Gece oldukça sessiz ve tenhaydı, ama gene de hafiften esen rüzgarın oynattığı yaprakların çıkardığı hışırtı, kulaklara ulaşamıyordu. Bir şey doğuyordu, lakin daha kimsecikler doğduğunu anlamadan o yok oluyordu. Diğerlerini de aynı son bekliyor olmalıydı. 
Bu var oluş ve yok oluş savaşının taraftarları sonsuz bir mücadelenin kansız; fakat korkunç neticesini alabilmek için yaptıkları uğraşın yararını görebilme umudunu hâlâ yitirmemişlerdi. Bu isteksiz, ihtirassız, gayretsiz ve belki de umutsuz, kendilerini anlatamıyormuş gibi görünen varlıklar arası savaşın nedenleri ne olabilirdi? 
Gök yüzünde bir yıldız kayıyordu, daha doğrusu serseri bir gök taşı intihar etmeye karar vermişti dünyanın atmosferinde. Bilinmeyen bir diyardan bilinmeyen bir diyara yorgun bir yolcu son sefer hazırlıklarını isteksizce de olsa tamamlamışa benziyordu. Gidecekti, gitmesi gerekti. Bu yolculuğun dönüşü olmadığını bilse de gene gidecekti. Kader bir yol çizmişti kendisine, ama galiba biraz isteksizdi! 

Karanlık güzeldi, serin ve temiz bir hava sarmıştı etrafı. Bitkin insanlar gündüzün verdiği yorgunluğu gecenin sırtına yüklemek amacındaydılar. Tümünü yutmak istercesine bırakıyorlardı kendilerini gecenin koynuna. 
Çılgınca bir dönüş ve alabildiğine korkunç bir bekleyiş başlamıştı. Niçindi bu dönüş, niçindi bu bekleyiş?Normale ulaşmak, iyi ile kucaklaşmak, zamanın akış seyrini izlemek var iken dönüş ve bekleyiş mefhumlarının esiri olmak; ıstırap, korku, umutsuzluk veren bir âlemin bekçisi olmak niye? 
Ey, ruhun kötü emelleri yeter artık; bırak yakamızı, senin çirkinliklerine, senin anlamsızlıklarına alet etme bizi! İstemiyoruz aşkı, istemiyoruz güzellikleri, istemiyoruz umudu, yani bahşettiğin o yaşamı istemiyoruz. Senin iğrenç aşkının “günah çocuğu” olduğumuz için senden gelecek olan hiçbir şeyi istemiyoruz. Bize “bizi” ver, yeter!
** 
Ağlayan çocuğum, niçin bedbaht ettin kendini bir hiç, bir boşluk uğruna? Bak, sana gülen, seni kucaklayan, seni yeniden canlandıracak olan; sana tertemiz bir ruh, tertemiz bir aşk verecek olan yitik ümitlerin tanrısı seni bekliyor. Haydi, durma, ona doğru koş! Göreceksin, aradığın her şey var onda. Sana sunulan bu son kurtuluşu tepme, onunla bütünleş, onunla “bir” ol! 
“Belki” diyordu bir gölge. Bu “belki” ye katıldı diğer bir gölgenin “belki” si; onu takip etti tüm gölgelerin “belki” korosu… 
Zavallı çocuğum, öylesine inanmaya susamıştı ki.. Bu susamışlıkla öylesine inandı ki… Bilemezdi böylesine adi bir oyunun aktörü olarak tayin edileceğini. Saftı, temizdi bitmeyen oyunun başlangıcında bile. Yitik ümitlerin tanrısı onu değil; o, yitik ümitlerin tanrısını kurtaracaktı. 

Gölgeler’den kurulu yeni bir “belki” korosu geliyordu. Bu kez bir ekleme yaptılar şarkılarına: Zavallı çocuğumun ölüm şarkısı çalıyordu şimdi. Alabildiğine boğucu bir ses yükseldi ansızın, koro sustu: Yalnız başına kurtuluş yolunu bulanlar zafer kazanmıştır; yardım bekleyenler ise sonsuzluğa kavuşmuştur. 
Gecenin karanlığında kaybolan koronun arkasından bağırıyordu tüm ümitsizler: ”Kurtulduk…”  diye; lâkin bu kurtuluş yok oluşa giden yolun birinci kilometre taşıydı…. 

( G Ö L G E L E R başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 29.03.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu