TÖRE                                                                     

 

Kaçkar dağının  Düz vadi eteğinde küçük bir dağ köyü.  Dağın yamaçlarından esen sert poyraz rüzgarı Fatıma nın başındaki yazmanın püskül menekşe oyalarını savuruyor.  Soğuk sert rüzgar ay gibi parlak ışıl ışıl yüzünü yakıp geçiyor. Büzülmüş   ayaklarına altına alıp iki kolları ile bedenini sımsıkı sarmış.  Boynu yana yatmış gözleri toprağa dikili öylece sessiz…

Islık gibi öten rüzgarın sesine  Anakadının  yanık ağıt dolu sesi karışmış.  Yükselen ses karşı dağın doruklarına doğru çarpıp geri geliyor.  İnsanın iliklerini dondururcasına  yakılan ağıtlar tüm köylü kadınlarının yüreklerini ağızlarına getiriyor.   Başlar yerde tülbentleri neredeyse gözlerine kadar çekilmiş. Soğuk yelden korunmak için  sarınmışlar.  Birazda karşı tarafta ki  bahçe çitinin  yanında musalla taşının etrafında ayakta bekleyen köyün adamları nameğrem diye kendilerini koruma iç güdüsü ile  yazmalarının altına saklanmışlar.

Anakadın bağırıverdi acıyla.  Eyvah oğul sen getmişsen , sen ölmişsen . Gözlerim yollarda gülmirem oğul.  Neylirem iğitim .  Civanparem yaktın yudun anan…  Ağıt yükseldi.  Karşı dağa çarptı geldi Fatıma nın kulağının içine doldu. İrkildi.  Dalmış gitmişti.  Düğün gününü hatırlayıvermişti.  Her bir yeri süslenmiş gelin odasında  bekliyordu.  Heyecandan avuç içleri ter içindeydi.   Güveyin arkadaşları Hasanının  sırtını yumruklayarak onu gelin  odasının içine atıp arkasından  kapıyı kapatmışlardı.  Hasanı  yanına yaklaşıp Fatıma deyip   cebindeki yüz görümlüğü olan beşi bir yerdeyi incecik ipek gibi yumuşacık bağazına takıvermişti.   Fatıma  narindi.   Daçiçeği gibiydi.   Boynunu büktü  Hasanı onu boynundan öperken.  Utandı eli gece lambasına doğru yöneldi karanlığın rengine saklanarak kendini  Hasanının koynuna bırakıverdi.

               Yanındaki  Fazılların yeni gelini onu dürttü.  Toparlandı.  Ar etti. Yanaklarına ateş bastı.  Gelin Narin anlamışmıdır diye göz ucuyla baktı.  Yeni gelin ağıt eşliğinde sallanıp duruyordu.  Fatıma   gözlerini musalla taşında yatan Hasanına çevirdi.   Yakışıklı yüzü solmuş uzun kara kirpikleri yarı gölgeli kıpırtısız ve suskundu   İçinden bir şeylerin akıp gittiğini hissetti.   Ne olduğunu anlamadı korku ile eline karnına doğru götürdü.  Hasanım burada dedi içinden.  Yüreği sızladı.  Yaktın beni aslanım Hasanım dedi.  Kendi bile duymadı söylediklerini. Mecali kalmamıştı.  Yüreği yangın yeriydi.  Kaçsam Kaçkar dağına doğru koşsam.  Dövünsem ağlasam saçım başım yonsam.  Dereleri tepeleri aşsam da Hasanıma kavuşsam diye düşündü.  Acısını içine gömmek analığı gibi ağıtlar yakamamak kor olmuş yüreciğini içine sığdırmaya çalışmak boğuyordu onu.  O gelindi, mazlum ve sessiz olmalıydı. Ona tanınan hayat buydu.  Erinin  arkasından ağlamak görülmüş şey değildi.  Elalem ,köylü kadınları ne derlerdi sonrasında…..  

              Köyün imamı cemaatten son helalliğini alıyordu.  Helal olsun sesleri ile ağıt sesleri birbirine karıştı.  Aldılar götürdüler koca Hasanı.   Kaçkar dağının yamacındaki köy mezarlığına.   Dağ onu almıştı  ayırmıştı  Fatımasından.   Bu  son demişti.  Bir daha dağa  gidip ağaç kesmiyeceğim.   Şehirde iş bulup yakında seni de yanıma alacam demişti  Hasanı.   O çok sevdiği Kaçkar dağı hasanına mezar olmuştu.  Dev gibi  büyüklükte kestiği  sarıçam  onu altına alıvermişti.  Yıkılmaz dediği yiğit eri alev gibi sönüvermişti.   Hasanı onu yad ellerde bırakıp  gitmişti. Nasıl dayanacaktı yüreciği bunca acıya.  Bilemedi…

              Derken zaman geldi çattı.   Çekilen acılar yürekde kabuk bağlarken haftasında  Fatımanın kaderi belirlendi.   O  muhtar kızıydı.  Babası köyün şanlı ağa muhtarı idi.   Bir gece ayazında muhtar babası ile babalığı Fatımanın talihsiz kaderine yol çizdiler.   Ona sormadan yüreğini dinlemeden.   Geceleri sabahalara kadar Hasanı için ağlayıp dua ettiğini  bilmeden….

              Şubat ayının keskin ayazında sessizce  Hasanının duasını yapan imamın önünde yanında küçük kaynı Bilal otururken  bir kez daha kıydılar nikahını.   Başı önünde, yüreğinde sızı ,yutkunamazken bile evet sesini çıkarmaya mecali yoktu. Yazgım buymuş diye aklından geçirdi.  Kaderini başkaları çizen küçük Fatımaydı.  Kaçkarın dağ köyünde yaşayan herhangi bir çocuk gelinden başkası değildi.  Ona tanınmış  hayat bundan  ibaretti.   Bu  töreydi.   Gamlı taşı bağrına alıp basarak ona tanınan kaderi yaşamak boynunun borcuydu.

              Gelin odasından  küçük güveyi beklerken eli karnındaki  doğacak olan bebesine  gitti.  Belli belirsiz okşadı.  Gözlerinden  akan gözyaşları  yanaklarından  aşağıya doğru süzüldü.   Sessizce mırıldandı.   Ben  hep seni seveceğim Hasanım  dedi.   Ve gözleri yumruklanan kapıya yöneldi.  Korkuyla irkildi….

                                                                                     21.12.2010                                                                                     

( Töre başlıklı yazı sevilay-dilb tarafından 23.12.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu