödemede biraz vade tanır hem beş fazlaya satarım' düşüncesiyle Yahya'yı Karacaören'e gönderdi. İki gün sonra Yahya yanında dört eşekli adamla Osman'ın kapısını çaldı. Yeme, içme ve ikramlardan sonra asıl mevzuya girdiler.

               Yahya'nın iki tarafı ikna etmesiyle pazarlık fazla uzun sürmedi. Adam inekleri umduğundan da daha fazlaya satmış gözleri ışıl ışıl yanıyordu. İnekleri satın alan Karacaören'liler süratle Özbağ'ını terk edip Söğütlü Maslak Çeşmesine ulaşarak orada mola verdiler. Hayvanlar çeşmenin haftından süze süze sularını içerlerken onlarda acele acele karınlarını doyurmaya bakıyorlardı.

               Vakit ikindiye yaklaşıyordu  biraz dinlendikten sonra Hamurdağı'ndan aşıp Karacaören'in yolunu tuttular. Kendi hesaplarına göre iyi bir alışveriş yapmışlardı. Köyde hangi çelikçi ye her vardıklarında "sizin paranız yok, pulunuz yok, size veresiye inek minek  veremeyiz” denmiş, elleri boş ayrılmışlardı. “Sağ olsun Yahya'nın sayesinde bu  muradımıza erdik” diye Çapkın’a dua üstüne dua ediyorlardı.

               Ekciğin Osman, köye iyice alışmış, herkesin huyunu, suyunu öğrenmiş, yaptığı alışverişler de birçok kişiden alacaklı duruma gelmiş, bundan dolayı da artık ayağı ayrık misali yer tutmuştu.

               Arada Yahya'yı ayağına çağırıyor, “Garacaören'lilerin ödeme günü yaklaşıyor, aman  adamları sıkıştır, vallahi gözüyün yaşına bakmam, onu beşi bilmem, ahırındaki gürrük boz eşşaninen boz tazını alırım ha!” diye yarı şaka yarı ciddi zavallı Çapkın  Yahya'yı sıkıştırıyordu.

               Yahya, Karacaören'e kızlarını ve torunlarını canı istediğinde görmeye gidiyor, gelmişleyin de borçlulara gözdağı vermek ve korkut
mak amacıyla kahveye çağırtarak “Aman ha kefil iniz benim, beni mahcup itmeyin, yüzümü gara çıkarmayın, günü gelince borcunuzu ödeyin ki bir daha'kine elin adamına yüzümüz olsun” diyordu.

              Borcu olanlar da, “Olur mu öyle şey Çapkın. Sana laf getirir miyiz” derken kimi hanımının kilim dokuduğunu, bir diğeri yeni ıstar çözdüğünü, başkası da hanımının halının bir şakını yeni bitirdiğini anlatırken, öbür borçlu da bulgurluk şahman buğdayı sattığından, parasını daha henüz alamadığından dem vuruyordu.

               Günler günleri kovaladı. Nihayet borcun günü gelip çattı. Osman'ın kapısını “al arkadaş şu paranı, borcun iyisi vermek der-
 din iyisi ölmek" diye çalan bir tek kişi gelip çıkmadı. “Olur ya  insanlık hali, adam boş ver,  acelem ne, nasıl olsa işin içinde Yahya var, o işini çürük tutmaz, param bugün gelmezse nasıl olsa yarın gelir” diye Osman kendini avutuyordu.

               Aradan bir ay geçtikten sonra işlerin umduğu şekilde gitmediğini gören Ekciğin Osman’ın içine 'ya alamazsam sıkıntısı'
düşmesiyle hışımla gidip Yahya’nın kapısını çalması bir oldu. Yarı kızgın bir ifadeyle ”derhal Garacaören’e git benim paramı getir, yoosam gerisini sen düşün. Ayıp be, şu şöyle olur mu arkadaş." Öylesine kızmıştı ki bir ara Yahya’ya vuracak gibi yaptıysa da sonradan bunu karşısındakine belli etmemeye çalışarak birden  elini çekti. Yahya işi anlamıştı.

               Çapkın Yahya Karacaören'e varır varmaz borçlulara Güdük İreşid’in Hasan'ın kahvesine hemen gelmeleri için damadıyla haber saldı. Yarım saat içinde borçlular ve meraklılar orada toplanmada gecikmediler. Meraklılarına göre nasıl olsa seyir on paraydı.

                Yahya, bir ağa pozuna bürünerek şapkasının şibiğini biraz yukarı kaldırmış hafiften de sağa çevirmişti. Gelen borçluları sert bir üslupla sıkıştırdıkça, sıkıştırıyor, ödemeyle ilgili hiçbir garanti sözü alamıyor, vaat üstüne vaat, bahane üstüne bahaneler duyuyor, duydukça da sigaranın birisini söndürüp diğerini yakıyordu.

               Sigaralardan biri ağızlığa sürülürken bir diğeri de  nasırlı elleri arasında sarıma giriyordu ki, “Yahya dayı naadar çok cuvara içiyon, yosam çabuk ölün ha” diyen gençten birisi oradan atıldı.

               Yahya sesin geldiği yana dönerek “Şu hale baksane yiğenim,  kepazeler beni elin köylüsüne rezil püsva ittiler. Ağar benim yerimde sen olsan CUVARAYI İÇMEZ YİN TAMA” derken ağızlığındaki sigaranın külleri masasında soğumaya yüz tutan bardaktaki çaya dökülüyordu.

 

ERDOĞAN ÇALIŞKAN 23 01 2012 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR

 

NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.

 

 

( Sen Olsan Cuvarayı Yin Tama başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 24.08.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu