Şiirin Coğrafyası
Coğrafya deyince, benim aklıma olabildiğince,
ulaşabildiğimiz hayal iklimi gelir. Bazen hudutlarıni bile tespitte
zorlandığım bir hayal iklimi...Oysa insan, birşeyi kullanmak için daha
çok kuşatmak ister, kuşatmak isteği bir sınırlandırmayı getirir. Bu
anlamda aklımıza danıştığımızda, her şeyin bir sınırı ve şekli olması
gerekliliğine inanırız. Şiirse, ruhumuzun düğümsüz yanından çıkması
nedeniyle, kendisine peşin olarak bir hudut-sınır tayin edilmesinden
hoşlanmaz. Şair bu anlamda şiirin isteğine uymak zorundadır ve ya
zorunda mıdır? Sanırım ben birincisinden yanayım biraz.
Tarihsellik
içerisinde şiire baktığımızda; iç alemimize ait coğrafyanın ki, bu bir
hayal coğrafyasıdır. Dışımızda varolan gerçek coğrafyadan daha geniştir.
Buradan hareketle, şiir daha çok içimize ait bişeydir demekte mümkün.
Tamamen diyemiyoruz çünki, sırf gerçek coğrafyayla hayal dünyasını
besleyen şairlerin varolduğunu biliyoruz. Karacaoğlan bir şairse, bu
anlamda iyi bir örnek saymamız mümkün. O bir kentin sokaklarını yayan
olarak gezen biri gibi coğrafyada gezer ve algılamalarını hayalleriyle
besleyerek şiire dönüştürür. Karacapğlan’da, Dadaloğlu’nda, hem tabiyat,
hem kişiler birer gerçekliktir. Onlar sadece kendi hayallerini bu
müşahhas şeylere sızdırarak şiirlerini varederler...
Çoğunluğu
oluşturan ve coğrafyalarının büyük bir bölümünü iç dünyalarının ve
hayallerinin kuşattığı iklimde gezinenler, bunlar kesif olarak yalnızca
hayal ederler ve müşahhas coğrafla ve varlıkları, hayallerini belirgin
hale getirmek için bir tür malzeme gibi kullanırlar. Birincilerde
ayağımız taşalara, saçlarımız dallara takılırken, ikincilerde daha çok
boşlukta ve sonsuzlukta bir tür rüzgarla konuşuruz...
Bu
değerlendirmemin gölgesinde ben, daha çok müşahhas bir coğrafyadan
geliyorum. Yani kentli biri değilim. Hayallerimde bir kentlinin
hayalleri değil. Belki sanayi devriminden önce gelseydim, sırf
Karacaoğlan şiirleri yazacaktım eğer yazdıklarım şiirse. Oysa hayat
hızla kentleşiyor. Bizim kent şiirimiz henüz oluşmadı. Bilinir ki
kültürel değişmeler, kesin zaman tayin edilmese de reel gelişmelerden
biraz daha geç tekamül ederler. Hayat bu denli değişmesine rağmen, artık
ülkemizde bile kentli nüfus yüzde seksenlere dayandığı bir düzlemde,
halen Kerem-Aslı, Leyla-Mecnun şiirleri yazmamız bize neyi anlatmak
istemektedir ? Bizim, bize ait iç dilimiz mi yok, yoksa yalnızca bir
taklitimi yaşıyoruz ? Modern kent dünyasıyla, şiir nerede ve ne zaman
buluşacak ? Yoksa kent ve modernite, bizi reel dünyadan daha çok
koparıp, tamamen bir hayal coğrafyasına mı hapsedecek. Hayallerimiz
genişledikçe biz küçülerek kayıp mı olacağız ?
Dünya-Ahret,
Fizik-metafizik, dış dünya ve içimiz? Sahi sizin hayal coğrafyanız
nerede başlıyor ve nerede bitiyor ? Merak ettim...
(
Şiirin Coğrafyası başlıklı yazı
HayrettinYazcı tarafından
10.01.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.