Eski bir minibüsün tuzlu penceresinde hatırlamaya çalıştıkça silinmiş siluetleri ve sesleri gözlerimin bulutsuz dolup dolup boşalmasına engel olamamanın acizliğinde yüreğimde onca yıldır taşıdığım hüsranları yol kenarlarındaki kavak ağaçları dallarına çiçek yapraklarına ağır ağır aksettirip her birinin solmasına kuruyup kırılmasına müsebbip oluyordum. Bazen iki ağabeyimin mektep haylazlık söyleyişleri ve beni görmeyişleri kirpik uçlarıma gelip zemheri mevsimler serpiştirse de gözleri uykuya daldığı zaman birbirlerine yaslanıp saadetli bir uykuya kanat çarpan kuş halleri canlandığı vakit gözlüklerimin pervazında göğüs kafesimde bin bir zahmetle kan pompalayan kalbim heyecanlanıyordu…  

Hâlbuki hiç değişmeyeceğim sandığım zamanlardan çok uzaktaydım artık. Yüzümde dağları yarıp yol alan kanyonlar gibi belirgin çizgileri mesken edinmişti. Onca sene günde beş öğün ilahi huzura varmak adına bahar, zemheri demeden suladığım başım üzerinde taşıdığım saçlarımın yarısı dökülmüş geriye kalan kısmı ak düşmüş ve takati mecali mumla aradığım ellerimin titrekliği zihnimi meşgul eden hatıraları daha bir karıştırır olmuştu. Bir kabristan sessizliğinde ilerken yol ıssızlaşmış şoför teype bir kaset takmış sessizliğin yerine kulaklarda yakılacak olan ağıda iç çekme hazırlıkları başlamıştı. Hüzünle yoğrulmuş kaval sesinden sonra le le were were were were were wereeee le wer Halime le le keçıke dine rebına mın gu tu çı dıxwaze le torakine ay daye rebene li xelke tahl min şirine ezgisinden sonra ahh diye çekilen iç çekiler kâbus gibi çökmüş her gönülden sessiz sedasız vaveylalar okunuyordu her gönülden. Genzimi bıçak gibi kesen gıcıklardan ses çıkarmanın güç geldiği düşüncelerden sıyrılmaya çalıştıkça bataklığa saplandıkça saplanıyordum. Ezgi damarlarımda çekilirken kalbimin en kuytu köşelerine kemiklerimi kıracak sancılar büyüyordu iki büklüm tenimde. Şerit şerit avılar sağımda solumda bir hızlanıp bir yavaşlarken önce annemin bu ezgiyi mırıldanışı ve gözlerinden süzülen binlerce kahrı yutkunurken buldum kedimi sonra da babamın titrek elleri ile yol parası bana uzatışını ağabeylerin uyur sen ödersin yol ücretini. Uzun süredir fark ediyordum aslında babamdan miras kalmış yanlarımı bir köşede sessiz oturuşunu daima düşüncelerle cebelleştiğini derin derin öksürüşünü bir bardak suyu dahi rahat içemeyişini bardağın yarısı felç ellerinden dolayı döküşünü ve ciğerini kusarcasına öksürüşünü gelinlik kızlara hazırlanan çeyiz gibi tüm tasalarını bohçalayıp bana bıraktığını…

Oysaki tek söz etmeden afili bir merhaba vermeden dilde derin yaralar açmış zikzaklar çizerek gah mutluluğa gah hüzne ortak etmiş su gibi geçmişti zaman. Her ne kadar tanıdığım bildiğim benden uzak olsam da yolun son kısmına gelmiş kapısında küçük bir minare ve yeşile boyanmış mescit görünmeye başlamıştı. İnmeye hazırlık etmeye başladığım an zihnimdeki tüm anıları bir kez daha öldürmeye yeltenmişken şoför sesi ile irkildim amca geldik istersen bekleyelim seni bu saatte vesait bulamazsın buradan kazaya inmek için ziyaretini et gidelim birlikte. Teşekkür edip kapıya yöneldim ağır aksak yürürken girişe geldim eski kabristanın es Selâmu aleyküm yâ ehlel kubur vee innâ inşâallahu biküm le-lâhikûn dedikten sonra tadını çıkara çıkara sevdiklerime yürüdüm ve dedim ki ben geldim….


20240822

1208

( Vuslatın Adı Kavl-i Leyyin başlıklı yazı hewi tarafından 22.08.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu