...
Sonra incinmişiz, incinmişiz sonra, en son incinmişiz, incinmişiz biraz da/ha...
Bulutlarımızın bezginliğinden belli; üzerimizde yakışıksız bir hüzün oturmamış neşemize...
Bugünlerde sağ-cılık, sol-culuk eskidi efendim. Devrimler bile eskidi. Artık insanlar daha cezbedici mevzulara yoğunlaşıyorlar. Teknolojik bir çağda, fazlaca hidrolik ve mekanik bir düzeyde seyrediyoruz hayatımızı. Dokunmatik ekranlarımızla, dokuna dokuna a-sosyalleşen günlerimize, sanal bir sandalda kıyılarına çarpa çarpa düzenimizin, içine ede ede affedersiniz içimizin, hatta iç ola ola kaburga dolmasının kuş üzümlü harcı gibi, bizim de bir giderimiz vardır diyerek teorikte zorluyor ve zorlaştırarak pratikte kolayca yaşıyoruz elhamdülillah!
Bir parçasıyız artık, parçalanmış bütünün. Lanet edilen, beddua edilen suredeki ’odun hamalı’ insancıklardan çokça mevcut öte berimizde. Heybesinde ateş yığınları taşıyan nicelerine baktıkça irkilenler kadar irkilmeyen, şaşırmayan, alışmış bir kitle de söz konusu.
Evlerimiz zeytinyağlı pırasa ve çamaşır suyu kokuyor. Görünüşte her şey steril. Kumandalarımızı çocuklarımızdan daha çok okşuyor, daha az hamd ediyor, daha çok söyleniyoruz. ’Şükür’ lügatımızda kaybolmaya yakın bir kelime artık; yahut bir futbulcunun soyadı yalnızca! Bergamotlu çayımızı içine pötibör batırıp içiyor ve kayıtsızca, sorgusuzca, günlerimizi bitmeyecekmişçesine heyecansız, telaşsız ve kıpırtısız durarak mutlu mesut harcıyoruz. Saklamak istediklerimiz bilinsin istiyoruz bazen. Keza bir o kadar da görünen gizlerimiz saklansın istiyoruz. Her şeyi içimizin devasa okyanusuna atarak buhrandan çöp yığınları koleksiyonu yapmakta yarışıyoruz.
Sevgimize acıdığımız zamanlar da oluyor. Çılgınca nefret edebilmeyi dilediğimiz ve neden sonra nefretten ve öfkeden arınmayı kutsal saydığımız anlara teslim olmayı umuyoruz. Öylesine bir yılgınlık ki bu, yani nefrete bile üşendiğimiz... Gazap ve azap arasında bir harf fazlalığı var; hala çözemediğimiz. Kibrimizi ağaçtan toplarken bulduğumuz ilk dala astığımız sevgimiz ve yükseklerde gezdirdiğimiz gaddarlıklarımız var bizim efendim. Oysa edeptendir sevmek, sebeptendir. Cüsse işidir ya, cürümünüz kadar aşk’ı ateşe verebilirsiniz. Kalbinizin büyüklüğü kadar suda, ateş ederken boğabilirsiniz nefsinizi.
Ne diyordum efendim... Güzel insanlar da var bu hayatta. ’Haber koklamayın!’ diye dua edebilecek kadar kendinden emin insanlar var. Her türlüsü sağlığa zararlıdır haber koklama eyleminin. Cehenneminize fazladan ateş ve odun taşımayın diye -sırf sizin akıbetinizden endişe duyduğu için- kendini parçalayan insanlar var. Uyarıcı etkileri var. Alim’sen çekersin uyuşturucu etkilerini sinene. Değilsen hangi söz sana hak getire! İftiradan, kuru gürültüden, fitne fücurdan, ’denilen ve konulan’ o dilimizin söylemeye varmadığı söz yığınlarından uzak durmak, ne büyük vasıf, ne büyük meziyet! İhsan et bizi, ihsan et Rabbim.. Korumak lazım kendini vesselam...
Stres bedenimizin bir parçası olmuş adeta. Burnumuzdan soluyoruz hayatı. Herkeste bir baş ağrısı, mide sancısı, depresif belirtiler... Ortaya saçılmış ilaçlar, hastane dosyaları, randevular, kan sonuçları... Bir şeyiniz yok efendim. C-an sıkıntısından kendinizi dinliyorsunuz biraz fazlaca. Hepsi bu! Sıkı can iyidir derler büyüklerimiz, kolay çıkmaz. O kadar sonsuz yaşamak isteyen kim! Bıdı bıdı, hiç fikrini sormuyorlar ne istiyorsun, nereye yürüyorsun, amacın ne! diye...
Beynimizi kemiren düşüncelerimiz var. Aklımızı kuşatan gel gitlerimiz... Kimselere anlatamadığımız, anlatırsak anlaşılamamaktan korktuğumuz endişeli hislerimiz var. Keşkelerimiz, belkilerimiz, aslındalarımız bir bebek gibi mızıldanıyor içimizde. Avutmaya çalıştıkça sesi yükselen çığlıklarımız var. Dolup dolup taşmakta usta eskicileriz bizler. Her şeyi eskitip öyle kıymetini anlarız efendim. Pahabiçilmezdir bizim eskiyen acılarımız, özlemlerimiz, sevinçlerimiz. Yeni olan her şeyi kullanıp bir paçavra gibi kenara iteriz biz. Ölümler bile eskidikçe ağırlaşır fıtratımızda. Eskisin ve yıllanmışlığıyla dibe çöksün isteriz. Öyle sindiririz ancak içimize. Öyle kabullenebiliriz yeni(lmiş)liğimizi...
Tarihi biz yazar, yazmak ister, yazamasak da deneriz. Hepimiz en sevgili, en özeliz. Çünkü bizler, evvelce yazılmışları genelde reddederiz. Dünya bizim etrafımızda raks eder, biz her şeyin en güzelini isteriz. İmkan verseler, uzaya bile gideriz. Özgüvenimizden o kadar eminiz! Egomuz tavanlarda, büyük küçük her dağın efendisiyiz. Sayıları severiz. Oyunlarda yer kapmayı, her konuda söyleyecek bir söz bulmayı, tasavvufu, sanat müziğini, kronolojiyi, yüksek oktavlı söz öbeklerini, ’afili filintalar’ı, ’Leyla ve Mecnun’u, karayı ve kalemi pek severiz. İsteriz ki, bir yıldız kaysın ve her şey düzelsin. İhtimallerimiz bizim bekareti bozulmamış, el değmemiş efsanelerimizdir efendim. Bir çiçek açar dünyanın öteki ucunda; yeşeririz!
Başı boş gezen itlerin karda tirtir titrerken üşümesi gibi, aciz değiliz aslında. Küfretmeyi bilsekte, etmesini sevmeyiz. Beceremediğimizden değil hani, zira biz her şeyi bilen çok bilmişlerden olduğumuz için bunu da biliriz. Küfür en sevimsiz slogandır ruhta, dağıtmayız, saçmayız etrafımıza, bekleriz... Dağılmayız da boşlukta. Avaz avaz kafiyesiz, imla hatalı ve dağınık sergüzeştimizle susarız içimizden. Yasaklanmış kitaplar, okunmamış şiirler ve dinlenmemiş müziklerle yorulmak isteriz.
Bizler bu dünyanın iki yakasına tutunan şaşkınlarız efendim. Günlerimizi tozlu, yatağımızı toplu, ellerimizi lap topdayken güvende hissederiz. Asma kilitli kalıplarımız var bizim. Aymazlık, yani gaflet, yani adı her neyse hastalığına tutulduğumuzdan beridir, evlerimizden yılgınlığımızı eksik etmeyiz. Sonu hep kendine çıkan bir yolda ilerlerken, durmadan kendiyle böbürlenen egoistler olduğumuz için övünmeyi ve başa sarmayı bir borç biliriz. Burnumuzu uzatmasını seven bencil masal kahramanlarıyız, yalancıyız biz. Bir zamanlar kefenlediklerimizin ruhuna bir el-fatiha okumaktan aciz dilbazlarız biz! Ekonomi düşmüş, inmiş, terör boy vermiş, bizim bakkal kepenk indirmiş bize ne! Benciliz diyorum efendim, benciliz biz...
Söylemiş miydim efendim? İçimizde bir kedi, durmadan içimizi tırmalıyor. ’Nedir derdin?’ diye sormaya mecalsiz insancıklarız biz... Darma duman hayatlarımızı, ’kader’ diyerek avutan zavallılarız biz... Tarçın ve karanfil kokulu sabahlar düşleyen düşbazlarız biz... Lafzen! demişken, bu bir insan-lık duyurusudur. Evet efendim son ihbarım şudur ki; güçlü olduğunu sanan imzasız, mühürsüz, aldattığı kadar aldanan cüce kahramanlarız biz...
fulya/şubat2012
...