Ebedi olmayan bir dünyanın omuzlarında hayata tutunmaya çalışıyoruz. Ölüm, bedenimizdeki yaşam tohumunun, yeni bir dünyada yeşermek için ekilmesinden başka bir şey değildir.

İnsan, dünyada ne kadar çok şeye sahip olduğunu düşünür ve sahip psikolojisine girerse, dünyaya o kadar çok bağlanır. Bağlandıkça kaybetme korkusu o kadar artar. Ama hayat rodeosunda, dünya atının sırtında ebedi kalan olmamıştır. Bu hakikati şanı yüce Rabbimiz şöyle bildirmektedir:

“Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şerr fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya/35)

Dünyaya karşı en onurlu duruşu sergileyenler, onun faniliğinin farkındalığında olanlardır. Bu hususta en büyük örnek Hz Muhammed (sav) efendimizdir. Bunun için O; “Ağız tadını kaçıran ölümü sıkça anın!” diyerek inananları dünya hayatında sahip olacakları haksız kazançlara, yasak zevklere karşı uyarmaktadır.

Ölümü anlayan insan için, ölüm ağız tadını kaçıran bir unsurdan ziyade ağza tat veren bir şerbettir. Çünkü ölüm, insanı fani hayatın basit dertlerinden, sıkıntılarından, çekişmelerinden, kaygılarından kurtarır.

Ancak efendimiz Sultanul Enbiya (sav), bu sözüyle kanaatimce şunu demek istemektedir: cehennem nefsin hoşuna giden şeylerle çevrilmiştir. Bu bağlamda, ölüm, nefsi hoşlandığı şeylerden uzaklaştıran ve onların basitliğini, anlamsızlığını ve daha da önemlisi ebedi hayatta hüsranı insana hatırlatan bir değer olduğunu bildirmektedir. Ağız tadını kaçırmaktan kinaye ise, haramların damağa, nefse, şehvete verdiği tatların acılığının farkındalığını gerçekleştirmektir. Kul, bu şekilde farkına vardığı günahların ebedi alemdeki sıkıntılarından kurtulmuş olacaktır.

Aslında ölümü anlamak, hayatı kolaylaştırmaktan başka bir şey değildir. Ölümlü bir dünyada, kalp kırmak, ufak hesaplardan dolayı ayak oyunlarına girişmek, geçici menfaatler için adam öldürmek, yaralamak makul ve makbul olmayacaktır.

Bu hususta ölümü anlayan büyüklerden İbni Teymiye şöyle demektedir:

“Düşmanlarım bana ne yapar, ne yapmak ister? Oysaki benim cennetim göğsümdedir Şayet çıkıp gidersem o benimle birliktedir ve benden ayrılmaz Hakikaten benim hapsim bir halvettir, katlim bir şehadettir, ülkemden ihraç / sürgün edilmem ise bir seyahattir! Asıl mahpus, kalbi Rabbinden hapsolunmuş adamdır Esir ise hevasının kendisini esaret altına aldığı kimsedir

Ölümü yok oluş değil de, farklı bir boyutta yeniden varoluş şeklinde değerlendirenler bu dünyaya zerre kadar prim vermez. Bu değersizlik, varlığımızın gayesini göz ardı etmek şeklinde değil, onuru kaybettirecek yaklaşımlarda bulunmamak anlamındadır.

Hiçbir cenaze konvoyunda nakliye aracına rastlanmaz. Yani hiç kimse bu dünyadan kazandıklarını yanında götüremez. Ancak, Allah adına yaptığı hayır ve hasenatlar bunun dışındadır.

Bir cenazenin defin işlerinde en çok beni etkileyen hususlardan birisi şu olmuştur: yüzlerce kişi, ellerinin, omuzlarının üstünde taşıdıkları yakınlarını büyük bir yarış içinde toprağın içine yatırırlar. Üzerine kürek kürek toprak atarlar. Sonra duasını okur ve onu yalnız başına bırakırlar. Artık tek başınadır. Yanında hiç kimsesi yoktur. En çok sevdikleri, sevenleri kendisini bir başına bırakmışlardır.

Bunun akabinde, cenazeye gelenler hazırlanan öğle yemeği için masalara geçerler. Az önce ağladıkları insandan bir eser kalmamıştır. Daha gömüleli günler değil, saatler bile olmamıştır. Bunun dilimizdeki karşılığı; hayat devam ediyor.

Aslında bundan daha ilginci, en yakınını kendi elleriyle mezara koyan insan, sanki kendisi ölmeyecekmiş gibi, tefekkür ve tezkiyeden uzak bir şekilde yaşama kaldığı yerden devam eder.

Ölümü anlamak, yaşamı muhasebe etmekten geçer. Muhasebesiz bir yaşam, direksiyonu şeytana kaptırılmış araçtır. Şeytanın şoförlüğünü yaptığı bir aracın ise nereye varacağı hiç muamma değildir.

Bunun için ölüm gerçeğinin farkına varanların endişe edeceği bir şey olmadığı gibi, kaybedeceği bir şeyleri de yoktur. Kaybedeceği bir şeyi olmayan insanları korkutacağınız bir şeyde olamaz. Böyle insanlar dava adamı olarak, inancın işaret taşlarıdır.

( Ölümü Anlamak başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 5.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.