Sahneye açılan ses geçirmez kocaman kapının arkasında sırasını bekliyordu. Nazik ama güçlü parmaklarıyla kavradığı kemanını elinde tutmuş, heyecandan düşmemek için duvara yaslanmıştı. Şu anda kendisinden önceki oğlan çocuğu sahnedeydi, kalabalık seyirci ve tanınmış uzman jürinin önünde seçtiği parçaları çalıyordu. Fena değildi çocuk ama, arada yanlış notaları ve detone sesleri de duyulmuyor değildi. İyimserliği üzerindeydi on bir yaşındaki kızın.

Üzerindeki uzun ve işlemeli koyu kırmızı elbisesi ona genç bir kadın görünümü katmıştı. Yüzü görevli makyözler tarafından pudralanmış, sahne ışıklarına uygun hale getirilmişti. Uzun saçları toplanmış, elbisesine uygun renkte bir tokayla kafasının üzerinde tutturulmuştu. Gözde olmanın, dikkatleri üzerinde toplamanın tadını çıkarıyordu.

Keman öğretmeni, kendisini heyecanlanmaması ve korkmaması için defalarca uyarmış, bu güne hazırlamıştı zaten. Bu yarışma, kendini göstermen için iyi bir şans, demişti. Elbette kalabalık önünde çalacaksın ama, alışmalısın buna. Her yarışmacı gibi o da kendini şanslı hissediyordu.

On bir yaşına karşın, on beş yaşındaki biri gibi iyi keman çalıyordu. Bu çok önemli yarışmada jüri ve dinleyiciler ilk defa böyle güzel keman çalan bir kız çocuğu göreceklerdi.
Johann Sebastian Bach’ın do Minör Violin Sonat’ını çalacaktı. Bu Sonat’ı isteyerek seçmişti çünkü en sevdiği parçalardandı. Bach’ın müzikleri her zaman tüy gibi hafif bir rüzgârla insanın kulağını okşayan seslerdi.

Birden kapı açıldı. Duvardan ayrılıp dik durdu. Biraz heyecanlı olduğunu kendisi de biliyordu. Ama öğretmeninin dediğini unutmamak için yeniden anımsadı onu. Korkulacak, heyecanlanacak bir şey yoktu.
Az önce sahnedeki çocuk kapıdan çıktığında yüzündeki ifade hiç de memnun olmadığını gösterir bir ifadeydi. Ağlamaklıydı nerdeyse. Ama o bu çocuktan daha iyi çaldığını kesinlikle biliyordu.

Bir iki dakika sonra beklenen an gelmişti. Sahne sırası ondaydı. Başı dik, kendinden emin adımlarla kocaman, boş karanlık sahnenin ortasına kadar geldi. Işık üzerindeydi. Sahnenin bir köşesinde, loş ışıkta görünemeyecek kadar silik kalmış bir piyano ve ona bu parçayı çalarken eşlik edecek piyanist duruyordu. Birlikte sadece bir kez prova almışlardı. Kız çalacağı parçayı ezberlemişti. Bu yüzden de nota standına bile gerek duymamıştı. Şimdi salonda bir tek çıt yoktu. Nefesler tutulmuştu adeta. Tedirgin oldu bir ara. Nasıl ve nerden başlayacaktı. Öğretmeni olsaydı ona; bir,iki, üç diye komut verir başlatırdı. Böyle düşünürken, karanlıktaki piyanistin sessiz sesini duydu. Bir, iki üç ve dört… Parmakları dolaşmaya başladı kemanın telleri üzerinde.

Teknik olarak mükemmeldi. Ama kendini duyamıyordu. Dinleyicilere baktı bir ara, korku içinde ve kendini kaybetmiş bir halde. Kendi çaldığını, defalarca tekrar ettiğini, ezbere bildiği parça ona yabancı, hiç tanımadığı bir müzik parçasıymış gibi geldi. Çalan kendisi değil, sadece parmaklarıydı adeta. Kendisini orada dikilip duran bir aksesuar gibi hissetti. Korku bütün bedenini sardı. Birden parmakları da donup kaldı. Her şey durdu. Nerede kaldığını hatırlamaya çalıştı, bilemedi. Piyanist, soru dolu bakışlarla kendisine bakıyordu. Sahnede küçülüp minicik kaldığını sandı o an.

Kaçıp gitmek, uzaklaşmak istiyordu oradan ama hareket bile edemiyordu. Çakılıp kalmıştı olduğu yere. Tüm bedeni zangır zangır titremeye ve gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Orada öylece kalmıştı ve hiç kimse yardım etmiyordu kendisine. Ne seyirciler arasındaki babası, ne annesi, ne öğretmeni ne de karanlık köşedeki piyanist. Herkes gözünü ona dikmiş sessizce izliyorlardı sadece. Diğer yarışmacı çocukların anne ve babalarının yüzlerinde böyle bir rakibin elenmiş olmasının sevinci vardı şimdi.

Kendisine göre çok uzun süre orada öylece çakılı kaldı. Nihayet babası sahneye geldi, kızını kucaklayıp yanaklarından öperek onu sahneden uzaklaştırdı.

Artık göz yaşlarına hakim değildi. Pudralı ve makyajlı yüzü göz yaşlarına belenmiş, berbat bir duruma getirmişti güzel yüzünü. Babası onu kaçırır gibi oradan uzaklaştırdı. Binadan çıkıp park yerindeki arabasına bindiler ve evlerine doğru yol aldılar.

Yol boyunca sadece ağladı kız. Babası son anda kızının elindeki kemanı alıp arka koltuğa dikkatli bir şekilde koydu. Kızın içinde kemana karşı, müziğe karşı, parmaklarına karşı hatta kendisine karşı bir öfke belirmişti. Arka koltuktaki kemana baktı. Onu parçalamak, parçalarken de onlarca parçaya ayrıldığının sesini duymak istiyordu. Ama kemana yetişmesine, onu koltuğa bağlayan emniyet kemeri engel oluyordu. Kararını verdi. Artık bu kemanı görmek istemiyordu. Bugünkü hatasını yarın anlamak istemiyordu. Hata yapılmıştı ve o bu yarışmanın dışında kalmıştı.

Böyle bir çalışma temposuyla böyle de yanlışlar yapılırdı işte. Düşünmeye başladığı günden bu yana hep prova yapıyordu. Diğer çocuklar, diğer akranları oyun bahçelerinde, parklarda oynarlarken o hep içeride hep keman çalıp dersine çalışıyordu. Yanlış notaya ve detone seslere izin yoktu bu evde. Kendisine ayrılmış küçük odasında, kulağında metronomun tik tak sesleri eşliğinde hep çaldı hep çaldı.

Şimdi bildiği, şimdi kesin kararını verdiği bir tek şey vardı.
O kemanın telleri üzerinde bir daha asla parmaklarını dolaştırmayacaktı…

( Keman Tellerinde Dolaşan Parmaklar başlıklı yazı HüseyinAkdemir tarafından 8/25/2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu