Sadece televizyon ve radyodan haber alabiliyordu insanlar, ancak deprem bölgesindeki yakınlarının durumları hakkında hiçbir şekilde bilgi alınamıyordu.
Tüm telefonlar kilitlenmişti adeta, aynı mahalledeki insanların bile birbirleri ile telefonla haberleşmeleri imkansızdı.
O yıllarda İzmir’de yaşayan Kerim’in ağabeyi Ferhat, Ödemiş ilçesinde depremle uyanmıştı.
İçine düşen şüphe ile hemen radyoyu açmış, haberi Kerim’den saatler önce öğrenmiş, o da annesine ve ablalarına ulaşmaya çalıştıysa da, bu mümkün olmamıştı.
Ferhat çaresiz bir şekilde, sabahın ilk ışıkları ile, bir yakının arabasıyla yollara düşmüş, İzmir’den deprem bölgesine yaklaşık on altı saatte varabilmişti.
Bitip tükenmek bilmeyen yol boyunca çok garip dualar etmişti. “Allah’ım, hiç değilse üçünden birisini sağ bulayım. Allah’ım üçünü birden kaybetmeye ne ben dayanabilirim, ne de kardeşim Kerim, yardım et Allah’ım! Bir tanesi yaşasın”
Avusturalya’ da ise Kerim, uzun süre ağladıktan sonra, kısmen de olsa ilk şoku atlatmış, Türkiye’ye ulaşmanın çarelerini aramaya başlamıştı.
Kisho uçak şirketleri ile irtibata geçmiş, ancak ne yazık ki ilk uçağın on bir saat sonra olduğunu öğrenmişti. Böyle elleri kolları bağlı duramazlardı.
“Telefon, telefon” dedi Kerim, bu telefon elbet cevap verecek, elbet ulaşacağım onlara, onlara olmasa da ağabeyime ulaşmalıyım.
Bu sözleri defalarca tekrarlayıp durdu, kendi kendine. Ama sonuç hep aynıydı “aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor” ya da, hatlardan gelen ve sinirleri alt üst eden bir vınlama sesi…
Yaklaşık üç saat sonra nihayet, ağabeyinin iş yeri numarasını düşürdü.
Tabi ki Kerim yollarda olduğu için, telefona çıkan arkadaşlarından sağlıklı bir haber alamadı.
“Hayır” diyordu. Ağabeyinin arkadaşları, “gitti, o şimdi yollarda, biz de ulaşmaya çalışıyoruz ama, hiç kimse kimseye telefonla ulaşamıyor.”
Deprem bölgesinde çok can kaybedilmişti. Ama Kerim’in ailesi, belki de en şanslılarındandı.
O gün, İstanbul’da yaşayan ablası Ayşe’de annelerinin yanına gelmiş, küçük abla Zehra ile birlikte Mukaddes hanımı doktora götürmüşlerdi.
Mukaddes hanıma iğne vurulmuş. Doktor, “ayaklarının üstüne bu gece basmayacak” diye tembih etmişti.
Her şeye rağmen iki kızıyla bir araya gelen Mukaddes hanım neşeliydi, arada bir İzmir’de yaşayan Ferhat’la telefonla görüşüyorlar, cep telefonları yeni yaygınlaşmaya başladığından, Ferhat sürekli ablalarına mesaj göndererek onlara şakalar yapıyordu.
İki kız kardeş ve anaları geç saatte yattılar. Bir müddet sonra da tatlı uykularından, o koca şehirlerdeki tüm insanlar gibi çığlıklarla uyandılar.
İki kardeş, ayakları bantlarla sarılı analarını merdivenlerden sürükleyerek indirdiler.
O bölgede yıkılan ev olmamıştı. Yaklaşık bir saat sonra İstanbul’dan ulaşan Ayşe’nin eşi, üçünü birlikte alıp İstanbul’a götürmüştü.
Ferhat; Ana evinin önüne geldiğinde binaya doğru korkuyla baktı ve binanın sapasağlam ayakta olduğunu görünce yere çöküp dakikalarca ağladı.
Çevredeki komşular “birisi arabayla onları alıp götürdü” deyince, eniştesinin götürmüş olacağını tahmin eden Ferhat bu defa da, İstanbul yoluna düştü.
Bir saatlik yola yaklaşık beş buçuk saatte vardı. Yol boyunca yanlarından, hemen her dakika siren sesleri ile ambulanslar geçiyor, karanlık şehirleri ambulans ışıkları aydınlatıyor, yine sessizliği ambulans sirenleri bozuyordu.
İlk kucaklaşma, ilk ağlaşma Ferhat ile ailesi arasında yaşandı. İlk heyecanı attıktan sonra dördü de, “Kerim şimdi ne haldedir “diye düşünmeye başladılar.
Ama deprem bölgesindeki kayıpları ve yaşananları gördükçe, gurbetteki oğullarını bile unuttular. Ferhat ve akrabası, ailenin sağlık haberini aldıktan sonra, tekrar deprem bölgesine dönerek oradaki kurtarma çalışmalarına katıldılar.
Ferhat’ın gördüğü manzaralar içini ürpertiyordu. Gölcük, Sakarya, Yalova vs. bütün Marmara bölgesinde deprem, bütün acımasızlığı ile kendini göstermişti.
Yıkılan evlerin göçüklerden kurtarılan yaralılar sevindirirken, çıkarılan cenazelerin caddelere dizilişleri, insanların yüreklerini dağlıyordu.
Her göçüğün başında umutlu bekleyen yakınların yakarışları, hâlâ Ferhat’ın kulaklarındaydı.
Ferhat bu manzaraları gördükçe, bir yandan annesi ve ablalarının hiç yara almadan depremi atlatmalarına sevinirken, bir yandan da kurtarma çalışmaları esnasında yaşadıkları, hayatında unutamayacağı acı anıları arasında yerini almıştı.
Bu arada Kerim’de nihayet bir uçak bularak, yedi yıl sonra bu acı olayla birlikte, vatanına ilk adımını atmıştı.
Onu, hava alanında ağabeyi Ferhat karşıladı.
Ferhat hava alanında, yirmi dört yaşındayken gurbete gönderdiği “gülünü,” kara yağız kardeşini bekliyordu.
Ama, karşıdan el eden kişi kendisine doğru bakmasa, ya da gözleri, o gözleri olmasa” bu benim kardeşim Kerim” demesi mümkün değildi.
Yıllar ve gurbet Kerim’den çok şey alıp götürmüştü. Ferhat bunu, ona hissettirmediği bir acıyla içine akıttı.
Karşısında, başında saç kalmayan, göbekli, neredeyse orta yaşın üzerinde bir adam duruyordu.
Her şeye rağmen, iki kardeş hasretle dakikalarca kucaklaştılar. Bu kucaklaşma daha sonra eve vardıklarında, yine beşli bir sevgi yumağına dönüşmüştü.
Devam edecek