İHANET
Ders masasında oturuyordu. Elinde bir kalem…. Etrafında buruşturularak etrafa saçılıp atılan kağıt parçaları….. Huzursuzca kıpırdandı. Tekrar içi sıkıldı. Bakışlarını camdan dışarıya doğru çevirdi. Kar yağmıştı. Çam ağaçlarının dalları karın ağırlığını taşıyamadıkça; demet demet kar yığınları puf diye ses çıkararak yere düşüyordu. Ayağa kalktı cama doğru yöneldi. Sıcak kalorifer peteğinin üzerine oturup buharlaşan cama işaret parmağıyla şekiller çizmeye başladı. Dalgınca….Gözleri dalarak….Sıcak gözyaşları göz pınarlarında birikti. Ağlamak istemiyordu. Küçükken yaptığı gibi sabit bir yere bakmaya başladı . Gözyaşlarının akmasını önlemek için. Böylece bir süre sonra göz pınarları kurumuş oluyordu. Kendi keşfiydi. Çocukken babası onu ne zaman azarlasa ağlamamak için gözlerini her seferinde babasının terliklerine mıhlardı. Hayatının her devresinde hep bu oyunu oynadı. Hiç bıkmadan…. Şu an ise…. Canı yanıyordu. Aslında yüreği yanıyordu. Alev gibi. Birden içi ürperdi. Omuzuna aldığı şala sımsıkı sarıldı. Ablası onun için dokumuştu. Ankara soğuk olur ayazı seni üşütür demişti yolcu ederken. Aklına düşünce gülümsedi…. Acıyla…. Gazi üniversitesi tarih bölümünü kazandığını öğrendiğinde ne çok sevinmişti. İdealleri vardı. Hatta ütopyaları….
İsteksizce masaya doğru yöneldi. Oturdu. Mp3 playerin kulaklığını taktı. Kırmızı parlak düğmesine bastı. Bir an o en çok sevdiği şarkının melodisi kulaklarında çınladı. Bu melodi acımasızca olan biten her şeyi ortaya dökmeye yetti . Kalemi tekrar eline aldı . Bu sefer kararlıydı. Bu mektubu yazacaktı. Yazmalıydı…. Başka çıkar yolu kalmamamıştı. Oyun bitmişti…. Buraya kadardı…. Yutkundu …. Boğazında biriken zehiri yok etmek isercesine….. Elindeki kalem canlandı. Şaha kalktı ve dile gelip beyninin tüm derinliklerindeki zehirli düşünceleri bir bir ortaya dökmeye başladı. Artık kalem onu yönlendiriyor karanlık içinde boğulmuş gerçekleri gün yüzüne çıkarıyordu. Kalem acımasızdı. Hayatın acımasızlığı gibi. Yok hayır hayatı acımasız hale getiren insanlardı. Aslolan buydu aslında değilmi?
Günlerce düşündüm . Yaşamım boyunca karamsarlık ve kararsızlık çemberinde bu derece döndüğümü hatırlamıyorum. Yazmak belki bir nevi kaçış olabilir. Fakat seninle karşılaşıp gerçekleri bir defa daha senden dinlemek…. Yok hayır…. Bu yapmak isteyeceğim bir şey asla değil. Bu neden ile şansını bu konuda çok fazla zorlayıp okulda beni aramaktan vazgeç. İstemiyorum! Hiç istemiyeceğimde! Sen hiç yoktun. Olmadın. Birden hayatımın içinde olman mümkün değil. Çok önceleri ölmüştün. Bu hep böyle idi . Ve böyle kalmaya devam edecek. Yaşadığım sürece…. Farkındamısın…. Sana hitap edebileceğim kelimeyi bulamıyorum. X bir varlıktan başka nesin ki ? Benim için X sin. Ve sana böyle sesleneceğim…. Dinle beni. Anlayıp anlamamam çok umurumda değil. Sadece yıllardır içimi kemiren nefret dolu bir başka ben olan ruhumu dışarı çıkarıp rahat bir nefes almak istiyorum. Boşaltmalıyım….. Rahatlamalıyım….. Zira ölmek üzereyim…..
X hatırlıyormusun. Yıllar önce bizi bırakıp gittiğinde arkanda bıraktığın ailenin neler yaşayabileceğini? Bir moloz yığıntısı haline dönüşmüş insanların üzerine bir başkası ile mutluluk ağacı dikmeye çalışmak bencil olmak kelimesinin çok daha ötesinde bir şey olsa gerek. İnsanoğlu ne garip değilmi ? Bu sahıs anne sıfatını taşıyan varlık da olsa….. Ne de olsa hepimiz çiğ süt emmişiz . Bu düşüncenin arkasına saklanmaya çalışmak sadece korkakların gerçek ile yüzleşmekten korktukları için uydurdukları yalandan başka bir şey değil.
Babam….. Sevgili babam….. Aylarımız hatta yıllarımız onu avutmak ile geçti diyebilirim. Koca adam hiçbir şeyden yılmaz dediğimiz babam tam anlamıyla çökmüştü. Çektiği acı duyduğu utanç ile hamur gibi yoğrulup günden güne büyüyordu. Aylarca hiç dışarıya çıkmadı. O çok sevdiği dükkanının kepenklerini bir daha hiç açmadı. Sanki kendini bir şekilde cezalandırıyordu. Evin içerisinde bir ruh gibiydi. Kendini odasına hapsetmişti. Çoğu zaman onu kendi kendine konuşurken buluyorduk. Günler geçtikçe tıpkı eriyen bir mum gibi sessizce sönüyordu. Gözlerimizin önünde onun eriyişini seyretmek ömrüm boyunca unutamıyacağım kötü bir film karesi gibiydi. Bu filmin karesi ılık bir sonbahar sabahında son bulduğunda hazin bir hikayenin bitiş resmi ortaya çıkmıştı. Senin resmin avucunun içindeydi. Ölümün o garip soğukluğu içerisinde…. Bütünleşmiştiniz….
Biliyormusun o gün ablam ve ben hiç ağlamadık. Ağlayamadık….. Bu nasıl bir yürek yangını idi. Kalbim buz gibiydi. Nefretin o yakıcı alevi dahi yüreğimi ısıtmıyordu. Zaman geçtikçe bu yürek taş oldu tıpkı bir kayanın sertliği gibi ama bir okadar da yüce….Sen geldin ve o kaya parçasını parçaladın. Yıllar boyu yüreğimin içinde saklı duran volkanı patlatıp dışarıya akıttın. Yüreğim hiç ağlamadığı kadar ağlıyor anne! Yanıyorum ben ….Ağlıyorum ! Bizi başkasına tercih edip bırakan annem için , ihanete uğramış babam için , beni okutabilmek için evlenmek zorunda kalan ablam için. Ve kendim için…. Bu benim annem diye tanıtamıyacağım varlık için….
Biliyorsun değilmi X İHANETİN ÖZRÜ OLMAZ. Telafisi ise hiç olmaz.Sen hiç yoktun. Hiç olmadın. Ve bundan sonrada hiç olmayacaksın.
Son kelimesinin ardından noktayı koydu. Sabit bir şekilde son yazdığı cümleye gözleri takılı kaldı. Küçük oyununu oynama başladı .Bu sefer imkansız gözüküyordu. Bir damla gözyaşı göz pınarlarından yuvarlanıp kağıdın üzerine düştü. Çivit mavisi kalem ile yazılmış olan İHANET kelimesi bir anda bulanıklaştı ; beyaz sayfa üzerine hızla rengi dağılarak yayılmaya başladı. Devamında salıverdi fütürsuzca gözyaşlarını büyük bir boşvermişlikle….
21.12.2010
ANTALYA