Merhaba değerli dostlar!
     Hep şiir yazacak değiliz ya. Biraz da yakın çevremden gördüğüm, yaşadığım şeylerden bahsedeyim. Malum 6 Şubat asrın felaketinden sonra, Hatay Kırıkhan ‘dan göçüp, Zonguldak/Kozlu ilçesine yerleştik. 25 sene evvel öğretmenlik yaptığım mahallede ikamet ediyoruz. Buralara yabancı değilim. Kayınbaba namı değer Ordulu Hasan ile aramızda 250 m yol mesafesi var. Yayan buradan oraya giderken yol güzergahında gördüklerimi anlatsam saatleri bulur. Kısaca anlatayım. 

     Kapıdan çıkınca, üst kattaki ev sahibi Hayrettin Amca'yı terasta görür, selamlaşırım. Yaşlı karı-koca oturur, denizi seyrederler. Tipik bir Almancı. Parayı sever. Oradan emekli. Köyde de evleri var. Çocukları pek Türkiye’ye gelmezler. Çevre düzenine çok önem verir. Arada bir kalır, köye giderler. Bahçe duvarlarından otlar, dikenler, aşağı sarktı mı deli olur. Bunu bildiğim için, arada otların temizlenmesine, O’na yardımcı olurum. Çok mutlu olur. Kulağı ağır işittiğinden bağırarak konuşuruz. Basamaklardan bahçeye inerken, bitişik komşum Ciguli’yle karşılaşırım. Tipi bu sanatçıya benzediği için lakabı böyle kalmış. Aytekin demez kimse. Eşi bırakmış zamanında, dul hala. Bir de kızı ve torunu var. Kızı da boşanmış. Birlikte yaşıyorlar. Ayni şekilde üst bahçede, Orhan ve annesi de birlikte yaşıyor. Orhan, şekerden ayakları kesildiği için akülü arabayla geziyor. Yola çıkıyorum. Bu yol aynı zamanda köylere de gidiyor. Karşıda, komşumuz Mehmet Amca’nın evi var. Eşini diyalize götüren, sağlıklı bir amcaydı. Daha geçen yaz karşılıklı bahçe korkuluklarını boyuyorduk. 3 ay önce ani bir kalp krizi sonucu vefat etti. Torununun eşi geçen yıl şehit olmuştu, bu da onu çok üzmüştü. Yolda az ilerleyince, sol yanda komşumuz Necati Amca’nın evi var. Tek başına yaşıyordu. Eşinden ayrıydı. Çoluk çocuk arada bir yanına uğrardı. Bahçe yapar, kışlık konservelerini hazırlar, ambara koyardı. 3-4 tane kedisi vardı. Onlarla vakit geçirirdi. Bir gün duyduk ki, Necati Amca'nın beynine pıhtı atmış, yoğun bakımda yatıyor. Şu an 7 ay oldu halen bitkisel hayatta. Allah şifalar versin. Bir de kedilere nankör derler ya, hiç alakası yok. Kendilerine yiyecek atılan bu evin kapısından çok zayıfladıkları halde ayrılmadılar. Sahipleri her an kapıdan çıkacak sanıp, duvarlarda bekliyorlar. Arada bizim kapıya gelirler. Yiyecek ve su bırakırız. 

     Yolda ilerleyince sağda, Abaş Muhammet’in köpeği Karlos bana doğru kuyruk sallayarak gelir. Askeritepe’de köyden gelen insanlar oturduğu için hepsinin lakabı vardır. Kıvırcık şivesi ile konuşurlar. Esprili, cana yakın insanlardır. Abaş da daha 4 ay önce genç bir öğretmen olan kızını kaybetti. Yüreği acılı. Diyorum ki kendi kendime, bastığımız yerde ot bitmiyor. Geçen yıldan beri komşularımız kırıldı. Allah hayırlısını versin. Yol, yokuş halini alıyor. Mezarlık var ilerde solda. Yolun iki tarafını böğürtlenler, incir, fındık, armut ağaçları süslüyor. Rampanın son bulduğu, 3 yolun kesiştiği kavşakta, Bozkurtlar ’ın evi var. Tombiş yaşlı  Yaşar Teyze, elinde baston, evin kapısındaki bankta akşama kadar oturur, gelene geçene bakar. Uçan kuştan haberi olur. Tam bir canlı mobese. Yanından geçince hal-hatır sorarım. Mutlaka beni hesaba çeker, gelişmeleri öğrenir. Deprem evleriniz yapılıyor mu? Yapılınca gidecek misiniz? Okuyan kızlar geldiler mi? Kaynanan diyalize gidiyor mu?...

     Az ötede Nuriş: - Hello öğretmen bey! Hiç gözükmüyon der. Nuriş renkli bir kişilik. Yazının sonunda ayrıca anlatacağım. Yola devam ediyorum. Deli Mesut'la karşılaşıyorum. Asker selamı verir bana. Toplumumuz biraz saf veya rahatsız olunca hemen ‘deli’ etiketini yapıştırıyor. İnsan kolayca deli olmuyor. Hepsinin alt yapısında bir sebep yatar. Mesut da sevdiği kız karşılık vermeyip başkasıyla evlenince, psikolojisi bozulmuş, tedavi olmuş, bu hale düşmüş. Akşama kadar yolda bir ileri, bir geri gidip geliyor. Mahallenin maskotu, golden cinsi akıllı bir köpek olan Oskar, O'na eşlik ediyor tur atarken. Oskar’ın kötü bir huyu var. Bizim köpek Raki’yi hiç sevmiyor. Yoldan geçmesine bile tahammül edemiyor. Yaşlı olduğundan, mahallenin tek fedaisi olarak kendisini görüyor. Biraz daha gidince Dursun ile selamlaşıyoruz. O da zihinsel engelli bir kardeşimiz. Kör Kadir’in bahçe kapısından, dili dönmediği halde, nereye gidiyorsun? Der gibi sesler çıkarır, jest hareketleri yapar, ne demek istediğini anlarım. Tebessüm eder, geçerim. Bu arada mahalle dolmuşları muhakkak geçer, korna basarlar. Sökü İsmail ve Ferdi rakip iki dolmuş şoförü. Çiçek Abbas filmindeki gibi, bunlara bir atışma yaptırmak fikri aklımdan geçmiyor değil. Mesafe kısa da olsa dolmuşa bindirmek için dururlar. Çoğu zaman yürüyeceğimi söyler tekliflerini kibarca ret ederim. İlerleyince Mete Amca ile karşılaşırım. Aleyküm selam enişte der. Kısa askılı pantolonuyla sürekli inşaatla uğraşır. Oğlan çocukları çoktur, her birine ev yetiştirme telaşındadır. Nerdeyse yola da ev konduracak mübarek. Biraz gidince bahçede sürekli çalışan Hanife Teyze ve gelini Bahriye’ye, kolaylıklar dilerim. Hanife Teyze de dertli, eşini kaybetmiş, oğlu da yıllardır hapishanede. Biberleri iplere dizmiş, duvarlara sermiş kurutuyor. Kış hazırlıkları yapıyor. Gelini Bahriye, tam bir temizlik hastası. Kayınbaba sürekli onu örnek verir. Camları, kapıları siler, evin merdivenlerini yıkar, yol kenarındaki otları dahi yolar, hasta bakımına gider.. .
 
     Serin Sokak’a sapınca, Kaleci lakaplı Recep Amca ve eşi Ayşe Teyze mısırları topluyorlar. Selamlaşmadan sonra Ayşe Teyze, bu yıl havaların kurak gittiğini, mısırların kuruduğunu söylüyor. Dışı mavi boncuklu apartmanı geçince nihayet kayınbabaların evi görünüyor. Üst tarafta yıllar önce yazlık yapmak için aldığım bir arsa var. Yaşlı bir elma ağacı, altında ahşap masa ve bank. Masaya kurulmuş, bira içen Sansar lakaplı Sezgin’i görürüm. 50 yaşını geçtiği halde bekar. Kimse kız vermemiş. Boyacılıkta kazandığı parayla günlük en az 5 bira alır, gelip bu yüksek tepede, denize karşı içer, evine gider. Faydası da yok, zararı da. Sonunda merdivenden çıkar, gideceğim yere varırım. Bahçede merinos kuzum Babuş ve köpeğim Raki, etrafımı sarar, bana sırlaşırlar. Doğa ve canlıları seviyorum işte.

      Nuriş’ten bahsetmeyi unutuyordum. Nurettin daha ilkokuldayken, kalın mercekli gözlüğü ile aklımda duruyor. Annesi refakatinde okula gelirdi.1.Sınıfı birkaç sene tekrar ettiğini biliyorum. Yıllar sonra annesi ölünce, babası başka biriyle evlenip gitmiş. Nuriş ve kardeşleri yalnız kalmış. Hepsi büyüyüp evlenince Nuriş tek kalmış, Bir ara evlendirmişler, eşi durmamış, bırakıp gitmiş. Çok saf olmasa da, gözleri zayıf görüyor. Az miktarda bir engelli maaşı alıyor. Aşevinden, günlük bir öğün yemek de veriyorlar. Kendisi yemek yapamıyor. Neşeli, hayat dolu biri. Çok rahat, kafaya bir şey takmıyor. Kurban Bayramı’nda mutlaka kavurma yemeğe evimize gelir. 
     Uzatmayalım geçen gece komşu düğünündeydik. Nuriş de gelip masamıza oturdu. Benim oğlan:- Nuriş’in kafasına bakar mısın baba, Arapça Allah yazıyor dedi. Daha önce saçları uzundu, fark etmemiştik. Dikkatli baktığımda, gerçekten yüce Allah ismini bu kulunun kafasına nakşetmişti. Hayret ettim ve Suphanallah! Dedim. Google’ye bir bakayım var mı başka örnekleri diye.  Birkaç vatandaşımızda daha benzer yazıya rastladım. Sonuçta şunu anladım. Allah kudretini her yerde, canlı ve cansız varlıklarda bize gösteriyor. Önemli olan bunu görmek ve tefekkür etmek. Allah, kalp gözü açık olanlardan eylesin cümlemizi. Amin.

25.08.2024
Muhittin Alaca
( Askeritepenin Gülleri başlıklı yazı Alaca tarafından 25.08.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu