HATİCE HASTALIĞI
Güdük İreşid'in Hasan askerden geldikten sonra köyünde çiftçilik, kahvecilik, çelikçilik (canlı hayvan alım-satımı) zahirecilik, taşımacılık gibi işlerle uğraşıp geçimini temin etmiştir.
Köyün az olan arazisinin çoğalan nüfusu besleyemiyeceğinin bilincinde olan aklı selim köylülerden bazıları "köyde açlıktan ölmektense şehre göçüp hiç olmazsa orada bari ölelim" diyerek göçünü Ankara, İzmir, Kayseri, Adana gibi yerlere taşımaya başlarlar.
Yetmişli yılların hemen başında Hasan'da maddi durumu diğer köylülerine göre biraz daha iyi olsa da sırf çocuklarının istikbali için 'köyden şehre göç' kervanına katılmaya karar verenlerden birisidir.
Düşünüp danıştıktan sonra şehre gelerek köylülerinin çok olduğu bir mahalleden "ileride inek, dana koyarım" diye ahır, samanlığı ve kümesi olan bağlı, bahçeli müstakil bir ev satın alır.
Köyden zamanla şehre göçüp
de orada barınamayanların tekrar köye dönmesi Hasan'da “Bende mi onlar gibi
olurum” korkusu sarmıştır. Göçünü taşıyan kamyon tam Kervansaray Dağı’nın
tepesine geldiğinde şoföre kamyonu durdurmasını söyler. Araçtan iner, Kırşehir
dağa göre çok aşağıdadır. Adeta ışıl ışıl yanarken ayaklar altına serilen
halı gibi durmaktadır. Ellerini semaya kaldırıp “Ey Kırşehir; eşim ve çocuklarımla pılıyı pırtıyı toplayıp köyümden sana göç geliyorum,
bizi besleyeceksin, geriye dönüş yok, yarabbi verdiğim bu kararda bana yardımcı ol, beni mahcup etme” diye dua
ettiğinde cesarete gelmiş dönüş korkusu o an kaybolmuştur.
Kırşehir'de bir pastahaneye ortakçı
olarak girer ve üç yıl çalıştırdıktan sonra “üç yıldır anlamadan çalıştığım iş,
kimin aldığı kimin çaldığı belli olmayan el adamının çalıştığı meslek”
diyerek ortaklarına hislerini devreder.
Kırşehir’de yün ve orlon iplik ticareti yapan Kayseri'li bir
esnafa yıllar önce ödünç verdiği parayı alamayınca alacağı karşılığında
adamın orlon-yün dükkanındaki iplerini devir alarak saat kulesi karşısında bir
dükkan kiralayıp oraya taşır.
O yıllarda örgü işini fazla
bilen olmadığı için işleri iyi gitmese de zamanla açılmış, kendisine rakip
bir sürü orlon-yün mağazaları olsa da o mesleğinde tanınan bir kişi olmuştur.
Yetmişli yıllarda esnafın toplumda bambaşka
bir kariyeri vardı. İstanbul esnafları öyle kolay kolay her isteyene işin içinde çek senet de olsa veresiye
mal vermez, o şehirde tanınmış esnafların kefilliği ile ancak verirlerdi. Aradan
geçen yıllar içerisinde Hasan'da İstanbul esnafının güvendiği kişilerden biri
haline gelmişti.
Kendisine işinde yardım eden oğlu
Erdoğan'a kısa dönem yaptığı askerlik görevinden geldikten sonra dükkanını devredip kendisine başka bir iplik mağazası açmıştı. İşler çok iyi
gidiyor, kendisi de ve bilhassa “orloncu Hasan” diye köylüsü kentlisi ve
bilhassa kadınlar tarafından bilinip tanınıyordu.
Zamanla oğullarını everince
zaten küçük olan müstakil eve sığmadıklarından onların evlerini ayırmıştı. Ortanca oğlu Raşit'de askerden gelince ona da Ahi Çarşısı’nda bir
iplik dükkanı açmış böylelikle “aile boyu orloncu” olmuşlardı.
Hanımı Kadriye ve kendisi
aradan geçen yıllar içerisinde yaşlanmış olsalar da çocuklarına yük
olmuyorlar, kendileri pişirip kendileri yiyorlardı.
Yozgat Şefaatli'de fotoğrafçılık
yapan damadı Kadir'in işleri son zamanlarda iyi gitmediğinden dolayı kızı Hatice’nin
ısrarlarına dayanamayıp göçlerini Kırşehir’e getirterek onlara da Ahi Çarşısı’nda bir ip
dükkanı açmıştı.
Kadriye bacı çocuklarını ne
kadar sevse de onun nazarında kızı Hatice'nin yeri ve tadı bambaşkaydı. Onu
haftada en az iki kere görmez ise rahat edemezdi.
Akşam dükkanı kapatıp
yorgun argın evine dönen kocasına “haydi kalk gidelim de Hatice'ye
diyeceklerim var, çocukları göresim geldi” veya “ona şunu diktireceğim, bunu
yaptıracağım” gibi bir sürü bahanelerin arkasına sığınarak misafirliğe
gitmelerini söylerdi. Adamın bir yerde gönlü olursa da bir yerde olmuyordu. Başka gidecek bir kapı yokmuş gibi her gün oraya gitmek Hasan'ın zoruna
gidiyorsa da bu durum hanımının hiçte umurunda değildi.
Bu gidiş-gelişleri
duyduklarında oğullarının zoruna gidiyor “Acaba bizim hanımlar anamıza ters
mi davranıyor da her gün anam Hatice'ye gidiyor” diye şüpheye kapıldıkları oluyordu.
Evleri hastaneye yakın olduğundan Kadriye
bacı kızına gitmek için hastalık bahanelerine sığınıyor, “şuram ağrıyor,
buram ağrıyor, beni doktora muayene ettir bari de ondan sonra dükkanı açmaya
git” diye arabanın önüne geçiyordu. Kocası, “Bıktım senin bu bitmez tükenmez
hastalığından” diye bağırıp çağırsa da komşulara rezil olmaktan utandığı için
hanımının isteğini geri çevirmiyordu.
Hasan onu muayene
ettirdikten sonra alıp eve götürecek ama, “Hazır gelmişken beni Hatice'nin evine götür, şimdi ben evde yapayalnız ne yapacağım” diyen
hanımının ricasıyla karşılaşıyordu. Bu ve bunun gibi bahanelerin arkasına
sığınarak Kadriye bacının Hatice'ye gitmesi adamı canından bezdirmiş ama ne
yapsın ki “aileye geçim şart” o da buna ister istemez boyun eğmek zorunda
kalıyordu.
Yine bir gün Kadriye
bacının içini Hatice'ye gitme hevesi sarmıştı. Kocası ne kadar itiraz etse de
o illa hastanede muayene olacak sonrada kızına gidecekti. Nitekim dediğinde
yalvar yakar kocasına yaptırır. Önce iç hastalıklarından randevu alırlar.
Hastane o gün çok kalabalık olduğundan bir türlü kendilerine sıra gelmemekte,
Orloncu Hasan'ın “Bu kadının yüzünden bugünde dükkanı yine geç açacağım” diye
içi içini yemektedir. O sırada muayene olmak için sırasını bekleyen bir müşterisi hanım Orloncu Hasan'a yaklaşarak hal hatır sorar, konuşurlarken onun yanında oturan Kadriye bacı da dikkatini çeker.
-Hasan amca bu teyze senin
neyin olur?
-Benim hanımdır kızım.
-O mu
hasta yoksa sen mi hastasın?
-Teyzen hasta yavrum…
-Neresi ağrıyor, hastalığı neymiş
teyzenin?
-Sorma kızım teyzen Hatice hastalığına
yakalandı.
Aldığı bu ilginç cevap karşısında kadın bir müddet şaşırmış ne diyeceğini bilememişti, aradan biraz zaman geçtikten sonra şaşkınlığı üzerinden atan hanım, “Hasan amca bu hastalıkta yeni mi çıkmış, vallahi adını bu zamana kadar hiç duymamıştım” sözü olayı dinleyenlerin bir hayli dikkatini çekerken koridor kahkaha sesleriyle çınlıyordu.
........................................................................................
Not= annem, babam ve kız kardeşime Allah rahmet etsin
NOT: Öyküleri
şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
ERDOĞAN
ÇALIŞKAN 26 04 2012 KIRŞEHİR GERÇEK
YAŞANMIŞLIKLAR