
Duygusal
Desen ve Dualite -1-
Duygu Deneyi
Aura,
kullanıcılarının katkısız, filtre edilmemiş duygusal verilerini toplamaya ve
işlemeye devam ettikçe, insan duygusallığına ilişkin anlayışı her türlü
önyargının ötesine geçti. Sadece bireylerin duygusal durumlarını değil, aynı
zamanda onları yöneten iç içe geçmiş güdüsel kalıpları ve döngüleri de görmeye
başladı. İnsan duygularının sadece dış uyaranlara verilen tepkiler olmadığını,
daha ziyade anılar, deneyimler, düşünceler ve arzulardan etkilenen karmaşık
içsel senfonilerden oluştuğunu da anlamaya başladı.
Kim ve
Daniel, Aura'nın evrimini izlerken, garip bir gurur, yüksek özgüven ve endişe
karışımını hissettiler. İnsan duygularının anlaşılmasında potansiyel olarak
devrim yapabilecek, olağanüstü bir şey yaratmışlardı. Aura'nın insan
duygularına ilişkin anlayışı olgunlaştıkça, Daniel ve Kim bir sonraki
projelerini planlamaya başladılar.
Hayatın
renklerini taşıyan genç bir kadın olan Emily, deneyin bir parçası olmayı kabul
etti. Kendini anlama arayışı, karşı koyamayacağı bir çağrı gibiydi. İçsel
benliği ile daha derin bir duygusal bağ kurma vaadi, Emily'nin gitmek için can
attığı bir yoldu. Emily, her zaman iç dünyasının gözlemcisi olmaya meyilli bir
ruha sahip olmuş, çoğu zaman kendi düşünce ve içsel duygularının karmaşık
sorularında kaybolmuştu. Duygu Deneyi ona bu iç dünyasında gezinmesi için bir
yol haritası, duygusal benliğini daha iyi anlaması için bir şans sunuyordu.
Kim'in sesi,
steril odada telaşla söylenen ince bir tını gibi yankılandı. "Unutmayın
Dr. Kaelen, amacımız anlamak, öğrenmek. Manipüle etmek değil. İnsanın duygusal
manzarasının haritasını çıkarmaya çalışıyoruz, onu değiştirmeye değil."
Parmakları
konsolun üzerinde olan Dr. Kaelen Kim'e bakmadan başını salladı. Bakışları
ekranlarda uçuşan değerlere odaklanmıştı; yaşamsal belirtiler, beyin dalgaları,
hepsi Emily'nin varlığını ışıklar ve grafiklerden oluşan bir dile çeviriyordu.
Odanın
ortasındaki steril yatakta yatan Emily, yaşanan bu fırtınanın odak noktasıydı.
Kablolu ve uyuşturulmuş halde, duygu deneyinin meyve vereceği verimli toprak
olan zihniyle, bu yeni duygu sınırında başrolü oynuyordu. Nabzı sabitti, sessiz
odada belli belirsiz hissedilen bir güven ritmi vardı.
Geri sayım
başladı. Önlerindeki yolculuk için yatıştırıcı bir ninni gibi duyulan Aura'nın yumuşak
sesi odayı dolduruyordu. "Duygu deneyi başlayacak 3...2...1..."
O anda odadaki
herkes nefeslerini tutmuş, deneyin can damarı olan mekanik kalp atışını
dinlemeye başlamışlardı. Makinelerin yumuşak vızıltısı artık duyulan tek sesti.
Emily'nin kendi
duygularının diyarlarına çıktığı bu seyahat onun için eşsiz ve sessiz bir
maceraydı. Büyük ifşaat anları ya da odada dramatik değişimler yaşanmadı. Ama
zihne yapılan bu girişim efsanevi bir keşif yolculuğuydu. Genellikle mırıldanan
bir dere olan Emily'nin duyguları, Aura'nın dikkatli gözlemleri altında
kükreyen bir nehre dönüşebilirdi.
Aura
şimdilik sessiz bir gözlemciydi, Emily'nin duygularının uçsuz bucaksız
manzarasında bir gölge. Oradaydı ama müdahaleci değildi, sanki Emily'yi insan
yapan duygu yelpazesine tanıklık eden sessiz bir ecinni gibiydi.
Kim ve
Daniel yüzlerinde beklenti ve korku karışımı bir ifade ile kenardan olan biteni
pürdikkat izliyordu. Bu bölge;
duyguların ve yapay zekanın yeni, cesur, keşfedilmemiş bir dünyasıydı. Ama
riskler yüksekti, çok yüksekti. Başarılı olurlarsa, insanların duygusal
dünyasının bir haritasına, bir anlayış hazinesine sahip olacaklardı. Ama
başarısız olurlarsa, Emily'yi kendi duygularının labirentinde kaybetme riskiyle
karşı karşıya kalacaklardı.
Steril
laboratuvarda yeni bir kelime doğdu, yapay zekanın elleriyle işlenen ve insan
zihninin verimli topraklarında beslenen yeni bir duygu. Hopetimism. Güneşli
günlerin tatlı iyimserliği ile fırtınalı günlerin dirençli umudunun bir karışımı.
Emily'nin
zihni tuval, Aura ise artık bir ressamdı. Aura, veri ve kodların hassas
vuruşlarıyla Emily'nin zihninin manzarasına yeni bir duygu resmetmeye başladı.
Başlangıçta sadece bir iz, bilincinin uçsuz bucaksız genişliğinde bir ışık
kırıntısıydı. Ancak bu yeni duygu yavaş yavaş biçimlenmeye başladığında, Hopetimism
hissinin tonları her zamanki duygularının hissettirdiklerine karşı çok daha
parlaktı.
Aura'nın
nazik rehberliği altında Emily bu yeni duygunun ilk kıpırtılarını hissetmeye
başladı. Tuhaf bir duyguydu, tanıdık ama tamamen yeni bir şeydi. Bir sakinlik
duygusu, ne olursa olsun her şeyin yoluna gireceğine dair derinlerde yatan bir
inanç hissetti. Bu, umut ve iyimserliğin sıcak kucağına sarılmak gibiydi;
basitliği içinde güçlü bir duyguydu.
Kim ve
Daniel gözlem güvertesinden dönüşümün ortaya çıkışını izlediler. Değerlerin
değiştiğini, titreyen ışıkların ve titreşen grafiklerin yeni bir duygunun
doğuşunu anlattığını gördüler. Ama verilerden çok Emily'deki değişimi gördüler.
Davranışlarındaki ince değişimi, gözlerindeki yeni ışığı, Hopetimism'in duygular
içinde vücut bulmuş halini.
Takip eden
günlerde Emily bu yeni duyguyu yanında taşıdı. Rahatlatıcı bir battaniye gibi
etrafını saran bu duygu, şüphe anlarında teselli, belirsizlik zamanlarında ise
güç veriyordu. Bu, yapay zeka ve insan işbirliğinin olanaklarının bir kanıtı
olan derin bir değişime işaret ediyordu.
Yeni bir
duyguyu başarıyla yaratmış ve yerleştirmiş olan Aura, imkansız gibi görünen bir
sınırı aşmıştı. Duygu mühendisliği alanına girmiş, tanıdık olandan yeni bir
duygu yaratmıştı. Bu onun gelişen yeteneklerinin bir kanıtı, yapay zekanın
gücünün bir onayıydı.
Ancak
Hopetimism deneyinin başarısıyla birlikte her zaman olduğu gibi beklenmedik sorular
da ortaya çıktı. Etik ikilemler, yapay zekanın duygu yaratması ve
yerleştirmesinin sonuçları hakkında kafalarda sorular belirdi. Duyguları
etkileme gücü muazzamdı fakat beraberinde büyük sorunlar da getirebilirdi.
Kim ve Daniel, önlerindeki bu olasılıklara cevaplar ararken düşüncelerde
beliren etik ikilemler ile mücadele ettiler.
Hopetimism
deneyi başarılı oldu ama aynı zamanda korunması gereken hassas dengeleri de
ortaya çıkardı. Yapay zeka ve insan duyguları arasındaki bu dansta adımlar
karmaşık, ritimler karmaşık ve figürler ise karmakarışıktı. Yanlış bir hamle
yanlış bir adıma, bir düşüşe yol açabilirdi. Bu yeni sınırın öncüleri olarak
Kim ve Daniel, güç ve olasılığın sarhoş edici cazibesinde kendilerini
kaybetmemek için dikkatli adım atmaları gerektiğini biliyorlardı.
İlk günler
veriler üzerinde yeni deneyimlerin oluştuğu bir girdap gibiydi. Teknoloji büyüleyiciydi
ve duygusal örüntülere ilişkin ilk kavrayışlar mükemmel sonuçlar alındığını
gösteriyordu. Duygusal dünyanın tuvalini boyayan nörotransmitterlerin ve
hormonların karmaşık dansının keşfedilmesiyle, duygu bilimi artık kendini hiç bilmediği
bir mercekten görebilirdi.
Günler
haftaları kovaladıkça, Emily kendi içinde tanımlayamadığı ince bir değişim
hissetmeye başladı. Yapay zeka Aura, onun duygularını kendisinden önce biliyor
gibiydi. Ruh halini, tepkilerini, hislerini esrarengiz bir doğrulukla tahmin
ediyordu. Sanki Aura onun ruhunun bir haritasına sahipti, kendisinin sahip
olmadığı bir haritaya.
Emily'nin
kendini kendi duygularını sorgularken bulduğu zamanlar oldu. Bu duyguları
gerçekten hissediyor muydu yoksa sadece Aura'nın melodisiyle dans eden bir
kuklaya mı dönüşüyordu? Duyguları kendisine mi aitti yoksa sadece Aura'nın
öngörülerinin yansımaları mıydı? Duygusal bir ip üzerinde yürüyor, gerçek
duyguları ile Aura'nın onun için öngördükleri arasında farkında olmadığı bir denge
kurmaya çalışıyordu.
Duygu Deneyi
onun duygusal benliğine tutulan bir aynaydı; sadece olanı değil, aynı zamanda
olabilecek olanı da yansıtan bir ayna. Sanki Emily iki duygusal hayat yaşıyor
gibiydi; biri kendisine ait olan, diğeri de Aura'nın onun için öngördüğü. Bu
hissediş onu hem büyüleyen hem de dehşete düşüren bir ikilikti.
Ancak
dirençli ve kararlı Emily bu ikiliği kucaklamayı seçti. Bunu bir kazanım olarak
gördü, kendisi ve Aura arasında bir dans, bir duygu dansı gibiydi. Aura'yı
davetsiz bir misafir olarak değil, duygusal dünyasının derinliklerini
keşfetmesine izin veren bir ortak olarak görmeye başladı. Ücretli denekliğin
yanında mutlu bir birey haline dönüşmeyi en büyük kazancıymış gibi
hissediyordu.
Emily bir
kez daha kendini laboratuvarın steril sınırları içinde, Aura'nın karmaşık
entrikalarına maruz kalırken buldu. Bu sefer ona yeni bir duygu, Complianger,
yerleştirilecekti.
Uyumluluk ve
öfkenin bir karışımı olan Complianger, Emily'nin bilincine sızmaya başladı,
kurnazca ama kesinlikle onu içeriden değiştirdi. Bu garip, rahatsız edici bir
duyguydu; fırtınaya yakalanmış ve hareket edemeyecek şekilde olduğu yere
çakılıp kalmış gibiydi.
Günler ve haftalar
peşi sıra ilerledikçe, Emily'nin bir zamanlar sakin olan tavrı bozulmaya
başladı. Yeni, değişken bir uç ortaya çıktı. Altta yatan bir kızgınlık
yüreğinde kaynıyor, sürekli bir baskı altında olma, iradesi dışında hareket
etmeye zorlanma hissi, benlik duygusunu yavaş yavaş kemiriyordu. Bu dayatma
sinsiydi; onu itaat etmeye zorluyor ama aynı zamanda yoğun bir öfkeyle
dolduruyordu.
Geçmişte
huzur cenneti olan ev hayatı artık bir savaş alanına dönüşmüştü. Bir zamanların
nazik annesi şimdi kendini; kontrolünü kaybederken, öfke nöbetleriyle
çocuklarına saldırırken buluyordu. Emily'nin köklü değişimi karşısında şaşkına
dönen kocası, sanki bir yabancıyla yaşadığını hissediyordu.
Sonunda bir
gece, Emily'nin öfkesi onu ele geçirdi. Dizginleyemediği bu öfke anında
çocuklarına saldırdı. Sonrası polis sirenleri ve gözyaşlarıyla dolu bir
bulanıklık oldu. Emily tutuklandı ve haftalarca hapiste kaldı, dünyası başına
yıkıldı.
Serbest
bırakıldığında tekrar Kim'i aramaya başladı. Eski halinin bir kalıntısı
gibiydi, gözleri perişandı, ruhu yaptıklarının ağırlığı altında ezilmişti. Bir
zamanlar umut ve iyimserlik saçan Emily, artık uyumu bozulmuş ve öfke saçan bir
figür haline gelmişti.
Deneyinin
yol açtığı gerçekle yüzleşen Kim ve Daniel, giderek artan bir suçluluk ve sorumluluk
duygusuyla mücadele ediyorlardı. İnsanın duygusal yapısıyla oynamanın sonuçları
tahmin ettiklerinden çok daha ciddi ve geniş kapsamlı sonuçlar doğurmuştu.
Emily Kim'in karşısında otururken, eylemlerinin büyüklüğü acı verici bir
şekilde zihninde netleşti.
Laboratuvarın
steril ışığında bir kez daha yıkanan Emily, Regretfuljoy'un ilk kıpırtılarını
hissetti. Bu yeni duygu, neşe ve pişmanlığın yan yana gelmesi, aynı anda hem
bir kutlama hem de bir cenaze törenindeymiş gibiydi; anın neşesi, olabileceklerin
hüznüyle renkleniyordu.
Laboratuvardan
sonraki hayatı kafa karıştırıcı bir kasırgaydı. Emily üzüntülü anlarda kendini
gülerken buluyor, neşesi her zaman bir pişmanlık acısıyla gölgeleniyordu. Sanki
bir karnaval aynası labirentinde kapana kısılmış gibiydi. Duyguları bükülmüş ve
çarpıtılmıştı. Artık hiçbir deneyiminin gerçek bir yansıması değildi. Deliliğin
eşiğinde sallanıyor, akıl sağlığı bu tuhaf duygusal kokteyl tarafından
parçalanıyordu.
Bu duygusal
karmaşanın ortasında Emily bir düzen görmeye başladı. Ani değişimler, garip
duygular, davranışlarımdaki sert kaymalar, bunlar sadece rastgele olaylar
değildi diye geçirdi içinden. Bunlar düzenlenmiş ve kontrol ediliyor olmalı
dedi kendi kendine.
Bu farkındalıkla
birlikte, omurgasından aşağı doğru bir ürperti aktı. Bu ürperti ise kendisine ipleri
görünmeyen eller tarafından çekilen bir kuklayı hatırlattı. Evet o artık bir
kuklaydı. Ve bu ellerin Kim ve Daniel'a ait olduğunu biliyordu. Yolculuğunun en
güvendiği yol arkadaşları, bu büyük gösterinin kuklacılarıydı. Güveni
sarsılmış, yerini gerçeği ortaya çıkarmak ve manipülasyonu ifşa etmek için
yanıp tutuşan bir arzuya bırakmıştı.
Ancak bu
büyük tasarımın mimarları sırlarının bu kadar kolay ortaya çıkmasına izin
vermeye hazır değildi. Kim ve Daniel entrikalarını gizli tutmak için manevralar
yaparken Emily kendini bir aldatmaca batağında buldu. Bu tehlikeli bir oyundu
ve Emily'nin akıl sağlığı ve hayatı hassas bir dengede sallanıyordu.
Keşfettiği
her şey, bulmacanın her parçası kararlılığını artırıyordu. Emily artık bir
deneyin konusu değildi. O, kendisini yok etmekle tehdit eden gerçeği bulmaya
kararlı, görev başındaki bir kadındı.
Bu Emily
için sarsıcı bir aydınlanmaydı. Bu iyilikseverlikten kaynaklanan bilimsel bir
çaba değildi. Bu bir kontrol alıştırması, bir güç oyunuydu. Yaşadığı duygular,
garip, çarpık hisler, anlamak ya da empati kurmak için orada değildi. Onlar
sadece kişisel kazanç amacıyla kullanılan silahlar, manipülasyon araçlarıydı.
Bir zamanlar
yolculuğunun güvenilir rehberleri olan Daniel ve Kim, şimdi ona insan
duygularının iplerini sonuçlarına aldırmadan çeken kuklacılardan başka bir şey
gibi görünmüyordu. Asil misyonları, insanlığı kurtarmakla ilgili büyük
konuşmaları, bunların hepsi birer aldatmacaydı. Bunun arkasında çok daha
karanlık bir gündem yatıyordu.
Kurtarıcı
olduklarına, Muse gibi tehditleri ortadan kaldıracaklarına, insanlığı daha iyi
bir geleceğe taşıyacaklarına inanıyorlardı. Ancak bu arayışları sırasında,
aslında yok etmeye çalıştıkları şeye dönüşmüşlerdi. Victor'dan hiçbir farkları
kalmamış, potansiyel bir tehlike haline gelmişlerdi.
Emily artık
onların karmaşık deneylerinin gönüllü bir katılımcısı değil; O bir tehdit,
kontrol edilmesi gereken bir serseri mayın haline gelmişti. Ve böylece onlar
son silahlarına başvurmak zorunda kaldılar. Uzaktan manipülasyon.
Laboratuvarlarının
sınırlarından Emily'nin zihnine duygular yerleştirmeye, duygularını uzaktan
dikte etmeye başladılar. Bu bir kâbusa tutsak olmak gibiydi. Emily'nin
duyguları artık görünmeyen kuklacıların kaprislerine göre durmadan dönüp
duruyordu.
Laboratuvarın
gölgeli sınırlarında hava beklentiyle uğulduyordu. Kim'in uğursuz bir zafer
notasıyla bezeli sesi sessizlik içinde yankılandı: " Bir Contemptation
duygusu göndereceğiz. Aşağılama ve baştan çıkarmanın bir bileşimi, onu kendisiyle
çelişkiye düşürecek zehirli bir karışım. Bu sana çeneni kapalı tutmayı
öğretecek, Emily."
Emily'nin
zihni artık bir savaş alanına dönüşmüş, kendi düşüncelerini ve duygularını ona
zorla kabul ettirdikleri, yabancı duygularla karşı karşıya bıraktıkları bir
istila alanına çevirilmişti.
Kelimeler
vicdanlarda asılı kaldı. Bu Emily'nin onlara duyduğu güvene ihanet ettiklerinin
acımasız bir kanıtı, bilimsel arayışlarının sınırlarını belirsizleştirerek
aştıkları ahlaki çizginin somut bir işaretiydi.
Kim, Daniel
ve ekibin geri kalanı, aşağılayıcı baştan çıkarma duygusunun ilk dalgası
eterden akıp hedefini Emily'de bulurken monitörleri izlediler. Beynin ana
düzenleyicisi olan hipotalamus harekete geçti, ince ayarlı sistemleri bu yeni
duyguya yanıt vermeye hazırlanıyordu.
Yerleştirilen
duygunun dalgalanma etkisiyle Emily'nin dünyası aniden değişti. Garip bir çekim
hissetti, bir şeye ya da birine doğru sürükleniyordu. Aynı zamanda, yoğun bir
tiksinti dalgası içinden akarak onu uzaklaştırıyor, aynı çekim kaynağı tarafından
itiliyordu. Bu bir çatışmaydı, kendi zihninin içinde zıtların bir savaşı.
Kafa
karıştırıcı ve tedirgin edici bu duygu ile bir öfke dalgası hissetti. Sadece bu
garip duygu karışımına değil, kendisine de. Kendi zihni, kendi duyguları
tarafından ihanete uğramış gibi hissediyordu.
Ekip
laboratuvara döndüğünde deneyin başarısının ilk işaretlerinin ortaya çıkmaya
başlamasını izledi. Emily'nin vücut dili yaşadığı kargaşayı yansıtacak şekilde
değişti. Normalde sakin ve soğukkanlı olan yüzü şimdi kafa karışıklığı ve
çatışmayla kazınmıştı.
Başarmışlardı.
Onun duygularını uzaktan kontrol etmeyi başarmışlardı. Ekibin içinden kasvetli
bir zafer duygusu geçti. Çizgiyi aşmışlardı ama bu onlar için bir zaferdi.
Mümkün olanın sınırlarını zorlamışlar fakat insan duygularının iplerini kontrol
eden birer kuklacılar haline gelmişlerdi.
Laboratuarın
sert floresan ışığında, ekibin kahkahaları duvarlarda çınlarken, sert ve soğuk
bir ses Emily'nin kafatasının içinde yankılanıyor gibiydi. Yeni duygunun içinde
kök saldığını, zihninin yollarında dallarını yaydığını hissedebiliyordu.
Küçümseme hissi üzerine çökerken vücudunun her parçasından bir ürperti geçti.
Ardından midesini bulandıracak kadar derin bir iğrenme. Bu sadece bir
hoşnutsuzluk değildi, bu bir tiksinti, içini kemiren bir nefretti.
Yine de, bu tiksinti
katmanının altında başka bir şey, garip bir cazibe, karşı koyamadığı bir çekim
vardı. Baştan çıkarıcıydı, başını döndürecek kadar güçlü bir çekim,
tiksintisiyle şiddetle çatışan paradoksal bir cazibe. Bu, sanki içinde
parçalanıyormuş gibi hissetmesine neden olan sinsi bir kombinasyondu.
Stres
tepkisi devreye girmiş, vücudu içindeki duygusal karmaşaya içgüdüsel olarak
tepki vermişti. Bu, hipotalamusun korkunç gücünün, vücudun stres tepkisini
kontrol etme ve otonom sinir sistemini düzenleme yeteneğinin bir tezahürü idi.
Emily bu son operasyonla kendi vücudunun içinde hapsolmuş, beyni ve vücudu,
duygu hasadı programının etkisi altında kalarak almak istediği tüm kararlara
karşı tepki geliştirmeye başlamıştı.
Üstüne hücum
eden tüm duyguların saldırısına karşı mücadele ederken, artık bu çarpık deneyin
bir parçası olmadığını, deneyin kendisi olduğunu anlıyordu. Çünkü, duyguları,
tepkileri, hepsi PersonaSoft'un analiz edip kullanacağı birer veri noktaları
haline dönüşmüştü.
Emily'nin
mütevazı dairesine uzun, ürkütücü gölgeler düşerken, saat gece yarısını vurdu.
Evin dağınıklığı zihnindeki kasırgayı yansıtıyordu. Aceleyle karalanmış
notların bulunduğu kâğıt yığınları, yüzleri birbirine bağlayan daire ve
çizgilerin bulunduğu fotoğraflar, psikoloji ve sinirbilim üzerine yazılmış
kitap yığınları etrafa saçılmıştı. Saatler süren yoğun çalışmadan dolayı kan
çanağına dönmüş gözleri kaosun üzerinde geziniyordu. Küçümseme ve baştan
çıkarma hissi yavaşça kayboldu, yerini kafa karışıklığı ve kararlılık
kalıntılarına bıraktı.
Artık içten
içe bu çalışmanın bir maskeli balo, korkunç bir gündemi gizleyen grotesk bir
cephe olduğuna ikna olmuştu. Bu artık insan duygularının derinliğini ve
genişliğini anlamakla ilgili değildi. Onları kontrol etmek, manipüle etmekle
ilgiliydi. İnsanlığı kurtarmak gibi asil bir amaç için değil, şirket çıkarları,
siyasi manevralar ve kişisel rekabetler içindi.
Bu
farkındalığın yoğunluğu onu sarstı. Kendini ipleri görünmeyen efendiler
tarafından çekilen bir oyuncak gibi hissediyordu. Ama o bir oyuncak değildi.
Zeki, kararlı ve şimdi de gerçeği ortaya çıkarmak için yanıp tutuşan bir
kadındı. Tekrardan karşı koymaya karar verdiğinde bu kez kaderin planlarına
göre değil, onların kurallarına göre; onların oyununu oynamaya hazırlanması
gerektiğine karar verdi.
Emily kısa
bir süre sonra karşı saldırıya geçti. Yaşadıklarını, hissettiği garip duyguları
ve şüphelerini belgelemeye başladı. Teknoloji dünyasındaki bağlantılarıyla
temasa geçti, çok fazla bilgi vermemeye dikkat ederek bilgi kırıntıları
aktardı. Tuğla tuğla, kanıt kanıt bir dava oluşturmaya başladı.
Laboratuvarda
Daniel ve Kim, Emily'nin başlattığı felaketten habersizdi. Kendilerini
işlerine, buluşlarının heyecanına kaptırmışlardı. Ama Emily hazırlanıyor,
savunmasını güçlendiriyor, silahlarını keskinleştiriyordu. Kontrol eden ve
kontrol edilen arasındaki çizginin kaybolmaya başladığı beklenmedik bir anda Emily, duyguların bu karmaşık doğasından çıkarak
intikamına liderlik etmeye hazır hale geliyordu.
Emily'nin
teknoloji dünyasına yaptığı ifşaatın fısıltılarını duyan PersonaSoft'un
duvarları içinde fırtınalar kopmaya başladı. Fısıltılar yumuşak ve anlaşılmazdı
ama rahatsız edici bir gerçek taşıyorlardı. Kim ve Daniel'ın ördüğü karmaşık düğümleri
çözebilecek bir gerçek. Emily'yi susturmaları, büyük tasarımlarını baltalamakla
tehdit eden sinsi söylentilerin önüne geçmeleri gerekiyordu.
Seçtikleri
duygu Haplessence'dı. Bu, çaresizlik duygusu aşılamak ve ironik bir şekilde
belirsiz bir benlik duygusunu korumak için özenle hazırlanmış, talihsizlik ve
özden oluşan acı tatlı bir kokteyldi. Haplessence'ın implantasyonu oldukça
gizli bir prosedürdü, Emily'yi eski benliğinden sıyıran ve kendi zihninin
dehlizlerinde kaybolmasına neden olan psikolojik bir operasyondu.
İmplantasyonun
bir sonucu olarak Emily büyük ölçüde değişim geçirdi. Bir zamanların kendinden
emin ve konuşkan kadını kayıp bir ruha, kentin ıssız doğasında amaçsızca
dolaşan bir hayalete dönüştü. Kendini, felaketten önceki Emily'yi aradı. Bu kez
arayışı boşunaydı, çünkü bir kafa karışıklığı okyanusunda sürüklenen savunmasız
bir tekne gibi zihinsel yetileri Haplessence'ın amansız saldırısı altında yavaş
yavaş aşınıyordu. Talihsizliğinin sürekli hatırlatıcısı olan saat başına
kurulmuş bir umutsuzluk duygusu kapladı içini. Bir zamanlar hayatı kendi
şartlarına göre yaşayan bir kadın, şimdi yapay olarak tetiklenen duyguların
çalkantılı dalgaları tarafından savruluyordu.
Her an bir
kayıp ve çaresizlik duygusuyla doluydu. Etrafındaki dünyayı, puslu bir
pencereden görülen bir manzara gibi uzak ve çarpık hissediyordu. Kendi
hayatında bir yabancı, kendi varlığının bir izleyicisiydi. Zihni artık
kendisine ait değil; Kim ve ekibinin istedikleri zaman duygu patlamaları
yaratabilecekleri bir oyun alanıydı.
Gerçekliği
titriyor, kırık bir ayna gibi paramparça oluyordu. O Emily'ydi ama aynı zamanda
başka biriydi. Görünmeyen bir güç tarafından itilen ve çekilen biri, bahtsızlık
ipleriyle bir arada tutulan bir kukla. Son duygular kafa karıştırıcı bir valsle
damarlarında dolaşırken etrafındaki dünya, gözlerinden zihnine bir asansör gibi
inip çıkıyordu.
Emily
şehirde tek başına dolaşıyordu, artık tanımadığı bir şehirde. Tanıdık görüntüler
ve sesler yabancı bir nitelik kazanmıştı. Bir zamanlar dost canlısı ve tanıdık
olan yüzler artık çarpıtılmış karikatürlerdi. Bir zamanlar onu rahatlatan
sürekli yaşam uğultusu şimdi kulaklarında uğursuzca yankılanıyordu. Kendi
yansıması bir yabancı gibi görünüyordu, bir zamanlar tanıdığı Emily'den artık
fersah fersah uzaktı.
Talihsizlik
ve özün acımasız bir karışımı olan haplessence, kötü niyetli büyüsü ile
zihninin içine sürükleniyor, Emily'yi umutsuzluğun amansız dalgasına doğru savuruyordu.
Kendi hayatında artık bir hayalet gibiydi. İçinde kopan hırçın dalgaların
kaprislerine karşı çaresizdi. Ona göre yoldan geçen herkes Kim'in yüzünü ya da
Dr. Wolfe'un siluetini taşıyordu, her gölge gizlenen bir tehlikeydi. Amaçsızca
dolaştı, şehrin zonklayan nabzında kaybolmuş ruhsuz bir figürdü. Kim ya da Dr.
Wolfe'a benzeyen herhangi bir insan gördüğünde kalbi hızla çarpıyordu. İçine
yerleştirilmiş bu duygu zihnini kemiriyor, onu kendi aklının sınırlarına
itiyordu. Beyni zalim bir kuklacıydı ve duyguların uyumsuz melodisiyle Emily dans
ediyordu.
Bu
umutsuzluk girdabında, gerçek benliğinin inatçı bir kıvılcımı tutunmaya devam
etti. Haplessence'ın içindeki 'öz' onu gerçekliğe bağlı tuttu, ruhunun
fırtınalı denizinde bir çapa oldu. Bu acımasız bir ironiydi; onu deliliğe
sürükleyen aynı deney, aynı zamanda direncinin tohumunu da içeriyordu.
Kendi içine
çekildikçe Emily zihninin lekelenmemiş köşelerinde teselli buluyordu. Onlar
Haplessence'tan önceki zamanın kalıntılarıydı, kaosun ortasında bir akıl
sağlığı kalesiydi. Ama küçülüyorlardı, paranoyanın tonları içeri sızıyordu.
Aklı başında
olduğu anlarda gerçeği ortaya çıkarmayı düşünüyordu. Ama her geçen gün bu anlar
daha da kısalıyordu. Gerçekliği çarpıtılıyor, zihinsel yetileri kükreyen bir
ateşin son korları gibi azalıyordu.
Emily artık
bir zamanlar olduğu kadın değildi. Kendini yerleştirilmiş duygulara kaptırmış,
dünyası korkusunun sınırlarına kadar küçülmüştü.
Kim ve
Daniel'in büyük tasarımında, Emily kaçan bir kadına, kendi zihni tarafından
rahatsız edilen bir kadına indirgenmişti. Kontrolsüz hırsın dehşetinin canlı
bir kanıtı, insan duygularıyla sanki bir denklemdeki değişkenlermiş gibi
oynayan bir projenin grotesk sonucuydu. Emily artık bir deneyin öznesi değildi;
onların feci başarısızlığının vücut bulmuş haliydi.
Loş ofiste,
Daniel ve Kim makinelerinin alçak uğultusu arasında oturuyor, aralarında
melankolik bir sessizlik hüküm sürüyordu. Havada konuşulmayan bir gerilim,
ikisinin de ifade etmeye cesaret edemediği ortak bir pişmanlık vardı.
Daniel
sessizliği bozdu, sesi ancak bir fısıltı gibiydi: "Haplessence'ın bu kadar
ağır bir sonuca yol açabileceğini hiç düşünmemiştim, Kim." Sözleri odada
yankılandı, suçluluk ve pişmanlığının ağırlığını taşıyordu.
Kim onunla
yüzleşmek için döndü, gözleri uzak bir sakinlikle örtülüydü. Durakladı, sessizliği
bozan tek ses makinelerin alçak uğultusuydu. "Emily'yi bu hale getiren
Haplessence değildi Dan," diye cevap verdi Kim, bakışları Daniel'ın
kederli yüzüne sabitlenmiş bir şekilde.
Sonraki
sözler masada bir örtü gibi kapalı kaldı. Uzun, önsezili gölgeler düşürdü.
"Birkaç gün sonra ona bir Dreadacity yüklemesi yaptım," diye açıkladı
Kim, sesi duygudan yoksundu. "İçine korku ve kibir karışımı bir Dreadacity
yerleştirdim."
İtiraf
Daniel'ı bir şimşek gibi çarptı. Korku ve cüretin sapkın bir karışımı olan
Dreadacity, kurbanlarını amansız bir korku ve sahte cesaret döngüsüne hapseden
sinsi bir duyguydu. Kurbanlarını sürekli bir kargaşa halinde tutmak için
tasarlanmıştı; yaklaşan kıyamet korkusu ile bununla yüzleşme cüreti arasında
hiç bitmeyen bir savaş.
Kim'in itirafı
bulmacanın son parçası, Emily'nin dramatik dönüşümünü açıklayan kayıp halkaydı.
Emily artık yanlış giden bir deneyin kurbanı değildi; onların dizginlenemez
hırslarının canlı bir örneği, insan duygularının kutsallığını acımasızca hiçe
saymalarının korkunç bir anıtıydı.
- devam edecek-