ilk önce kollarımızı yana açar,
karın en güzel yerine sırt üstü yatar
kara kendi şeklimizi verirdik
olmadı birbirimizi kara belerdik
kendimizce yokuş aiağı, o bembeyaz kara
ayaklarımızı çapraz-çapraz basarak,
karda traktör izi yapardık
ardından düz adımla tappıklayarak
güya sıkıştırır, kaymaya
alıştırırdık
değilse kayılımazdı, yüzün-kuyu olsa da
sonra iyice geriye çekilerek hızla koşar,
önce ayakta yanlamasına kayardık
sonra çömelip cümbür-cema(a)t
arka-arkaya
birbimizin beline tutunurduk
yarı yolda bir kenara savrulurduk
mutlaka
ne gam!! öndeki altta kalırdı
o büyük olduğu için ağlamazdı
acısından etrafa çalım satardı
ne kabahatimiz varsa
kendi başımıza kaymaya kalkardık,
sabahları
köyün en yukarısından,
Göçmen Evine doğru
rüzgarla karı savrulduğundan, gece boyu
yerler de don olurdu
sürçülüp giderdik kollar, dizler eskirdi,
eller, dizler, dirsekler kanardı
kimin umrunda
derken tepedeki güneş, eritirdi karın,
yerin donluğunu
daha çook vardı akşama
birileri çamura kapaklanırdı
her çarpışmada, düşmede, yaralanmada
gruplar arası çekişme olurdu
güçlü, arkalı, sesi çok çıkan, bağıran haklıydı
bu hep böyleydi, değişmedi asla ve kat’a,
bağır, haklı çık; haksız olsanda,
olmasanda
garibanlar ya bir kenarda kayardı
ya bir şeyleri göze alırdı
ya da bir kenarda bekler kayamazlardı
özelikle anasının kolladıkları
anaları gelmeden diğerlerine sokulamazlardı
Zebitoğlunun Iramazan, Şeytan Ali,
Semercinin İrecep, Felek Sülemeni,
dahil olamazdı oyunlara
beni, bir de onları oyuna almazlardı
alırlarsa da çok geçmez,
ağlayarak evin yolunu tutarlardı
baskın verecek analarına dert anlatmaya kalkmak
diğerlerini de sıkardı
en iyisi onları uzak tutmaktı
ben çelimsiz biriydim, üstelik
arayan soranım da olmazdı
olmadı hâlâ
çömelerek,
ellerimizdeki çöplerden,
güya destek alırdık
olmadı çömelenin ellerinden tutan iki kişi koşar
sıra ile birbirlerini kaydırırlar,
yaşça küçükler kayrılmazsa olmaz
eteklerini dizleriyle sıkıştırıdı kızlar
hava atmaya meraklılar sakatlanırlar
yine de
erkekliğe toz kondurulmazlardı
ben de
ağlasam da teselli edenim olmazdı,
ağşamasam da
aldırılmadım asla
kartopu oynamak biraz tehlikeli
görülmeyen, hesapta olmayan yerlere gidebilirdi
epeydir elimde çevirdiğim kartopunu atmış bulundum bir defasında
arkadaşımın kafasına gelecekti, bağırdım
döndü bana,
neye uğradığını şaşırdı ama
renk vermedi zavallı arkadaşım
sövemedi, biirşey diyemedi, ağlayamadı
ertesi gün sol gözü şiş, yüzü kapkara
gün herkes için güzeldir, ama
çok geçmez elceklerimiz[1] ıslanmış
oyunun ortasında,
bir bakarsın kar,
olmadı yağmur başlamış
birileri hiç aldırmazdı
Allahın rahmetinden kaçılmazdı
ne bahasına olursa..
koşarak pardıların saçakların altına sığınırdık
duvarın dibine yanyana sıralanırdık
kiremitlerden, buz sarkıtlarından
inen suyun yerde açtığı çizgi
ıslanma sınırımızı belirlerdi
sanki ıslanacak bir yerimiz kalırdı
acıktığımızı bile unuturduk çok zaman
birilerini çağırırdı anası
kimsenin gönlü oyundan ayrılmazdı
karanlık olsa da
[1] elcek: eldiven