Belki yaşamak için öldürürüz. Yadsınamaz bir korku, düşüncelerimizi allak bullak eder. Çoğu kez yalnızlıkla savaşmak uğruna, asaletli bir kavak ağacının serinliğine sığındığımızı düşünürüz. Oysa saklandığımız siper, orman kaçkınlarının meyvelerinin satıldığı bir cehalet pazarıdır. Bunu sonradan farkederiz. Düşsel zevklerimiz çılgına döner. Derin yaramızın susmasını bekleriz. Medeniyet bile satılmışsa, aşkın davasında hangi hakla avukatlık yapabiliriz?

Ilık bir sonbahar sabahında dünyaya gözlerimi açmışım. Çalkantılı bir bebeklik dönemini kayıpsız atlattım. Oldum olası bir pazar günlerini, bir de gevezelik yapmayı sevemedim. Pazar günlerinden nefret etmemin nedeni, asla pazartesi sendromu değildi. Kibrit çöplerini defalarca saydım, akşama kadar futbol oynadım…Yine olmadı! Bu pazarlar her seferinde, önce yorganını üstüme örttü;ardından gece ayazında bedenimi çırılçıplak bıraktı.

Allak bullak düşünceler içinde Bursa’nın en sakin semtlerinden birinde yürüyorum. Sokaklar suskunluklarıyla, sanki bana bir şey anlatmaya çalışıyorlar. O an, bir yıl önce bu kaldırımları ürkek adımlarla yürüyen çocuğu anımsıyorum.

Özgür sitesinin gizemli yolundan evime doğru ilerliyorum. Giriş kapısına geldiğimde, bir şey gözüme çarpıyor. Benim odamın camı üzerine asılan Türk bayrağı, hala orda duruyor. Yanlış hatırlamıyorsam 29 Ekim günü almıştık. Ben, aynı heyecanla gidip hemen odamın camına asmıştım. Derin bir iç çekiyorum..!

Kapıdan girer girmez, dağınıklık gözüme çarpıyor. Abim şimdi burada olsaydı, kimbilir ne kadar söylenirdi? Bu ev, her ikimize de hayatın ekşiliğini tattırdı. O, bir bahar sabahında derin maviliklere yelken açtı. Bense Kaf Dağı’nın ardına, en orijinal masallarla teselli bulmaya gittim.

Bu dar odaya ilk adımlarımı attığım günü hatırlıyorum. Sanki, soğuk dehlizlerde derime her an bir hançer saplanıyordu. Uyumaya çalışsam, o narin koku gözlerimi uykudan kaçırıyordu. Dertlerimi ay ışığına açmıştım. Her canlı gibi, geleceğin göletine çalınmış mayasız umutlarım vardı. Abim ise benim telaşımı anlamışçasına, odamdan içeri girmişti. O an dilinden dökülen sözcükleri hala kulaklarımda çınlıyor:

- ‘’ Bak abicim, bir sene boyunca beraberiz. Seninle aramızda şimdiye kadar basit abi-kardeş ilişkisi vardı. Nasıl bir sorunun olursa olsun fark etmez. Önce gelip bana anlatacaksın.’’ demişti…

Ben iki dudağımı sıkıca birleştirip, dediklerini onaylarcasına kafamı sallamıştım.

Gün geçtikçe, sadece birbirimize kenetlenerek ayakta durmayı öğrendik. Ben, ilk kez abim yanımdayken pazar günlerini sevmeye başlamıştım. Mutfağa ilk giren, önce akşamdan kalma bulaşıkları yıkardı. Ardından, çay suyu konulurdu. Abim bana döner:

-‘’Hadi Kamil Başkan, ben menemeni yapana kadar ekmek alıp gel.’’ derdi.

Kahvaltı yapmak için sofraya otururduk. Ya bir televizyon programına, ya da internete dalardık. Ancak menemen soğuduktan sonra kahvaltı yapmak aklımıza gelirdi. Ardından pazar temizliğine başlardık. Bir defasında, elektirik süpürgesinin torbasından çorap bile çıkmıştı.
Ama bir yerlerde sözümüzü unuttuk abi! Benim senden gizlediğim, hatalarım olurdu. Söyleyemeyeceğimden değil, yaptığım şeye karşı çıkmandan korkardım. Bazen, haklı bir sebepten ötürü sana kızardım. Hayatın, dar ağacına çıkarken sen cellat olduğunu düşünüyordun.

Aynı kan bağından geldiğimizi, seninle yaşayınca anladım. Bende ki, adı konulmaz dengesizliklerden sende de vardı. Bazen, bayramlık sevinçleri ertelenmemiş çocuk tebessümü suratında olurdu. Bazense, buz dağı misali ruhumu üşütürdün.

- ‘’Abi elma yer misin?’’ diye sorardım.

Bana, somurtan yüz ifadenle cevap verirdin. Keyfin yerinde olurdu, yüzümü güldürmek için her şeyi yapardın.

- ‘’ Tosbacan, nasıl yendik Fenerbahçe’yi?’’ derdin ben mutlu olayım diye.

Anlayacağın, günün nasıl geçmişse geceye o ruh haliyle teslim oldurdun. Hangi psikolojide olursan ol önemli değildi. Önemli olan; sırdaşımdın, arkadaşımdın, annemdin, babamdın…

Ne efkarlı bir aşkın duasına kalkmıştım. Bilmedin! Belki de az çok anlamıştın. Bana dönüp:

-‘’Kiminle konuşuyorsun sen her gün internette? O lisede ki kız mı?’’ demiştin…

Bense:

-‘’Yok abi! Benim yazdığım denemeye yorum yapmışlar. Onlara yazıyorum. Hem ben o kızı unuttum. ‘’ dedim..

İnanmadığına emindim. Benim hatamı görsen, bunu yakın akraba çevresinde mizahi bir dille anlatırdın. Yüzümü kızartmaktan zevk almıyordun. Sadece yanlıştan dönmem için bağlarımızı kullanarak, olağan bir seferberlik başlatıyordun. Huylu huyundan vazgeçer mi?
Kuzenimizin yanında dedin ki:

- ‘’ Bakma sen buna Murat! Bir site var, orda kendinden büyük kadınlarla konuşuyor!’’

Yüzümü kızartmıştın. Ama içine düştüğüm girdaptan yaralı çıkacağımı bile bile, hatadan dönmedim. Ergenlik sivilcelerini tenimde kurutmaya hazırlanırken, vazgeçmeler kapımı aşındırmaya başlamıştı.

Sinsi bir geceydi. İlk kez senden önce, odamın karanlığına hapsolmuştum. Kör yaralarım, gözlerimi çimdikliyordu. İçerden gelen kahkahaları da duyunca uyumaktan vazgeçtim. Bir an, Erol Taş’ın hafızalarımıza kazınmış kötü kahkahalarını anımsadım. Adeta gerçeği hissetmişçesine, yanına gelemedim. Sabah yüzünde anlatılamaz bir sevinç vardı. Kendimi, sıra arkadaşı takdir belgesi almışken, zayıflarına hayıflanan bir öğrenci gibi hissettim. Karadeniz’in hani saçlarını taramaya gidiyordun. O zamanlar gözyaşlarımı senden hep sakladım. Gitmene az zaman kala, karşında ağlamamak için duygularıma direndim. Akşam yemeği hazırlarken gözlerim dolardı. Gözyaşlarımı, odamın göremediğin tarafına gömerdim. Ardından gülerek yanına gelirdim. Gitmeden karşında hıçkırarak ağlasam,sana yanlızca zarar verecektim.

Beni son kez Ataevler metro istasyonuna bıraktın. O an dilinden dökülen cümleler kadar hiçbir şey canımı yakmamıştı. Dedin ki:

-‘Kamil Başkan, artık bu arabayla ilgili bir şiir yazarsın.Abimin ne acı günleri geçti diye anlatırsın!’’

Bir bebek gibi, masumca güldüm.Sen, yazdığım en anlamlı şiirdin. Bir bilsen, ben ne ayrılıklar yaşadım. Ayrıldığım hiçbir sevgili, bana yalnızlığı öğretememişti. O gün, gıda sitesine giden yoldan kaybolana kadar seni izlediğimi görmedin. Seni kaybetme hissinin acı telaşıyla, uzun süre bir bankta iki büklüm oturduğumu bilmedin.

Gidişinin ardından yokluğuna alışmaya çalıştım. Kendimi bir boşluğa hapsettim. Aşık ne zindanda çürürdü, ne de çöllerde susuzluğa yenilirdi. Keşkeler, amaçsızca harcanmış dünü olanlar için kullanılırdı. Benim dünümde, kardeşini oğlu kadar sevebilecek bir abim vardı. Onun için anılarımı pişmanlıkla boyayamazdım.

Anılarımızın konuştuğu ev, bugün boşaltılıyor. Her karede ayak izimiz var. Yerini bir türlü bulamadığımız tırnak makası, televizyon çekmecesinden çıkıyor. İki aylık olsa da, bir ara günlük tutmuştum. Aynen şöyle yazıyor:

‘’ 1 Nisan 2008…

Şaka gibi! Daha bir ay önce halı saha maçına gidiyorduk. Ben, kramponlarımı evde unutmuştum. Yarı yoldan geri dönmüştük. Biz daha geçen hafta beraber kahvaltı yapmadık mı? Bu sabah, bir yurt yemekhanesinde kahvaltımı yaptım. Ne çayı yudumlayasım geldi, ne de zeytin tanelerini saymaya çalıştım. Camların ardından geçen araçlara bakıyorum. Daha iki hafta önce, bu yurdun önünden arabayla geçmiştik. Burada kalmanın zor olduğunu düşünmüştüm. Şimdi düşünmüyorum;o zorluğu yaşıyorum. Ne internet ilgimi çekiyor, ne de televizyon! Aradığım sade bir huzur…Allah sabır versin.

Anladım ki,
Mutluluk ederi kadar ayrılık saklarmış ardında.
Koca bir şehirde yapayalnızım şimdi,
Hangi insancığın gölgesi saklar ki bedenimi? ‘’

Saniyelere hükmetmek zor! Bak abi, kapımızı son defa kilitliyorum. Şimdi babamlar bu evi kiraya verecekler. Ömrümün yedi ayını burada eskittim. Eksilmedim;seninle hayatımın en güzel günlerini geçirdim. Şimdi söyle;senin menemenin, benim patates kızartmam kadar ne tat verir ikimize? Yerini kim doldurabilir ki senden başka?

‘’Bursankara’ nın, bir numaralı abisine…Teşekkür ederim!

Kml Frk

03:41


( Kepçenin Güncesi başlıklı yazı Toprak tarafından 14.03.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu