FURBY

İlkbaharın tatlı sıcaklığıyla kuşlar camın kenarında bir koro tutturmuş ve evin afacan çocuğunu uykusundan, adeta kendilerine eşlik etsin diye uyandırmışlardı. Çocuk, yatağından kalkar kalkmaz soluğu babasının yatağının başucunda almıştı. Baba, haftanın yorgunluğunu yatağına sarılarak ve başını yastığa gömerek atacağını düşünüyordu. Anaokuluna bu sene başlayan kızının: “Baba, baba! ” diye yüzüne vurduğu o minicik avuçlu ellerinin sıcaklığıyla irkildi. Gözlerini daha ovalayamadan küçük afacanın: “ Baba, baba!” çığlıklarıyla uyanıyordu.

Çocuk, babasının kendisine önceki hafta verdiği sözü hatırlatıyordu. Baba zihnini zorlayarak verdiği sözü hayal meyal hatırlamaya çalışıyordu: “Haftaya seninle gezmeye ve istediğin oyuncağı almaya gidebiliriz. ” demişti ve bu, verilmiş bir sözdü ve yerine getirilmeliydi.

Kahvaltı sofrasını donatmaya çalışan anne, minik afacanı yatağında bulamayınca aramaya koyuldu. Yatak odasından gelen sese doğru yöneldi. Bu arada baba – kız sohbetine de kulak misafiri olmaya çalışıyordu. “ Oyuncak, çarşı, gezmek, söz… ” kelimelerini ani bir kavramayla aklında cümle haline getiriyordu. Kızına geçen hafta söz vermiş olan beyinin cümlelerini hatırladı.

………..

Baba – anne – kız üçlüsü sofrada kahvaltılıkların ve sıcacık çayın tadını alırken, afacan da o hızla lokmaları yutmaya çalışıyordu. Neyse ki çocuğun dediği oldu ve çabucak yapılan kahvaltının ardından yola çıkıldı.

Çocuk, kendisinde oyuncakçı dükkanının oyuncak raflarının arasında bulduğunda, arabanın kapısının açılması ve kapanması ona bir an gibi gelmişti.
Minik afacan, o kadar oyuncağı ancak hayallerinde görebilmişti. “Acaba hangisini alsam!” düşünceleri kanatlanmış hayal dünyasında uçuşuyordu. Bu düşünceler zihninde uçuşurken, atılan okun hedefini bulması gibi, göz ve akıl ikilisi onu “ Furby ” denilen oyuncağın önüne getirmişti. Minik afacan, onu iki avucu içine aldığında gri – siyah tüylerinin yumuşaklığını hissediyor, kocaman yeşil gözlerini, uzun beyaz kulaklarını ve sarı gagasını tanımaya çalışıyordu.

O da ne!
Bu sevimli sanal yaratık konuşuyordu. Acıktığını söylüyor ve dükkânın müziğiyle beraber oynuyor ve adeta müziğe eşlik ediyordu. Karar verilmişti ve bu oyuncak alınacaktı. Baba, elini cüzdanına götürdüğünde bunu alacak parasının olmadığını gördü ve eli titreyerek de olsa kredi kartına gitti. Limiti aşmıştı, fakat kızına söz vermişti, almalıydı. Baba ve anne oyuncağı aldıktan sonra çocuklarının sevincini gözlerindeki ışıltıdan okuyabiliyorlardı.

“ Furby ” denilen bu sanal oyuncak, ailenin ayrılmaz bir parçası olmuştu. Misafirlikte, yemekte, yatakta adeta afacan çocuğun bir parçası haline gelmişti. Yemek masasında bir sandalye de evin bu yeni misafirine ayrılmıştı. Anne – baba bundan mutlu gibi görünüyordu. Çünkü çocukları yemek masasına isteyerek geliyordu, nazlanmıyordu. Birlikte uyuyup aynı saatte kalkıyorlardı. Adeta yaz mevsiminin güneş sıcaklığını andıran bir dostlukla birbirlerinden ayrılmıyorlardı.
“ Furby ”bazen acıkıyor, yemek; bazen de ilgi ve sevgi istiyordu. Afacan çocuk ise, küçük kalbinin yettiği kadar ilgi göstermeye çalışıyordu.

Bir aydan bu yana evde her şey güllük gülistanlık gibiydi. Evde yaramazlık yapan yoktu.“ Aman evladım dikkat! ” gibi sözler eskisi kadar sık duyulmuyordu. Baba, işten geldikten sonra rahat bir nefesle gazetesini gözden geçirirken, tavşankanı çayının sıcaklığını ve doyumsuz tadını dudaklarında hissetmeye çalışıyordu. Anne ise, mutfakta rahat rahat işlerini yapabiliyordu. Günlük yapılan temizlik işleri iki günde bir yapılır olmuştu.

Minik afacan, ailesi bıraksa okula, yeni arkadaşıyla gidecekti. Anaokulunda hep yeni arkadaşını düşünüyordu. “Acaba annesi yemeğini yedirmiş miydi, onunla ilgilenmiş miydi? ” sorularıyla boğuşurken, öğretmeninin: “ Kızım, bir sorunun mu var, seni uzun zamandan beri düşünceli görüyorum?” sözüyle irkildi. Geçiştirmece cevaplarla atlatmıştı öğretmenini.

Evde odasından çıkmayan çocuk, yavaş yavaş anne ve babasını endişelendirmeye başlamıştı. Çocuklarının dünyası sadece bir oyuncaktan ibaret olmaya başlamıştı.

………

Bir gün odasından heyecanla çıkan çocuk, babasının dizine vuruyordu. Oyuncağı, biricik arkadaşı kocaman mavi gözlerini boşluğa dikip, öylece bakakalmıştı. İlkin ne olduğunu anlamamıştı. Babası: “Herhalde hastalanmıştır, istersen doktora götürebiliriz.” sözleriyle kızını avutmaya çalışıyordu. Fakat nafile. Anne ve baba bir süreliğine birbirlerine boş ve çaresiz gözlerle bakakaldılar. Ellerinden bir şey gelmiyordu. Annesi, uzun zamandır biricik evladıyla ilgilenmediğini, çocuğunun gözlerinin içine bakınca anladı.

Oğlunun biricik dostu, düşüncelerinin arkadaşı Furby, gözlerini boşluğa dikmişti ve yapılacak bir şey de gözükmüyordu.
O gün yemek masasında çocuklarını boş ve üzgün gözlerle, ellerini çenesine dayamış bir şekilde görün anne baba, bir oyuncağın çocuklarının kalbinde, kendilerinin yerini kısa bir zamanda nasıl doldurduğuna şahit olduklarında birbirlerine içten içe kızmadan edemediler. Ama bunu belli etmemeye çalışıyorlardı. Acaba bu oyuncağı almakla hata mı etmişlerdi, almasalardı daha mı iyi olacaktı? Fakat baba biliyordu ki: “ Geçmiş zaman, sıkıntılara, sorunlara çözüm olmayacağına göre içinde bulunulan zamana uygun olarak bir çözüm yolu bulmak gerekir. ” sözüne uygun hareket etmenin en doğru ve çabuk karar olduğunu.
Ortada vahim bir durum vardı. Buna acilen bir çözüm bulunmalıydı. “ Ama nasıl? ” sorusu bir “ Gonk! ” sesi gibi zihninde gelgitler yapıyordu. Oyuncak bozulmuştu. Yenisi alınırsa, daha kötü sonuçlar ortaya çıkabilirdi. Oyuncağın, çocuklarının kalbinde oluşturduğu boşluk tez elden doldurulmalıydı. Anne – baba elbirliği edip, o hafta sonlarını geleceklerinin teminatı biricik evlatlarına ayıracaklardı.

………..

Çözüm yolu anne babanın zihninde şimşek hızıyla göründü ve hemen uygulanmalıydı. Çünkü yeterince zaman kaybedilmişti: “Biricik evlatlarıyla hoş ve dolu dolu zaman geçirmek.”
Baba-kız çarpışan arabalarda bir o yana, bir bu yana savrulurken, anne kenarda tebessüm ediyordu. Ardından kuş cıvıltılarının ve ağaç yapraklarının hışırtılarının eşlik ettiği bir yemek masasında babanın yaptığı espriler, minik afacanı o eski günlerine götürüyordu.

Neyse ki, erken fark edilmişti. Teknolojinin son harikası olarak görülen bir oyuncak bile, küçücük bir çocukta anne – baba sevgisinin yerini tutmuyor, bu sevgiyi tattırmıyordu.


ÖMER BATI
24.07.2007 - Gaziantep
( Furby başlıklı yazı Ömer Batı tarafından 3.06.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.