ŞİİR Mİ SANAT MI
Emojiler çıkmadan önce en önemli iletişim aracı yazı idi.
İnsanlar duygu ve düşüncelerini kalıcı hale getirmek için
yazı ile iletişim kurarlardı.
“Söz uçar, yazı kalır”
vecizesi çok sonraları duyulur
oldu.
Yazının icadını, kil tabletlere yazılar yazılmaya
başlanmasından hareketle M.Ö. 2000 li yıllara dayandırabiliriz. Sonraki
yıllarda ise ağaç kabuklarına, palmiye yapraklarına, kemik, fildişi, papirüs,
deri, parşömen vb gibi türlere geçişle yazının geliştiğini görüyoruz.
Bütün bu süreçte ilk şiirin ise yine Sümerler döneminde M.Ö
18 Yüzyıl civarında yazıldığı varsayılıyor.
O gün şartlarında kimlerin hangi sıklıkla kil
tabletler ya da başka malzemeler üzerine şiirler yazdığını, zamanın nüfusunu da
gözeterek tahmin edebiliriz.
Şimdi burada durup şöyle düşünelim;
Yeryüzünde henüz hiç şiir, edebiyat yokken, şiir ile ilgili,
“Hece şiiri şöyle, aruz böyle, serbest şiir şu şekilde olmalı, haydi insanlık şiir yazmaya başlayabiliriz.” Diyen
kimdir sizce?
Tabii ki öyle biri yok.
Peki şiirler yazılmaya başlandıktan sonra hangi evrede bu
kurallar ortaya konmuş olabilir?
Zaman içinde, günümüze değin milyonlarca şiir yazılmıştır
herhalde. Ancak bunların kategorize edilip şablonlaştırılmaları yakın tarihimizde
gerçekleştirildi. Sümerlerde ya da
sonraki medeniyetlerde hece sayısı
şöyle olacak, kafiyeler böyle olacak, aruz kalıpları şudur, imge budur, edebi sanatlar
şunlardır, şiirleri bunlara göre yazarsanız daha güzel olur diyecek kimsecikler
henüz yoktu. Ortada henüz şiir yokken herhalde bu kuralların olması beklenemez
değil mi?
İnsanlar içlerinde barındırdıkları duyguları dile
getiriyorlar bunları buldukları malzemeler üzerine yazıyorlardı. Muhtemelen
yazdıklarını çok kısıtlı sayıda kişiler görüyordu. Ya hitap edilen , hediye edilen kişiler, ya da yakın
çevresindeki insanlar.
Zamanla şiir yazanlar çoğaldıkça, yazılanların, matbaanın da
icadından sonra çoğaltılıp yaygınlaştırılabilmesiyle, diğer insanlar tarafından
değerlendirilir olmaya başladılar. Göze, kulağa, ruha iyi gelen şiirler, konusu,
ifade şekli, ritmi, iç musikisi güzel olan söylemler insanlar tarafından daha
çok beğenildi. Başkalarının yazdıklarını başkalarına aktarmaya başladılar.
Kitapların, matbuatın, gazete dergilerin yaygınlaşması bunda göreceli daha
etkili oldu.
Yazının icadından beri, şiir kuralları diye dayatılan
silsile, önceden vahiy olarak inmediğine göre muhtemeldir ki zaman içinde
şekillenmiştir. Nasıl peki?
Araştırıcılar, yukarıda özellikleri belirtilen beğenilen
şiirlerin ortak özelliklerini irdelemeye giriştiler.
Yani bugünkü kurallarla “Şiir işte böyle olmalı üstadım” diyenlerin tarifine göre yüzyıllardan beridir
yazılmış şiirlerin içlerinden en çok beğenilenlerin hangi özellikleri
taşıdığına bakılıyor aslında.
Ve “Buradan özetlenen, formüle edilen kalıplara göre
yazarsanız ancak ona şiir derim”, olmazsa olmaz anlayışının neşet etmesi de 300-500
yıllık tarihimizde yavaş yavaş şekillenmeye başlıyor.
Peki, bugün önümüze konulan kalıpların oluşması, binlerce
yıllık bir yazım kültürünün özümsenmesi neticesinde ortaya çıkmışsa, bunun “durağan”
olması mümkün müdür?
Bugünkü dünya gerçekleri, insanların dünyaya, hayata
bakışları, çevresel faktörler vb. kalıplara sığabilir mi?
İnsanları etkileyebilmek ise gaye, yüzlerce yıl önceki
anlayışların bugünkü insanların beklentilerine hangi ölçüde cevap verebileceği tartışılmamalı
mıdır?
Doğal olarak günümüz insanı okuduğu hangi metinden
etkileniyorsa, beğeniyorsa, şairin duygularını
hissedebiliyorsa, şiirin melodisi kulağına hoş geliyorsa bunu klasik
kalıplar ile eleştiremeyiz. Birkaç kişinin beğenisi değil elbette, ilgilisi
denilen zümrenin de değil, yaygın bir beğeniden
ve” gerçek beğeniden” bahsetmek
gerek burada.
Bu noktada, edebiyatı, şiiri, ya da büsbütün sanat
anlayışını belli kalıplar dahilinde kabullenen, benimseyen, içselleştiren,
öğrenen, öğreten anlayış zaman içinde insanı o kalıplara bağımlı hale
getiriyor.
Kendi değerlendirmelerini de ezberlediği kalıplarla kıyaslayarak
yapıyor. Örneğin kulak nasıl okurken
hece sayısının eksikliğini ya da fazlalığını algılıyorsa, durakların yerinin yanlışlığını, kafiyedeki
uyumsuzluğu hemen imliyorsa, bilgisayar yazılımı
gibi adeta, kuraldışına çıkışlar da “error”
veriyor hemen zihinlerde.
Okuduğu metinden ne anladığı, hangi duyguları
içselleştirdiği, hangi yaşanmışlıklarını tetiklediğini de fark edemiyor doğal olarak. Ya da “bu
kalıpların dışında böyle güzel bir şiir olamaz, çünkü kurallara uymuyor “ itirafı zor geliyor insanlara.
Türk şiirini düşünürsek halk ozanları dahil, çağdaş şairler
dahil kaç kişi sayılabilir edebiyatımızı etkileyen?
100 ?
500?
Yüzbinlerce değildir herhalde. Peki şiir yazanlar hikaye
roman yazanlar bu kadar mıdır sadece?
Yaygın beğeni
denilen şey, sosyal, siyasal,
ekonomik birçok faktöre bağlı aslında. Tesadüfen tanınan bilinenleri saymazsak çok azı
gün yüzüne çıkabiliyor, fark edilebiliyor. Hepsine vakıf olabilsek belki de
kalıplar değişecekti.
Kalıpların kuralların içine sığdırmaya çalıştığımızda da
şiir veya edebiyat gelişemiyor. Edebiyatın da kendi şeyhleri, tarikatları, imamları,
müritleri ortaya çıkmaya başlıyor. Kıramadıkları, parçalayamadıkları kalıplarına
uymayanları zevkle aforoz etmeye başlıyorlar.
Benzer şekilde sanatın sporun diğer dallarında da aynı
sorunları görebiliriz. Resimde, heykelde, musikide.
Oysa;
Hayat dinamik. Anlamak lazım bunu.