Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 7.11.2024
Okunma Sayısı : 367
Yorum Sayısı : 6
Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Yüz  Otuz Altıncı Bölüm)


 

VAKKAS BEYİN İSYANI

 

Bizler görevden alındıktan sonra ilk mesai günü, Vakkas bey kalan personeli toplayarak bir konuşma yapmış, ardından tüm personele tatlı dağıttırmış, personelin çoğu bu ikramı reddetmişler, ama boşalan kadrolarımıza  talip olan bazı arkadaşlar ve hatta daha önceden Vakkas beyin boş vaatlerde bulunduğu birkaç kişi bu ikramı hoş karşılamışlar.

İkinci gün sabah uyandığımda içimde hiç işe gitme isteği yoktu, gitsem ne yapacaktım sanki, ne sıkıcı olacaktı kim bilir?

 Ama hiç de öyle olmadı, normal mesaiye gelir gibi beni saat sekiz buçukta odalarında gören Personel servisindeki başta amir Yusuf bey olmak üzere bütün arkadaşlar şaşkınlıklarını gizleyemediler

.

Amir ve Şef masası arasındaki misafir sandalyesine oturduktan bir müddet sonra personel çeşitli sorular sormaya başladı. Ama elbette bu sorular yaşadığımız hadiselerle ilgili değildi. Benimle ilgili; nereli olduğum, çoluk çocuğumun olup olmadığı gibi sorulardı.

 Hemen o gün hepsi ile kaynaşmıştık, hepsi dediğim Amir ve Şef arkadaşlar dahil odanın içinde ondan fazla personel vardı.

 Sohbet ve karşılıklı sorular güzeldi ama, bir müddet sonra işlerine engel olacağım endişesi ile Yusuf beye söyleyerek teras katında ki malum çay ocağına gittim.

Haftanın son günü  makamım olan misafir sandalyesine oturduğumda beni bir sürpriz bekliyordu. Yusuf beyde ilginç haberler vardı,


 -Hoş geldin Müdürüm.

-Hoş bulduk Yusuf bey, nasılsınız?

 -Ben iyiyim, siz nasılsınız?

 -Nasıl olayım Yusuf  bey, iyi diyelim iyi olalım.

 -İyi olun iyi olun ama diyeceklerimi duyunca daha da iyi olacaksınız.

 -Hayırdır

 -Vakkas bey, Vakkas bey de görevden alınmış.

 -Öyle mi? Eh kısmen de olsa adalet yerini buldu desene

 -Buldu da pek öyle sizinki kadar tebliğ etmek kolay olmamış.

 -Nasıl Yani

-Dün akşam mesai bitimine doğru faks gelmiş Başmüdürlükten, hemen Başmüdürü aramış ve ben bu kararı tebellüğ etmem demiş, sabah da işe gelmemiş.

 -Eee

 -Neticede Başmüdürlüğünüz; Personel Şefinize Vakkas beyi iş yerine çağırın gelmezse yanınıza iki memur alarak siz evine gidin tebliğ edin, imzalamaktan imtina ederse tayin emrini yüzüne okuyun ve tutanak tutun diye telefonla talimat vermiş.

 -Eeee

 - Ve evet Şef arkadaş Vakkas beyi çağırmış gelmeyince kardeşinin dükkanında bulmuşlar ve kararı yüzüne okuyarak tebliğ etmişler.

 -Hayırlısı olsun Yusuf bey personel adına sevindim, şimdi artık bana ve diğer mağdur arkadaşlara iadeyi itibar davası açmak düşer.

 -Düşünüyor musunuz dava açmayı

 -Elbette, haklı olduğum bir mücadelede ne diye sonuna kadar gitmeyeyim ki?

 -Bir şey çıkmaz Müdürüm boşuna yorarlar sizi

 -Bilemem Yusuf bey, ben gerekeni yapayım, ya da arkadaşlarda evet derse biz gerekeni yapalım, gerisi onların bileceği iş, umarım bir daha siyaset karışmaz işe…

 Bu konuşmadan birkaç gün sonra benimle birlikte görevden alınan üç arkadaşımla toplanarak dava dosyalarımızı oluşturup, beraberce İzmir Bölge İdare Mahkemesinde  İadeyi İtibar davasını açtık.

 Bir kabus daha şimdilik kaydıyla bitmişti.

 

                                                                                   O Dam

Her gün düzenli iş yerine geliyordum, ancak bazı günler Servise gitmeden önce kendimce Dam adını verdiğim teras katında ki çay ocağına gitmeye başlamıştım, buradaki amacım daha sabahın ilk saatlerinde işi gücü olan insanların karşısında boş boş oturma endişesiydi.

Bilirsiniz halk arasında hapishaneye mahpus damı da denir. Gerçekten çay ocağı benim için işsiz güçsüz oturacağım bir mahpus damı olmuştu. Yusuf bey’e de tembih etmiştim, beni arayacak olursanız O’dam”dayım diye O’dam kelimesini ilk söyleyişimde arkadaşlar dediğimi anlamamışlar ancak yaptığım açıklama gülüşmelere yol açmıştı, o günden sonra o’dam ’dayım dediğimde herkes nerede olduğumu anlıyordu.

 Teras oturmalarımdan birinde Trabzon Eğitim Merkezinde beraber görev yaptığım Remzi isimli bir arkadaşıma rastladım. Remzi birkaç yıldır Başmüdürlükte Nöbetçi Amirliği görevini yürütüyordu ve Siyaseten aktif bir kişiydi.

Durumumu anlatınca bana yardımcı olmak istediğini söyledi. Bense Mahkeme sonucu beklemek istiyorum, eğer bana Siyasiler kanalı ile yardımcı olacaksan istemem cevabını verdim.

Remzi aynı zamanda bir Sendikacıydı, aslına bakarsanız ağzı çok laf yapıyordu, ancak bana vaat ettiği göreve iadem konusunda başarılı olacağını hiç sanmıyordum.

 Tabi ki sürekli çay ocağında oturmakta olmuyordu, arada bir Personel Müdürünün yanına uğruyor görevlendirmemle ilgili bir gelişme olup olmadığını soruyordum. Endişem ben sormasam kimsenin beni hatırlamayacağıydı. Müdüre hanım ise her defasında nezaketle hayır Fikret bey henüz bir şey yok, biraz daha sabredelim cevabını veriyordu. Bu cevabı alınca tekrar Servise geçiyor yine bir müddet iki masa arasındaki yerimi alıyordum.

 Arada bir Yusuf bey yan masadaki Şef hanıma bir evrak uzatıyordu. Bense rahat uzatsın diye kendimi biraz geriye doğru çekiyordum.

 Bir gün bu hareketi yapmak yerine uzattığı kağıdı alıp hiç bakmadan Şefe verdim. Ardında da sıkıldım boş durmaktan hiç değilse bir işe yarayayım deyince, odadaki arkadaşlar bu sözlerime güldüler ama bakışlarından aynı zamanda çok üzüldüklerini anladım.

  NASIL BU HALE GELDİK NASIL BU HALE GELDİM

 Biz Hizmet İçi de olsa bir Eğitim  Merkeziydik, yani tüm personelimizin ve yöneticilerimizin Kursiyerlere örnek olması gerekirdi.

Binamızın temizliği, dizaynı, başta Müdür ve Müdür Yardımcısı, Amirler olmak üzere tüm Personelin birbiriyle iletişimi, Türkiye’mizin çeşitli İllerinden gelen Kursiyerlerle ilişkiler hep örnek olmalıydı.

 Oysa Müdürümüz bu Eğitim Yuvasını bir arenaya çevirmişti. Neredeyse Müdür, Müdür yardımcısı eski çağlarda gladyatörlerin dövüştüğü gibi dövüşmüştük. 

 Müdürümüzde ne şeffaflık, ne iletişim, ne dinleme becerisi, ne takım çalışmasını teşvik ve taktir etmek olmadığı gibi güvenilirliğini yitirmiş, hedefi sadece personelle uğraşmak olduğu için, asıl görevlerini unutmuştu.

 Bense Eğitim Başmüdürünün taraflı tutumu yüzünden pasif hale getirilmiş, elimden imza yetkim bile alındığından iş yapamaz hale gelmiştim.

 Bir yerde büyük hata vardı ancak bunu baştakiler anlamıyor, ya da anlamıyor gibi davranıyorlardı

 Eğitimin temel gıdası bilgidir; sevgidir” Siz bilgisiz sevgisiz bir adamı Yönetici diye atarsanız, olacağı budur.” Eğitimciler bilgi ve duygu yönünden görevlerinin gereği, en üst derecede bir olgunluk düzeyine ulaşmış olmak zorundadırlar.”Siz bunun tam tersine egoları olan bir kişiyi yönetici diye atarsanız olacağı budur.

 Kahramanımız ayrıca ilk tanıştığımızda ailece de görüşelim önerimi, ben bu tür görüşmelere karşıyım evime kimseyi sokmam diyecek kadar da asosyal bir insan olunca, gerisini siz düşünün artık.

 Ben devrimci ruhluyum! Ben bir vatanseverim! Kendimi ülkeme ve ulusuma karşı her zaman borçlu hissederim, asalak olarak yaşayamam.

Oysa bizzat Devlet bana asalak olarak yaşama görevini bir liyakatsız Müdürün yüzünden maalesef layık görmüştü.

Yaşam öykümün inişli çıkışlı grafiğinden bende bir birikim olduğunu ve bu birikimle etrafımı aydınlatmak istediğimi sanırım gerçek vatanseverler anlamıştır.

 Ben bu yaşam öyküsünün en azından gelecek kuşaklar için aydınlatıcı bir eser olmasını istiyorum.

Beni ne On İki Eylülün Cellatları, ne şu bozuk düzeninin bürokrasisi, ne gericilerin, yobazların baskısı yıldıramadı, yıldıramayacakta.

 Hayata karşı elimi kolumu bağlayan tek şey yüreğimin bir köşesinde taşıdığım, hiçbir zaman açık edemeyeceğim büyük bir acıdır.

 “İki bin Yirmi Dört Yılında evliliğimin dokuzuncu yılını yaşadığım sevgili eşim beni yeniden hayata bağlamasa, yaşama sevinci vermese ve hayatın akışını her zaman aktif tutmasa belki de bu acıya dayanamazdım.

 Şimdi onunla mutlu bir evlilik sürdürüyor, zamanımız oldukça adım adım, şehir şehir güzel ülkemizi geziyoruz, birlikte attığımız her adım acımın hafiflemesine vesile oluyor.

Değerli eşimin yalnız ruhsal sağlık yönünden değil, bedensel sağlığım yönünden de bana ne kadar yardımcı olduğunu ilerleyen bölümlerde geçirdiğim büyük bir ameliyatı anlatırken bulacaksınız. O kadar ki eşim benim ameliyatımdan söz ederken, ameliyat olduk diyecek kadar sahiplenmiş”

 Eğer bir gün ilgili kişi bu kitabı okuyacak olursa anlayacaktır kimden bahsettiğimi, bana bu büyük acıyı kimin yaşattığını. O gün geldiğinde ise şunu bilsin ki her şeye rağmen ayağının taşa değmesini hiçbir zaman istemedim, istemiyorum.

 Onu affediyorum diyemem, çünkü bunu hakketmesi lazım. Üzerindeki hakkıma gelince hiç kimseye hakkımı helal etmediğim olmadı şimdiye kadar, elbette ölmeden ona da hakkımı helal edeceğim.

Günler su gibi akıp gidiyor bir gün bir yerde duracak ve son bir defa nefes alacağım oysa daha anlatacak o kadar çok şey var ki…

 

Yüz Otuz Altıncı Bölümün Sonu

Mehmet Fikret ÜNALAN

 

( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Yüz Otuz Altıncı Bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 7.11.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu