Haddini Bilmek



Mutlâka siz de rastlamışsınızdır. Toplumda öyle insanlar vardır ki sanki lüzumsuzluklar için dünyaya gelmişlerdir. Konuştukları, yaptıkları, hattâ adamların hayatları lüzumsuzdur. Bir şeyler söyleyecek olurlar lüzumsuzdur. Bir şeyler yapmak isterler lüzumsuzdur. 

Hani "damdan düşercesine" derler ya her şeyleri böyledir. Bu tipler genellikle ukaladırlar. Hadlerini de bilmezler. "Bu iş beni ilgilendirmez" demez karışırlar. "Bu işten ben anlamam" demez ulu orta her şeye burunlarını sokarlar. Diyelim ki bir doktor kendi sahasında bir şeyler söyledi de bizimki anlamadı. "Bunu ben anlamamış veya yanlış anlamış olabilirim" demeden basar yaygarayı. 

Bundan ne kazanırlar bilinmez. Bilinen, çok şey kaybettikleridir. Çünkü bu hareketleriyle adeta sevilmeyen istenmeyen adam haline gelirler. Kendileri hiç kimseyi beğenmedikleri için başkaları tarafından da beğenilmezler. 

Affetmedikleri için affedilmezler. Hoş görmedikleri için de hoş görülmezler. Böyle tipleri her sınıfta bulmak mümkündür. Köylerde, kentlerde hatta kocaman kocaman şehirlerde bile bunlara rastlanabilir. Okumuşları okumamışlarından korkuludur. Bunları yok farz etmek imkânsızdır. İnsan vücutlarında zaman zaman ortaya çıkıp asap bozan sivilce ve çıbanlar yok oluncaya kadar bunlar yaşayacaklardır.
 
Bu satırları okuyupta sakın birine kızdığımı zannetmeyin. Kızmadım. Yalnız üzüldüm. Siz olsaydınız siz de üzülürdünüz. 
Bakın lüzumsuzluğa : Kurban bayramı. On güne yakın bir tatil var. Nereye gidersin? Kiminle hasret giderirsin? Doğduğun, büyüdüğün yere gidip anayın, babayın hayır duasını almak daha güzel değil mi? Biz de öyle yaptık. Atladık bir otobüse. Ver elini köyüm... 

En güzel hatıralarımın saklı bulunduğu baba ocağı. At koşduğum, çift sürdüğüm şirin memleketim. Vasıtamız sanki bizim sabırsızlandığımızı anlamıştı. Uzun zamandır hasretini çektiğimiz anakucağına bizi bir an önce iletebilmek için elinden geldiğince çırpınıyordu. 

Sekiz saatlik bir yolculuktan sonra köyümüze ulaşabildik. Son muhtar çalışkan bir adammış. Köyün güzel bir yolu var. Yol üzerinde çeşitli yerlere yolu gösteren işaretler konmuş. Yol boyunca sıralanmış elektrik direkleri insana köye giden medeniyeti müjdeliyor. 

Arabamız köy kahvesinin önün de durdu. Bavulumu almış eve gidiyordum. Besnili Ahmedin evinin önünde bir kalabalık gördüm. Kadınlar ağlaşıyordu. Belli ki bir vefat olayı vardı. Ecel bu, bayram seyran dinlemez. O vakit geldi mi ne bir saat İleri, ne bir saat geri kalmanın imkanı yoktur. Bavulu beni karşılamaya gelen çocuklara vererek topluluğun bulunduğu yere vardım. 

Besnili Ahmet "sizlere ömür" dediler. Allah rahmet eylesin. Hepimizin akibeti bu. Allah imandan ayırmasın. Bir iki dakikalık hal hatırdan sonra bir kenara çekilerek cenazenin yıkanmasını bekledim. Başımı önüme eğmiş ölümü düşünüyordum Bir sesle irkildim. 

Yan tarafımda birisi durmadan homurdanıyordu : "Böyle ölü mü yıkanır" "Bu adam bir şey bilmiyor" "Bunun kuyruğuna basmaktan başka çare yok "Zaten öğretmenle konuşmasından belli adam olmadığı. Önce bu sözlerin kime söylendiğini anlayamadım. Başımı kaldırarak söyleyeni seçmeye çalıştım. Evet... Gözlerinin önü çürümüş, asık suratlı birisi... Birine benzetiyorum ama kim... 

Çoktandır görmediğim birisi Konuşmaya devam ediyor, "hoca dediğin saç tarar mı heç?" "ütüsüz pantol geymez. "Sanırsın biz hoca değil, artis tutmuşuz" "Eyi olsa hökümet verir miydi bunu bize"... 

Bekçi Musa daha fazla dayanamayarak : 
— Kiminle konuşuyorsun Şükrü ? dedi. Sabahtan beri hayli dil döktün, söyle de biz de bilelim kim bu ?. 
— Kim olacak, cehennem yularını boynuna takmış bir adamı bilmiyor musun ? 
— Bilmiyorum söyle bakalım!. 

Muhtar sinirlenmiş fakat belirtmemeğe çalışıyordu : 
— Arkadaşlar lütfen cenaze başında münakaşa etmeyin dedi. 
Şükrünün verdiği cevaba bakın : 
— Her keçi kendi bacağından asılır, sen varsın diye kimse konuşmayacak mı ? Başın ağrıyorsa evine git. Muhtarsan muhtarlığını bil!. . 
— Ne demek istiyorsun Şükrü ? 
— Her şeyi demek istiyorum. Cahil bir çocuğu getirip başımıza hoca yaptınız, cenaze yıkamasını bile beceremiyor. 

Tanımadığım bir adam yanına yaklaşarak: 
— Beri bak şükrü, dedi sen taharetlenmesini bilir misin? Doğru dürüst besmele çekebilir misin. Ağzımı açtırma, haddini bi! Bir garibin cenazesi başında yeni gelmiş misafir bir hocayı çekiştiriyorsun. Halbuki yedi sene önceki hoca parası boğazında duruyor. Şuradaki adamlar suratına tükürse seni tükrükle boğarlar. Ağzını tut, çok ileri gitme! 

Hoca cenazeyi yıkadıktan sonra münakaşaya müdahale etmek zorunda kaldı : 
— Arkadaşlar, hepiniz haklısınız, lakin Allah rızası için problemlerinizi birbirinizi kırarak halletmeyiniz. Benimle ilgili bir derdiniz varsa onu cenaze merasiminden sonra konuşuruz. 

Baktım, hoca genç fakat olgun bir kimseydi. Köyümüze yeni gelmiş olmalı. Yanımda duran Hacı Ramazana hocayı çekiştiren adamı göstererek "bu kimdir" diye sordum. 
— Lüzumsuz Şükrü ! .. . 
— Kimin neyi? 
— Çoban Ahmedin oğlu ! . 
— Neden kızıyor hocaya ? 
— Gıravat takıyormuş, pantolu ütüsüz gezmezmiş. Bir de öğretmenle çok sıkı-fıkıymış. 
— Allah Allah !. . Hayret!.. Demek hâlâ böyle adamlar var? 
— Bunun bir eniştesi vardı. Elifi görse mertek zannederdi. Bu onun köye imam olmasını istiyordu. Hökümet kadrolu imam verince hava aldı. Şimdi her fırsatta hocaya laf atıyor. Kıravat takması, öğretmenle konuşması bahane.. Zaten bu köye ne kadar hoca, öğretmen gelmişse bundan bir yara almıştır. Köylü onun adını bu yüzden "Lüzumsuz Şükrü" koydu. 

Her işe karışır. Bilmez, bilmediğini de bilmez. Cumhurbaşkanını tenkid eder, Diyanet reisini beğenmez. Dünyada kendisinden başka büyük ve makbul adam yoktur. Tırnak değil ki kese atasın. Ne yapalım bunu da böyle çekiyoruz. İnsanların adım atışından anlam çıkartır. Devamlı kötüyü görür. 

Tatilimi geçirdiğim bir hafta müddetince herkesten aynı nakaratı dinledim. Herkes lüzumsuz Şükrü ! diyor, dert yanıyordu. Bir gün Camiye gidip hocayla konuşmak istedim. Hoca odasında yoktu. Nereye gittiğini sordum. Gençlerle ağaçlandırma çalışmaları yapmak üzere Palamutluğa gittiğini söylediler. 

Dönerken Cami kapısına astığı bir levha dikkatimi çekti. "Men arefe nefsehû fekad arefe rabbeh .” Kendini bilen Allahını bilir yazılıydı. Her hafta değişik konularda böyle bir levha asar köylüyü bu konularda eğitmeğe çalışırmış. 

Ne yazık ki Lüzumsuz Şükrüler ona da itiraz etmiş ler. Gördünüz mü lüzumsuzluğun ne demek olduğunu.. Haddini bilmek ne güzel şey

FERSAHZADE

TOZLU RAF adlı yazmaya yeni başladığım bir kitaptan alıntı.Bu kitapta kıyıda ,köşede unutulmuya yüz tutmuş,edebiyat kütüphanemizin raflarında üzeri toz bağlamış hikaye ve yazılara yer verilecektir.
Tevessül bizden,mukadderat Allahtan .
( Haddini Bilmek başlıklı yazı redfer tarafından 24.05.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.