…bir zamanlar beni mutluluktan
sırılsıklam bir kisveye büründüren ve üstüne umut dolu dalgalar çarpan,
şimdilerde kanla boyanmış, matemli duvarlarımın gölgesinde duruyorum…
Şeker yerine ağıyla çalkalanmış en
acı çayımı taştan yapılmış bardaklardan yudumluyorum…
Ardından isyan kusan, hüzün kokulu
yalnızlığımdan sana seslenmeye çalışıyorum... Seslenemiyorum…
Bu da yetmezmiş gibi damarlarımın
içine zehir karışmış…
Üstüne yılanların haince plânlanmış
komplo teorisinden sıyrılmaya çalışıyorum… Kurtulamıyorum…
Benimle ne alıp veremediğini kendisi
bile bilmeyen zalim kaderimin dramatik hayat sahnesinde en heyecanlı son rolümü
oynuyorum…
Senedimin vâdesi dolmuş; müddetim
çoktan son bulmuş…
Başımı gökyüzüne çevirdiğimde sabahı
kirlenmiş gecelerin feryat eden yıldızları üstüme yağıyor...
Aksiyon, gerilim, kapıma kadar
dayanmış…
Çok korkuyorum...
Sanki ellerim kelepçeli…
Esaret hat safhada…
Sığınacak bir gemi bulamıyorum…
‘’ Ecel biletim hangi limanda
kesilmiş? ‘’ diye düşünemiyorum…
Dermansız dizlerime ‘’ dur!!! ‘’
emri verilmiş... Kelimelerime ‘’ sus ‘’ denilmiş…
Aslında söyleyecek o kadar çok şey
var ki…
Cesaretim kırk yerinden kırılmış...
Söyleyemiyorum…
Bazen ne söyleyeceğimi düşünmeye
bile cesaret edemiyorum...
Pusuya yatmış cellât sıfatına
bürünen zalim dalgalar, okyanuslara bile sığamayacak kadar çok olan kaç
martının hayatını yutacak daha?
Anlatamıyorum…
Kelimeler kifayet etmiyor artık…
Adaletin terazisiyle oynamış
birileri…
Ne günahım var sanki?
Köşesi olmayan beş paralık dünya
tartamıyor beni...
Nezâket, saadet, bereket, merhamet
bitmiş nihayet…
İffet kavramının cicili bicili
maskesi çoktan düşmüş…
İhanetleri görüyorum…
Alâmeti sönmüş kıyametler kopuyor…
Çektiğim acılar en büyük ibadet
olmuş…
Müebbet hapis istemiyle
yargılanıyorum…
Ve feleğin adâletine gereği iki kez
düşünülmeden tek celsede mahkûm olmuşum…
Acılara mağlup olmuşum…
Sanki deve yüklü ıstıraplarla
doluyum…
Aman Allah’ım gülemiyorum...
Ağlayamıyorum…
Şaşırdım ne yapacağımı…
Deryaları taşırdım...
Artık kabıma sığamıyorum…
Anılar bir kalemde silinmiş
yeryüzünden…
Gökyüzüne tırmanan isyanlarımın
haddi hesabı yok zaten…
Ötelerden çığlık atsalar da
duyamıyorum… Adresini, frekansını şaşırmış beyin damarlarım… Kanalı değiştirmek
istiyorum…
Kumandayı bulamıyorum…
Ayağa kalkamıyorum…
Bu aptal kara kutunun fişini bile
çekemiyorum…
Fahişe dünya, bekâretini yitirmiş,
defalarca… Kara örtünün altına farkında olmadan ben de girmişim…
Yağmur damlası misâli yere düşüp bin
parçaya bölünen hayal kırıklıklarımın şıpır şıpır seslerini yavaş yavaş
duyuyorum…
Ama duymak istemiyorum!..
Tezatlar, ikilemler, paradokslar
bıktım hepinizden!..
Canınız cehenneme!..
Aptal şeyler...
Artık nesnel olan yargılarla
uğraşmayı arzu ediyorum...
Kopan fırtınada karambole getirilen
takvim yaprakları tak tak suratıma çarpıyor…
Umutlarım markaj altına alınmış…
Yeter artık!..
Sana yalnızlığımdan seslenmeye
çalışıyorum… Deryalar senden uzak olmak için, tuzak kurmuş… Gidiyorum…
Ha aklımdayken…
Az buçuk suskunluğumun kapılarını
aralamak için birkaç kelimeyi fısıltıyla dile getirmek istiyorum…
Ben sadece seni sevdim…
Başkasını sevemiyorum, anlıyor
musun?
Bana çok zarar verdin…
Ama ben son saniyelerimde bile seni
düşünüyorum…
Gemileri bir yana, limanları batası…
Kayaları yosunlara yoldaş olası…
Balıkları açlıktan kıyıya vurası
deryalar…
Mavi suları kuruyası yalan
deryalar!..
Elveda…
_/' İbrahim Halil MANTIOĞLU '\_