Küçükken ninemin söylediği bir söz hâlâ kulaklarımda çınlar: “ Getirelim o günleri, yakalım bugünleri! “

Her ne kadar maziyi getiremesek de Tanpınar’ın belirttiği gibi zamanın hem içinde hem de dışında olmak/olabilmek bana bir yandan saadet bir yandan da ufkuma yeni ufuklar katıyor. O günlerin saadetiyle bugünler yakılacaksa, yakılsın derim hemen. Ama ya geçmişin sokaklarında dolaşırken, o günkü hüzünler karşımıza çıkarsa?

Öyle ya zaman parçalarının hepsinde insanoğlunun yaşadığı artı ve eksi duygular mevcut. Geçmişin duygularını yok edemeyeceğimize göre, bugünü de yakmak çok zor.

En iyisi geçmişten ders alarak, bugünü kontrolümüzde tutmak. Çığlıklara yönelmeden sakin sakin bir durum değerlendirmesi yapmak belki de yapılacakların en güzeli…

İzin verirseniz nineme rahmet dileyerek, esas hikâyeme geçmek istiyorum:

Sonbaharın yağmurlarla, kışların da yoğun kar yağışıyla geçtiği Bartın’ın Ulus ilçesinde görev yapıyordum. Yaptığım mutlu bir evlilikten nur topu gibi bir oğlumuz dünyaya gelmişti. Bartın’dan Balıkesir’e gelişlerde oğlumun arabalarda çektiği meşakkatlerden bir baba olarak o kadar üzgündüm ki, en sonunda bir araba almaya karar vermiştim. Yaklaşık bir aylık inceleme sürecinden sonra arabamıza kavuşmuştuk. Ailece sevincimiz doruk noktasındaydı. Artık memlekete giderken oğlum ateşlendiğinde otobüslerde sıkıntı çekmeyecek, huzurlu bir uyku uyuyacak ve bizlere uyanık kaldığı zamanlarda yüzümüze tebessümler fırlatacaktı. İçim içime sığmıyordu.

Biz arabamızla sefa sürmeye devam ederken büyük ağabeyim bir gün:

“ Ömer sende de, bende de araba var. Önümüzdeki Ramazan ayında teravih namazını kılmak için Bursa’ya Ulu Cami’ye gidelim mi?

“ Ya nasip ağabey neden olmasın? “ demiştim.

Araya öylesine meşgaleler girmişti ki, çevremizde gezmediğimiz, görmediğimiz yer kalmamıştı. Ama bir türlü Bursa’ya gitmek nasip olmadı. Hatta ağabeyimle yaptığımız bu diyalogları o da, ben de unutmuştuk.

Ama ne zaman tarihler 2005’i gösterdi,yüreğimi burkan acı gerçeği, bütün acımasızlığıyla yaşadım. Ağabeyime doktorlar karaciğer kanseri olduğunu ve ömrünün çok az olduğunu söylemişti.

Bir gün sonbahar rüzgârları içimizi titretirken, Aralık’ın başında çok sevdiğim ağabeyimi kaybetmiştim.

Unuttuğum söz hatırıma gelmişti ama artık o sözün yaşanması mümkün değildi. Ben bedenen dünyadaydım ama ağabeyim öbür âlemdeydi.

Ölümünün ardından iki yıl geçtikten sonra babamın göz ameliyatı için Bursa’ya gittiğimde, amacım bir lahzada Ulu Cami’ye gitmekti, gittim de.

Ulu Cami’ye yaklaşıp da içine girerken ilk başlangıçta vicdanımın acı sesinden bir şey hissedemez olmuştum. Yaklaşık yarım saat mabedin içinde gezindim. Dışarıya çıktığımda çinilere sinen Kur’an sesi, ortadaki şadırvanın şırıltısı ve ağabeyimin: “ Ömer, ne zaman Ulucami’ye gideceğiz “ sözleri birbirine karışıyordu.

Kabrinde rahat uyu benim can ağam! 

 

 

 

 

 

( Ulu Cami Ağlatma Beni başlıklı yazı pervane tarafından 28.12.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu