Hayatımızda öyle şeyler vardır ki
anlatılması zordur, insanın yüreğinde kalan ukdedir, hasretle çekilen özlemdir.
Bazen çocukluktan kalma bir sevgiliye, bazen mazide kalan hiç giyemediği herhangi
bir giysiye… Günümüzün ihtiraslı ruhuyla yaşarken arzuladığı lüks bir arabaya, gitmek
isteyip de gidemediği bir yer ya da aklınıza gelen her şey…
Birinci dünya harbinin ülke ekonomisi
üzerindeki kıtlık etkileri bitmeden, ikinci dünya savaşıyla beraber 1940’lı
yılların kıtlığı bütün ülkeyi sarar. Muş’un “Handris” dedikleri yöresinin
dağlık, inişli çıkışlı coğrafyasında törelerin kanun yerine geçtiği
dönemlerinde yaşayan insanların çaresiz kaldığı, yoklukların dem vurduğu sıralarda herkesin
evinde çay ve şeker bulmak İmkânsızdı.
Ve çay çok kıymetli sayılırdı. Şimdiki köylerimizde mango meyvesini
bulup yemek, sanırım daha kolaydır. Hatta yalan olmasın, çay adını duyup da,
içmek bir yana, görmedikleri için olsa gerek, rengini bilmeyen insanlarımız
vardı, 1960 ‘lı yıllarda bizzat şahidim. Hikayemiz, Cumhuriyet medeniyetinin o
dönmelerde henüz ulaşamadığı Handris yöresinin cehaletini, yoksulluğunu anlatan
yaşanmış yüzlerce hikayelerden biridir. Asıl öykümüze dönelim.
Handris köylüklerinin birinde,
ağanın evinde misafirler çay içerken gören Tilki lakaplı Rıza adında biri, çayın
tadını merak etmiş. Bir gün çay içmek amacıyla başka bir köyde Cindi Ağanın
evine misafir olur. Cindi ağa misafiri tanımıyor, hoş beşten sonra:
“Hoş geldin misafir, kimsin, kimlerdensin, hangi köyden olursun, de
hele?”
“Adım Rızadır Cindi Ağam, köyde bana Tilki
Rıza derler. Yukarı Fındıklıdan oluyorum,
Ağam… “
Cindi Ağa;
“İyi, hoş gelmişsin Rıza oğlum, sanırım
acıkmışsındır, sana hemen yemek getirelim.” Der. Misafir;
“Cindi Ağa, babanın kabriyle yemin
ederim ki ben çay içmediğim gün duramıyorum. Siz bana önce çay verin.”
Eeeh… Cindi Ağadır, ömrü hayatında feleğin
çemberinden çok defalar geçmiştir. Cemaatlerde sohbet etmiş, maraba üzerinde
hüküm sürmüş, kız kaçırma meselelerini çözmüş, adam öldürme davalarına
katılmış, hükmet adamlarını hanesinde ağırlayıp kuzu çevirtmiş, her gün misafir
odası dolup taşarken sofrası yerden kalkmamış, velhasılı kelam yedirmiş içirmiş
insanları.
Gözlerini kısarak misafirine yandan bakmış,
adamı hayal terazisinde şöyle bir tartmış, bu adamın açıkgözlü cahilin teki
olduğu hemen oracıkta anlamış tabi. Ağalık tavırlarıyla ağırdan alarak mutfak
tarafına geçmiş.
Ağalığı, babası
Yusuf Ağa döneminde bir fiil kavramış, yörede halkın arasında eli bastonlu,
hükmet dairelerinde sözü geçerli, hal hatırı bilinirdi. Şehre indiği zaman
arkasında kuyruk olan adamlarının ellerinde nüfusçuya horoz, maliyeciye
tereyağı, avukata yumurta ve karakol çavuşuna halı hazırda ne varsa götürürdü.
Cindi Ağa bu, namı babasını çoktan geçmişti.
“Hanım…” demiş. “Misafirimiz var,
acele çay istiyor, şuna bir çay verelim, sevaptır.” Hanımı;
“İyi de Ağa, son bir avuçluk demi dün akşam misafirlere
kaynatmıştık. Evde çayımız hiç kalmadı, ama şeker var.”
“Hımmmm….” Der, Cindi Ağa. Elini bir
tutamlık sakalında gezdirir.
“Hanım, çay yoksa soğanımız da mı yoktur?”
“Soğan var, ne yapacaksın?” Merakla
sorar karısı.
“Sen, hele soğanları getir gerisine
karışma.” Hanımı bir sürü soğan getirir.
“Şimdi, kabuklarını büyük mavi çinko çaydanlığa koy,
suyla doldur. Ateşte iyice kaynat. Çay yoksa soğan kabuğu var ne de olsa...”
Ağanın emrini yerine getirmemek olur
mu, hanımı da olsa… Hemen çar çabuk çalı çırpıyla közleri sönmüş ateşi harlayarak
büyük mavi çaydanlığı sürmüş ocağa. Bir süre kaynadıktan sonra, soğan kabukları çay rengini almış, bir tabak
şekerle birlikte misafir odasına göndermiş bir uşakla.
Cindi
Ağa Türk Bayrağı süslemeli ince belli çay bardağını doldurur, misafire ikram
eder. TilkiRıza ömründe çay içmemiş, çayın tadını nereden bilsin, garibim. Bir
kesme şekeri ağzına alır, Ağa bardağı doldurdukça Rıza durmadan içer, Tilki içtikçe
Cindi Ağa bardağı doldurur ve çaydanlıkta kalan son bardak da içildikten sonra:
“Cindi Ağam, Allah ziyade etsin,
ömrümde çok çay içmişliğim var, ama bu çay gibisini ilk defa içiyorum. Çok
güzel demlenmiş,”
Cindi Ağa hafiften burun kırarak;
“Afiyet olsun misafir oğlum… Demek
sen çaysız duramıyorsun, bellidir zaten,
afiyet olsun.” Tilki Rıza'nın yüzüne alaylı bir bakış fırlattıktan sonra;
“ Bak oğlum… Sen Tilki misin, Sansar mısın
bilmem, ama anladığım kadarıyla bugüne kadar hiç çay içmediğin bellidir.” Çaydanlığın
kapağını açar:
“Bak şuna, senin içtiğin çay değil,
soğan kabuğunun suyudur. Çayını içtiğine göre, başka bir emrin var mı, Sansar oğlum…pardon,
Tilki Rıza oğlum?
Yazarın
Önceki Yazısı