BİR ÖYKÜ

/Gerçek Anılar'dan

SEMİH
Cılız ve seyrek saçları vardı. Kara gözlü ve esmerdi. Benden daha kısa boyluydu. Tip olarak Ten Ten’e benzerdi.
Osman tanıştırmıştı bana.
Biz inşaatta o mimarlıktaydı.
Annesi ile Arnavutköy’de bir gecekonduda kalırdı. Ankaralıydı.
Çift yumurta ikizi olan kardeşi Melih sarışın, bir seksen beş boyunda, sportmen yapılı, yakışıklı bir gençti. ODTÜ'den mezundu.

Niye sen küçük kaldın diye sorduğumuzda, anne karnında benim yemeklerimi hep o yedi, derdi bıyık altından gülümseyerek.
Çocukken geçirdiği bir rahatsızlıktan dolayı, hafif sekerdi. Buna rağmen, koşar gibi, hızlı hızlı yürürdü.

Tez canlıydı gecenin geç saatlerinde de olsa hemen hemen her gün uğrardı bizim Teşvikiye'deki eve Vespa motosikleti ile.
Eli de ayağı gibi çabuktu.
Kendi ödevlerini bitirdikten sonra, zor durumdaki arkadaşlarının da projelerini yapardı.
Battaniyesi ve T- cetveli yanında olurdu her zaman.
Bazen bizim evde, bazen de Taşkışla'daki Teknik Resim salonunda, çizim masasının üzerinde yatardı.

“Lan AKKAYA. Oğlum” diye başlardı cümleye bana nasihat ederken.
Dili hafif peltekti o bunu daha da sevimli hale getirirdi.
İçki sigara içmezdi.
Israr edilse bile.
Bize göre eli yüzü daha düzgün Mimarlık öğrencilerinin görünümlerine ters düşen bir tipi vardı.
Parkalıydı.
Herkes onu inşaatçı sanırdı.
Gözleri tam görmezdi uzağı ama gözlük de kullanmazdı.
Dolmabahçe’de kaldırıma çarpıp düşmüştü bir gece eve dönerken uyumuştu motosikletin üzerinde
Allah'tan geç vakit trafik olmadığından sıyrıklarla ucuz atlatmıştı kazayı.

Bir gün öğle vakti Taşkışla’dan çıktım. Taksime gidecektim. Yolun Maçka istikametinde biraz ilerde karşı
tarafta bir kalabalık gördüm.

Bir kaza olmuştu.
Park etmiş bir araba vardı. Birikmiş insanların ayaklarının arasından asfaltta yan yatmış gri renkli bir
motosiklet gördüm.
Aklıma Semih geldi.

Koşarak girdim kalabalığa.     
Evet oydu. Motor haşat durumdaydı.
Çarpan arabanın sahibi yaşlı bir adamdı şaşırmıştı ne yapacağını.
Semih yerde yatıyordu.
Hemen yakındaki Fransız Hasta hanesine kaldırdık.
Kalçasında ve ayaklarında on iki kırık vardı.
İyileşmesi aylar sürdü. Koltuk değnekleriyle de olsa yürümeye başlamıştı.
Bizden çok arkadaşları sevinmişti.
Projeler tekrar yapılmaya başlanmıştı.
Okuldan sonra yurt dışına gitti.
Ben de Suudi Arabistan’a.
Bir ara Çin'de olduğunu duydum.
Haberleşemedik.
İki yıl önce Kamboçya'dan aradı.
Buraya yerleştim sen de gel illa buraya dedi.

Gelemem demedim hastayım da demedim üzülür diye.

Birkaç ay sonra yine aradı.
Platinlerde problem var İstanbul’a geliyorum Akkaya dedi çaresini bulamadı Fransız Doktorlar dedi.
Yine buluşamadık.
(2022 de Ankarada kanserden kaybettik)

Anılar: Her biri bir yerde:1972 / 2019

“Uzaklığın fazla bir anlamı yoktur. Kalbimizi kanatlandırıverir bazen telefondaki bir ses!..”

OSMAN

Babalar ve Oğullar
Öğrenci iken Osman’la beraber evde kalırdık. Teşvikiye, Göknar sokak'da.
Dört katlı küçük bir evdi yirmi dört taksim altı.
Osman’la aynı sınıfta idik. Mert ve dürüst bir arkadaştı. Ceplerimiz ortaktı. Lakabı ”ASO Osman” dı. Ben takmıştım.
Hiçbirimizin babası İstanbul’a bizleri görmek için gelmezdi.  O zaman ki şartların zorluğundan dolayı. Osman'ın babası ara sıra gelirdi.
Kasaptı babası. Alaçam'da celeplik te yapardı. Trakya'ya mal almak için geldiği zaman bazen uğrardı bizim eve Osman’ı görmek için. Pos bıyıklı, kabadayı görünüşlü, saf, gözü gönlü tok bir Anadolu insanıydı.
Bozulurdu Osman babasının bizi ziyaret etmesine. Hala himayeye muhtaç birisi konumuna düşmüş gibi hissederdi kendisini herhalde.
Babası, eli boş gelmezdi iki kilo pirzola ile gelirdi. Etleri kendisi pişirir, masayı donatırdı.
Pirzolanın yanında muhakkak salatası olurdu. Çok güzel salata yapardı.
Küçücük salonda, kocaman bir masayla, dördümüz çok tuhaf bir dörtlü oluştururduk.
Masamız eskiciden alınmış bir Osmanlı Prensesinin masasıydı.
Babası Osman’a çok düşkündü, çok severdi onu. Bir dubleden sonra “Osman’ım Osman’ım” diye ağlamaya başlardı.
Babasının ağlamasına çok bozulurdu Osman. “Duygu istismarı yapma Mustafa” derdi. Babasının adı Mustafa’ydı.
O zaman babası bana doğru döner: “Ne yapıym Mithat’ım kokusunu çok özlüyorum bu adamın”
derdi.
Anılardan :1974 Yaz olsa gerek!

Osman 2001 yılında bir iş için gittiği Bağdat'ta Ali Baba denilen çeteler tarafından öldürüldü.

Benim oğlum da Liseyi yatılı okudu. Afganistan'da idim yanına gidemedim. İstanbul’da Teknik Üniversitede yedi yıl okudu, arkadaşlarıyla evde kaldı yine gidemedim. Altı yıldır İstanbul’da çalışıyor. Evlendi ve orada yerleşti. Hala gidemedim diye tasa ediyordum kendi kendime.
Nihayet on beş gün önce ilk defa oğlumun İstanbul’da Ümraniye'deki, evine gittim. O da 24/6 gibi,  tek daire, dört katlıydı bir oda bir salon ve mutfak.
O zaman Osman’ın babası aklıma geldi.

Biraz rengim sararmış olmalı ki

“Ne o baba bir şey mi oldu”? dedi
“Yok bir şey oğlum ...İstanbul’un havası çarptı... galiba... falan dedim!..”

ALİ

İ.T.Ü. İnşaat Fakültesinden sınıf arkadaşımızdı.
Haydarpaşa Lisesi parasız yatılı mezunuydu.
Osman gibi.
Fakülte dördüncü sınıfta iken gözaltına alınmıştı Ali.
Orta boylu, zayıf bünyeli ve sessiz bir arkadaşımızdı.
İki yıl sürmüştü yargılanması Sıkıyönetim Mahkemesinde bir grup arkadaşıyla beraber.
Sonunda serbest bırakmışlardı.
O zamanlar Teşvikiye Göknar Sokaktaki evde iki kişiydik.
Osman da okulu bitirmişti. Çalışıyorduk ikimiz de.
Hapisten çıkan bir arkadaşımıza evimizi açmak severek yaptığımız bir şeydi.
Ev de zaten müsaitti. Bir tencere kaynıyordu nasıl olsa.
Tahliye olduktan sonra yerleşti bizim eve.
Ali gözaltında neler olduğunu hiç anlatmadı.
Biz de sormadık zaten.
Kilo da almıştı
Daha sonra bir hapishaneden arkadaşını getirdi bizim eve.
Mustafaydı adı arkadaşının. İTÜ Makina Fakültesindendi. 
Çok kısa boylu, tombik bir tipti. Kara kaşlı, kara gözlü, güler yüzlü, çok zeki ve sevimli, güzel konuşan, ikna kabiliyeti yüksek, filozof tipli bir biriydi.
O kadar inanarak anlatırdı ki hayran hayran onu dinler, kısa bir süre sonra devrimin olacağına gerçekten kendisi de inanırdı.
Antepliydi.
Ali daha az konuşurdu.
Onların gelmesiyle tamamen felsefi konulara kaymıştı havadan sudan konuşulan konular.
Hapiste boş durmayıp çok Kitap okudukları belliydi.
Aynı zamanda devamlı ders de çalışıyorlardı yarım kalan eğitimlerini tamamlamak için.

Ben ise bilimi seviyordum.
O yüzden hem çalışıyor hem de Master’e devam ediyordum.
Mustafa büyük bir filozof edasıyla bize her akşam teori ve pratik anlatırdı Abdülhamit’in tepesine tüneyerek.

Abdülhamit, bir Osmanlı Prensesinin yıkılan evinden haraç mezat alınmış, kaplaması olmayan, beyaz astarı kirden gri-sarı-bir renk almış, kiralık evimizdeki dev koltuğumuzun adıydı.

Osman İngiltere’ye gitti İngilizce öğrenmek için.
Ben de Askere gittim yetmiş altıda.
Askerlik sonrası dönmedim bir daha İstanbul’a nedense.

Aslantaş Barajında çalışmaya başladım.
Mustafayla ondan sonra hiç görüşmedik. Haber de almadım.
Ali ile zaman zaman haberleştik.
Altı yedi yıl kadar önce oğlunu evlendirdi Ali.
Antep'e düğüne beni de davet etti. Güzel bir oteldeydi düğün.
Şiirlerinden takip ediyorum artık Ali’yi. Talebe iken şair olduğunu bilmiyordum.
Bir buçuk yıl önce o da benim oğlumun düğününe geldi.
İhtiyarlamıştık ikimiz de.
Düğünün telaşından ve davul zurnanın sesinden dolayı fazla konuşamadık.

Abdülhamit’e ne oldu hala merak ederim?..

Puslu Hatıralar: 1974 / 2019

(Anıların yazarı Mithat Akkaya/ İnşaat Yüksek Mühendisi. Bir dönem İTÜ İnşaat Fakültesinde Mekanik Kürsüsünde Prof. Dr. Vural Cinemre’ nin asistanlığını yaptı.
Siyaseti hiç sevmemesine rağmen 2000 li Yıllarında Başbakan Ecevit’in isteğiyle DSP Adana İl Başkanlığında bulunmuştur.)

_____________________________
BİR YORUM:
BENER Makine Müh. (İTÜ)

ALİ
Benim öğrencilik dönemimde, ellili yılların sonlarında henüz asistan olan rahmetli Vural Cinemre’nin Profesörlük döneminde asistanlığını yapan Sayın Mithat Akkaya'nın üç arkadaşı ile ilgili olarak kaleme almış olduğu öyküyü duygu dolu bir keyifle okur iken altmış yılı aşkın bir süre geri giderek şimdi artık aramızda olmayan bazı kardeşlerimi, onlarla birlikte kaldığımız evleri, paylaştığımız acı tatlı birçok anıyı yeniden yaşadım.

Bana göre insanlar kısacık yaşam süreçlerinde dostluklarını, okul, askerlik ve mesleki çalışma dönemlerinde oluşturup pekiştirirler. Bu sağlıklı ve sağlam temellere dayanan dostluklar bazı hallerde yaş farkları nedeni ile ağabey kardeş ilişkisi olarak kök salar ve gelişir.

Anlatılan üç öyküde yer alan isimlerden birisi olan sevgili kardeşim Aliyi kırk yılı aşkın bir süreden bu yana tanıyor olmanın mutluluğunu ifade etmek isterim.

Değerli kardeşim Alinin Haydarpaşa lisesinden benden 12-13 yıl sonra mezun olmuş olması kendisi ile geçirmiş olduğum profesyonel yaşamımda mutlak surette önemli bir yer tutmaktadır.

Bu okuldaşlık alt yapısı yanında onun müstesna karakteri, mühendislik bilgi ve becerisini yönetim kabiliyeti ile birleştirerek göstermiş olduğu performans, mesleğine vermiş olduğu değer ona olan takdir duygularımın, sevgimin ve saygımın böylesine üst düzeyde olmasına neden olmuştur.

Gerçekleştirdiğimiz projelerin şantiyelerinde ortaya çıkan zorlu saha şartlarını, zaman zaman İdare ile aramızda ortaya çıkan sorunları kendi içinde fırtınalar kopsa da çevresinde hiçbir şekilde panik yaratmadan sakin bir şekilde çözebilme kabiliyeti Ali’yi hep başarıya taşımıştır.

İmkânsızlıklar içinde, zor şartlarda proje çizip güzel yazısı ile hesaplar yaparken onu keyifle izlediğim anları, bir taraftan çalışmasını sürdürürken bir taraftan da, sükûnetini bozmayıp telaşa kapılmadan “ abi az kaldı sabaha kadar biter” deyişini hep tebessümle hatırlarım.

Geçen o güzel yıllarda genellikle işler ile ilgili teknik konular üzerinde yoğunlaşmakla beraber işlerden arta kalan zamanlarımızda keyifli sohbetlerimiz de olurdu ancak ne yazık ki o dönemlerde ben Ali’nin şiir dolu yüreğini keşfedememiş, harika şiirler de yazabilen kalemini proje çizmekten başka bir şekilde kullanabileceğini değerlendirememiştim.

Son dönemlerde de olsa insanı derinlere daldıran duygu yüklü şiirlerini okuma imkân ve şansına sahip olduğum için kendimi mutlu addediyorum. 

Özellikle şiirlerinin” Derin Umutlar”  ve "Yaşamdan İzler" adı altında  kitaplarda toplanması beni ziyadesi ile mutlu etmiştir. 

Kitabının 53. Sayfasında yer alan
“Eylül” şiirini yaş günüm nedeni ile bana ithaf etmiş olması ise benim için tarifsiz bir mutluluk vesilesi olmuştur. O nedenle kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.

Değerli Kardeşime bütün sevdikleri ile sağlık, mutluluk ve şiir dolu güzel ve uzun bir ömür diliyor sevgilerimi yolluyorum.
( Bir Öykü Gerçek Anılardan başlıklı yazı Ali Arslan tarafından 21.08.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu