...



Baktım ki evren benden çok yüce, benim har’ım onu boğar, kelimelerim ateşten yoğrulmuştur, kor’lu harfler dil’i yakar...

Oysa ateş’in yangını yalnız kendinedir.
Kelimelerim bu yangında su’ya dönmüşse bunda yeteneksizliğimin ne kusuru var?

Oluruna bırakmaktır bazen, en doğru olan…

Öyle ya; ‘basit bir çocuk eğlencesidir bu, makas kağıdı keser, kağıt taş’ı sarar ve taş makas’ı ezer!’

Her oyun kendi sonunu uydurur biterken.
Makas en güzel yerinde keser bir aşk’ı, sözler kağıda dökülür ve yakılır sevgiliye verilmeden sonra taş gibi oturur içine yar’dan gelen bakışın sancısı…

Evren acizdir bir aşk sona ererken.
Akıp giden avare günleri rafa kaldırmaktan başka şey gelmezken elinden, melul bir iç ağrısıyla yüzleşir. Ağrı, her zaman doğruyu gösterir. Acı’nın nereden geldiğini bilir, çareyi içinde taşır. Ağrı’nın hizasından iz sürmelidir acıyan yaralara doğru.

Akıl bazen yarı yolda bırakır ruhu, ‘O’ eğlenirken ruh can çekişir. Sözlere çok kafa yormadan, oyuna dahil olmak en us’lu iştir. Derviş gibi sabırla, tesbih taneleriyle hasret çekerken, zihne bağdaş kurup oturan yar’i bilmem nerelere sürmeli o vakit! Elbet vardır bunun da bir hikmeti, ki hikmetinden sual olunmaz mucizelerin…

Belki de yar’i sürme gibi gözlere sürmeli sonra başım gözüm üstüne diyip buyur etmeli gönül sofrasına…

İnsan acizdir, çok acizdir yitenler karşısında. Elini kolunu bağlayan telaşsız, heyecansız, katı ve gitmemeye kararlı mevsimlerin artığı bir kuru gülümseme nelere kadirken, olmaz işte…. Sırtında bir kambur gibi taşırsın, gitmemeye yemin etmiş, gülümsemez asık yüzlü garipleri. Bilmezler ama, nasıl aldıysa gönül bahçesine hırsız gibi girenleri, yakaladıysa suç üstü, bahçeden çıkarmasını da bilecektir alim olan kişi. Kişi kendini biliyorsa niceleri hak getiredursun. Sitemin ne hükmü kalır ki haksızlık üzerinde. Allak bullak olmuş bir hayatta birisinin çıplaklığı başkasına utanç veriyorsa, soyunulan şey nedir öyleyse başkasına ah verecek, parçalayıp yem gibi leş niyetine önüne sürülecek kimsesiz akbabaların. kalptir, kalp! kalbini soyunur ya insan... Kendi çığlığında boğuluyorsa biri, kendi ızdırabından kendi kaçıyor ve kendi yiyorsa kalbini, soğuk demirleri paslı ellerle tutmak bu saatten sonra kimi incitebilir?

Öylece duruyor ve buradayım diyebiliyorsa insan, kalbini el feneriyle arayıp da keşfe çıkmak, iz süren hiçbir seyyaha sığmaz. O zaman ne yapmalı diye akla takılan sorunun azizliği şudur ki; beklemek yola koyulmaktan daha yorucudur, öyleyse nitelikli olan nicelikleri zamanın gergefine teslim etmemek boyun borcu olsa gerek. 

Sevdiklerine sıkı sıksı teslim olmalı insan bazen, bağlar kalbini dağlıyorsa bile sevgisiyle…




fulya/mart2011

( Taş-kağıt-makas başlıklı yazı Fulya Codal tarafından 8.11.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu