Hatırlarsınız hani şu bizim Hürriyet gazetesini ‘ampirik’ yazarı Ayşe Arman bir zamanlar
Nihat Odabaşı’na çektirdiği birbirinden güzel pozlar sayesinden internet dünyasının en çok tıklanan isimciklerinden olmuştu. Şimdi ise ‘karşı mahalle’ye girmiş. Nasıl mı?

Tesettüre bürünmüş (-müş) gündüz W Otel’e gece Laila’ya Reina’ya gitmiş.

Kapıdaki görevliler bu halini göründe acaba ne düşünmüştürler?

Laila’ya gitmiş-miş; Varsayıp Hanım Efendi gibi bir deney ya da belgesel çekelim

Görevli: Giremezsiniz Sayın Arman
Arman: Neden peki, daha dün girdim
Görevli: Üzgünüm Sayın Arman bu kıyafetle sizi içeri alamam
Arman: Kıyafetimde ne var ya…
Görevli: Lütfen Hanım Efendi…
Arman: İyi ya bizde Reina’ya gideriz…
Görevli: :))

(Düşünebiliyor musunuz böylesi bir belgeselin ne kadar izleneceğini?)

Ne yapmaya çalışıyor gene…

Neyin deneyselliğini ölçüyor…

Nerelere takıldı…

Bilmiyorum.

Gazeteleri tıklıyorum ve hemen her yerde türbanlı görüntüleri var. Ne hikmetse artık. Yoksa Hacca mı gitti ne?

Türbanı takmadan önce saçları gizlemek ve türbanın daha güzel bir şekilde durması için kafaya ‘bone’(Düz veya kıvrımlı her çeşit yumuşak kumaş vb. maddeden yapılan başlık.) takılır. Sayın Arman da boneyi ilginç bulmuş. Neresi ilginç ise! Rahat hareket etmekte baya bir zorlanmış olacak ki yavaş adımlarla yürümeye çalışmış. Hele ki etrafta ki sesleri duymakta çok ama çok zorlanmış. Türban kulaklarını kapatıyor ya. Bu trajikomik ve aynı zamanda reklam kokan uygulamadan dolayı türbanın da ahlaki değerinin yitirilmek istenildiği kanısındayım. Türban baş örtüsü olmaktan çıktı süs olarak anılmaya başladı. medyatik ünlüler ise arada bir içkiyi fazla kaçırıp ‘ben yarın bir günlüğüne tesettüre bürüneceğim’ derler.

Sonuç hep aynıdır:

Reklam ve yine reklam. Ya ‘dünyanın en güzel şarapları’ adlı bir kitap çıkaracaktır ya da parası bitmiştir.

Peki ya , banka kuyruklarında emekli aylıkçıları gibi sıra beklesin, her sabah halk ekmeği kuyruğuna girip ekmek alsın, ay sonu faturaları gelince tek tek gidip yatırsın, kredi kartı borcu geldiğinde asgari ücretini bile yatıramasın, (buna kendimi örnek verebilirim) cep telefonunda kontörü bitsin ve parça kontör yüklesin, 600 lira aylık alsın (benden kıyak olsun ve maaşını tıkır tıkır alsın sigortası da yatsın), bir aileye bakmak zorunda kalsın, sabahın köründe kalkıp Sırameşeler’den metroya binsin ve Şehreküstü’nde insin, oradan Heykel de olan iş yerine kadar 5 dakika yürüsün, öğlen yemek molasında bir simit alıp yesin, akşama kadar aç kalsın, haki yine kıyak yapıyorum ve 8 saat çalıştıralım, 5 te işten çıksın, Fomara’ya yürüsün metroya binsin Sırameşeler de insin eve kadar 15 dakika yürüsün… Ay sonu geldiğinde ne yapacağını uzun uzun düşünsün…

Ve ay sonu izlenimlerini bir kitap haline getirip bizlere sunsun. Bakalım bizler gibi neler çekmiş.

Güzel birkaç öneride bulundum. Kendisini gördüğüm takdirde önerimi ileteceğimden emin olabilirsiniz. Önemli olan;

İnsanlık; Nefret ile sevgiyi, para ile parasızlığı, gecekondu ile sırça köşkü anlamak ve anlayabilmektir. Ne zaman ki bunlar arasındaki farkı anlarsa işte o zaman insanlığın ne olduğunu ve insanlarının neler ile boğuştuğunu belki bir gün köşesine yazar. Bende koşar gider kitabını alırım. İşte o zaman bende denemelerime bir deneme daha eklerim. Ama bu sefer ki düşündüğümüzün tam tersi olur. (İnşallah diyelim…)


( Ayşe Arman'la Fanteziler başlıklı yazı bulent-kaya tarafından 13.07.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.