Birkaç gün sonra Kerim Türkiye’den getirdiği el dokuma halıyı kayın pederi rahip Mikao’ ya gönderdi, Balıkesir’in “Sındırgı ilçesinin köylerinde dokunan bir Yörük halısı” “Yağcı bedir” artık Japonya’da küçük bir kilisenin salonunu süslüyordu.
Rahip Mikao gelen ziyaretçilere, gururla “Türkiye’den damadım gönderdi” diyerek dünyanın bir ucundan, Müslüman bir ülkeden gönderilip, kiliseyi süsleyen değerli halısını gösteriyordu.
Kisho ile Kerim çok mutluydular, artık Japonya’ya ve Türkiye’ye bir torun haberi vermenin zamanı gelmişti.
Hayat olağan akışında sürüp giderken, bir gün Kerim her zaman olduğu gibi sabaha karşı işini bitirmiş çalıştığı taksi ile eve dönüyordu, ana caddede ilerlemekte iken, birden yan yoldan bir arabanın fırladığını fark etti, arabayı ters tarafa çevirmeye, fren yapmaya çalıştıysa da olan olmuştu.
Gecenin sessizliğini iki arabanın fren ve lastik sesleri bozuvermişti.
Zorla arabayı durduran Kerim, diğer arabaya koşup baktığında, arabanın direksiyonunda sarhoş bir bayan şoförün gülmekte olduğunu görünce, sinirden ve heyecandan ne yapacağını şaşırdı.
Kısa bir süre sonra Avusturalya polisi yanlarındaydı, ne oldu diye sorduklarında “Kerim bir çırpıda olanları anlatıverdi ve hanımefendi alkollü” Dedi.
Polis kimlik istedi. Kerim’in kimliğine baktı, sonra dönüp Kerim’e baktı,
Garip bir tavırla “Sen Türk müsün? “ Dedi.
Kerim; evet ama, “Aynı zamanda Avusturalya vatandaşıyım” Diye kendini savunma ihtiyacı hissederek cevap verdi.
Polis; sonradan olma vatandaş yani, “Bir de utanmadan hanımefendiye sarhoş diyorsun”
Bu arada “Yavaş yavaş kendine gelen Avusturalya’lı kadın” gülümseyerek olanları seyrediyordu.
Polis; kadına dönerek, “Davacı mısınız? “ Diye sordu.
Kadın bir an duraksadı ve hayır “Eğer zararımı öderse davacı olmam” Diye cevap verdi.
Polis; tekrar Kerim’e dönerek ” Duydun hanımefendiyi, ne diyorsun?” diyince
Kerim içine düştüğü durumun farkına vararak, çaresiz “Tamam öderim” dedi…
Eve doğru giderken, içinde ki acıdan, belindeki acının farkında bile değildi, o kazadan Kerim’e iki hatıra kalmıştı.
Birincisi “ Avusturalya vatandaşı do olsa, o ülke de, her zaman ikinci sınıf vatandaş muamelesi göreceğiydi”
İkincisi ise”Ömrü boyunca belinde hissedeceği ağrı”
Yunanlı patronuysa Kerim’in tedavisi için yardımcı olmakla kalmayarak, karşı tarafın her türlü zararını da karşılayıp yine örnek bir davranış göstermişti.
Kerim bir süre takside çalışamadı. Yaklaşık bir buçuk ay tedavi gördü, tam olarak iyileşmese de iki ay sonra tekrar işine döndü.
İki bin yılının Ocak ayının on beşinci günüydü, o sabah Kerim ve Kisho kontrol için doktora gideceklerdi.
Ancak sabaha karşı geç saatte taksideki işinden gelen Kerim derin bir uykudayken, karısı ona kıyamamış ve doktora gitmek üzere sessizce evden ayrılmıştı.
Sonucun olumlu olduğunu, bir bebek sahibi olacağını öğrenen Kisho, müjdeyi vermek üzere hastaneden çıktığında mutluluktan adeta yere göğe sığmaz durumdaydı. Sakin olmaya çalışıyor ama heyecanını bir türlü yenemiyordu.
“Bu koca Türk belki doktora yalnız gittiğime kızacak, ama bebeğin müjdesini alınca öfkesi geçer” diye geçirdi aklından.
Eve geldiğinde Kerim halen uyuyordu. Neşe içinde bağırdı “Kalk bakalım koca Türk!”
Kerim aniden fırladı yataktan, “Saat, saat kaç oldu?” Doktora gidecektik, hazır mısın Kisho ?” Diye telaşlı bir vaziyette konuşuyordu.
Kisho; sen halen uyu bakalım, ben çoktan gittim, geldim bile doktora…
Bir taraftan gözlerini ovuşturan Kerim kekeleyerek konuştu “Na nasıl, gi gittin mi doktora?”
Evet ya gittim, “Yakında baba oluyorsun” diye bağırdı Kisho.
Kerim aniden yataktan kalktı ve minyon tipli Japon karısını kucağına alıp “Alllllaahhhhh diye bağırarak” evin içinde koşturmaya başladı.
Kisho” Dur deli adam ne yapıyorsun” Dediyse de,
Kerim coşmuştu bir kere, hemen Türkiye’yi annemleri, sonra, sonra da Japonya’yı arayalım,
“Herkese, herkese verelim müjdeyi “ diyerek Kisho’yu yatağın üzerine bırakıverdi.
Telefon çaldığında Türkiye’de gece yarısıydı. Mukaddes hanım artık bu saatlerde telefonlara alışkın olduğu için sadece “Hayırdır inşallah” diyerek telefonu açmaya koştu.
Kerim telefonda; “Mukaddes hanım şimdi sıkı dur sana bir müjdem var” diyince, annesi zaten ne demek istediğini anlamıştı.
Yine de heyecanla yutkunarak, torun mu yoksa? Diye sordu
Kerim; “Evet anacım bildiniz” cevabını verince, Mukaddes hanım o arada gözlerini ovuşturarak yanına koşan kızı Zehra’yı sevinçle kucaklayıvermişti bile…
Az sonra Japonya’yı aradıklarında orada da benzer tepkilerle karşılaştılar, iki genç yine Türkiye, Avusturalya, Japonya arasında bir köprü, bir sevgi yumağı oluşturmuşlardı.
Devam edecek