Afrika; yokluklar ülkesi…
Topraklarının gözyaşı ve kanla ıslandığı, her türlü işkenceye, sömürüye ve aşağılanmaya maruz kalmış beyaz gülüşlü siyah insanların diyarı.
Kara Kıt’anın hemen hemen her ülkesinde acıklı öyküler dinlersiniz. Hepsinin tarihinde açlık, terk edilmişlik ve ölüm vardır. İşte bu acı dolu topraklardan, bu toprakların hikayesini anlatan bir sanatçıdan bahsetmek istiyorum sizlere.
Ousmane Sembène ; Senegalli yazar, senarist ve yönetmendir.
Doğum tarihi ve yeri: 1 Ocak 1923, Ziguinchor, Casamance, Fransız Batı Afrikası
Ölüm tarihi ve yeri: 9 Haziran 2007 (84 yaşında), Dakar , Senegal
Ousmane Sembène… Piposunu ağzından hiç eksik etmeyen, ülkesini aydınlatmak için kitap yazmaya koyulan ama Fransızca bilgisi az olan halkın kitapları anlamadığını görünce, sinema diye bir şey bilmeyen topraklarda ilk filmi çekme cesareti gösteren büyük insan…
Senegal sanat tarihinin en ünlü yazarı, senaristi ve yönetmenidir.
Ancak onu ‘çok özel biri’ yapan şey, bu yeteneklerinden veya yazdığı God’s Bits of World (Tanrı’nın Dünyasından Parçalar), Xala, Black Docker (Siyahi Liman İşçisi) gibi kitaplardan veya yönettiği onlarca filmden biri değil.
Sadece bir tepki, bir protesto eylemi, onu olduğundan daha ünlü ve çok daha özel bir sanatçı yaptı.
Yokluklar ülkesinin maharetli sanatçısı. Afrika sinemasının ‘babası’ deniyor Sembène için. Sembène babadır çünkü çektiği ‘Borom Sarret’ filmiyle halkına kolonyal dönem sömürgecilerine ve postkolonyal dönemde ortaya çıkan sosyal adaletsizliğe karşı nasıl gard alacaklarını göstermiştir.
Senegal doğumlu Ousmane Sembène, babasının mesleği olan balıkçılık yerine birçok meslek yapmış, daha sonra Fransız Ordusuna katılmış ve işçi hareketinde aktif bir rol oynamıştır. 1956 yılında ilk romanını Le Docker Noir (Kara Liman İşçisi) yayınlayan Sembène, hedef kitlesinin çoğunluğunun okuma-yazma bilmeyen insanlardan oluştuğunu fark etmesiyle film yapmaya yöneldi. Afrika’nın sınırları dışına da taşan ilk film olan 1963 yapım tarihli kısa filmi Borom Sarret’i yaparak Sembène, “Afrika Sinemasının Babası” olarak tanınmaya başladı. İki tane kısa film yazıp yönettikten sonra, 1966 yılında ilk uzun metraj filmi olan La Noire de … (Kara Kız / Siyah Kızın Biri) filmini beyaz perdeye taşıdı.
Çok konuşulan, uzun ve başarı dolu kariyeri boyunca birçok festivale katılan ve ödüller alan Sembène’nin verdiği bazı röportaj ve ödül konuşmaları ile gündeme gelmiş ve yaşamı boyunca sömürülen toprağını ve insanlarını dillendirmişti. Üçüncü Dünya Sineması’nın Afrika’da da yer edinip insanların çoğunluğuna ulaşmasında önemli bir görev üstlendi.
Ousmane Sembène, ömrü boyunca yazdığı kitaplar ve filmlerinde sömürgecilik ve ülkesinin bağımsızlığını konu olarak seçti ve sanat yoluyla kendi mesajlarını yaymayı kendine görev bildi. Hem yönetmenlik hem de yazarlık hayatı boyunca yaptığı konuşmalar ve verdiği röportajlar okuyucu ve izleyicilerine film ve kitaplarından farklı olarak birinci elden ve direkt bir şekilde düşüncelerini ulaştırmasını ve kendini ifade etmesini mümkün kıldı.
Sembène, verdiği bir röportajda “sinemanın potansiyel etkisini” fark etmesiyle birlikte edebiyatı sinemaya tercih etmesine rağmen aktivistliği için daha etkili bir araç olarak edebiyat yerine sinemayı kullandığını söylüyor ve ekliyor: “Kişisel tercihimi sorarsanız, edebiyatı sinemaya tercih ederim. Ama bizim zamanımızda edebiyat bir lüks. Sözlü geleneğimizi kullanarak tarihi özetlemek için sinema bizim için önemli bir araç ve tüm sanatlar arasında en erişilebilir ve geniş bir kitleye hitap eden ifade biçimi.” Diğer verdiği röportajlardan birinde ise yine aynı bağlamda sanatın politik olduğunu ve sanat olmadan insanın özgür olamayacağını belirtiyor.
Verdiği diğer bir röportajda “Sizin filmleriniz Avrupa’da anlaşılıyor mu?” sorusuna, “Avrupa benim merkezim değil… Avrupalıların beni anlamalarını isterdim ama hiçbir fark yaratmaz” diye cevap veriyor.
Dünya’nın en güçlü kadını olarak tanımlanan Kraliçe 2. Elizabeth ‘e ders niteliğinde sözler ; “İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur!”
Senegalli şair, yazar, yapımcı, yönetmen Ousmane Sembène 1997 yılında kraliçenin özel onur ödülüne layık görülür. Ödülünü almak için İngiltere’ye gider; törene katılır ve tarihe geçecek şu konuşmayı yapar ve ödülü almadan salonu terk eder:
“Sayın baylar ve bayanlar, konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim.
Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahibi olduğunuz sistem içinde sizin tarafınızdan payelendiriliyorum.
Ancak asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngiliz diline tercümesini koltuklarında bulabilirler.
İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler.
Gözümüzü açtığımızda ise; bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.
İngilizler’in dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler.
İngilizler gelmeden önce topraklarımızda sadece kavga vardı. İngilizler’in kutsal dini bizim kavgacılığımızı kullandı; evlâtlarımızı savaşçı yaptı.
Hem de sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den ibaret sanan vahşi savaşçılar.
Hastalıklar yaydılar. Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar. Atalarımız’ı zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler.
O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri insan etinin üzerine inşa ettiler.
Kendilerini temizlemek için sanatçılarına fikir adamlarına; sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini yaptırdılar. Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı için bizleri öldürdüler.
Büyük acılar ve ölümcül işkenceler gördüler.
Her gelen gemiden; kıyılarımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı.
İlk gelenler zulüm ettiler, arkasından gelen arkadaşları zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler. Bugün gelenler de aynı sistemle hâlâ işgale devam etmekteler.
Yeni ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz.
Emperyalist sisteminizde geri dönüşüm ekonomisiyle aslında sömürü olan yiyecek yardımlarınızı kabul etmiyoruz.
“ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ İLAN EDİYOR VE DE AVRUPA’YI KOVUYORUZ…”
Birbirimizi anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi reddediyoruz.
Çağdaş dünya daveti içindeki, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı çıkıyoruz.
Özgürlüğümüzü ilan ediyor, Afrikalı insanlar olarak doğduğumuzu ve Afrikalı ölmek için de bütün Avrupa’yı topraklarımızdan kovuyoruz.
Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı… Felsefe adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını… Hukuk adına yaptığınız bütün şovenistliklerinizi… Ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi…
Afrika topraklarından silene kadar Afrika sizinle savaşacaktır.
Siz kabul etmeseniz de bir Afrikalı en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir batılı kadar onurludur!
İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur!!”
Afrika sineması değil sadece, hepimiz Sembène’ye çok şey borçluyuz. Onun o dik duruşu ve inancı, hepimize örnek olmalı diye düşünüyorum. Bu büyük adam ölmelerin ve ayrılıkların zor olduğu haziran ayında hayata gözlerini yumdu.