İhtiyar bir çiftçinin üç tane oğlu varmış
Üç oğluyla birlikte mutlu mesut yaşarmış
Tarlasına ektiği mısırla geçinirmiş
Ne kimseye gücenir, ne de bir yerinirmiş
Mahsulün bir kısmını satarmış almak için
Mutfağa öteberi, tuz, şeker, biber, tarçın
Tarlada çalışmaktan çok büyük zevk alırmış
Köylü evinde iken, o tarlada kalırmış
Bir de gelince bahar keyfine diyecek yok
Mısırlar boy verince kahvede görecek yok
Okşarmış püskülleri sanki evladı gibi
Emeğin bereketi çiftçinin yâdı gibi
Bollukta boş durmazmış hep tarlayı gözlermiş
Yabancı ot ayıklar, taşları temizlermiş
Yaza mısır kurutur, ayıklarmış bıkmadan
Bir güzel çuvallarmış tarlasından çıkmadan
Bu işleri yaparken mısır unundan ekmek
En sevdiği şey onu tereyağıyla yemek
Yaşlı çiftçi bu kadar çalışıp çabalarken
Ya üç oğlu ne yapar, babasına bakarken
Büyük oğlan vay ki vay babası çalışırken
Tembel tembel oturur, sonra yatarmış erken
Ortanca bir ukala, kendini çok beğenmiş
Hep tepeden bakarmış, başı göğe değenmiş
Küçükse çok utangaç, pek çekingen herkesten
Korkarmış bir selamdan, en ufacık bir sesten
Fakat her üçünün de bilin ne sevdiğini
Onlar da severlermiş o mısır ekmeğini
İhtiyar üzülürmüş onların durumuna
Hem tembeller hem bakın üçünün kurumuna
Muzdaripmiş ihtiyar tarlasına dadanan
Mısır tanelerini yiyip yutan hırsızdan
Çiftçi çaresiz kalmış, çağırmış: “çocuklarım!”
“Ey benim evlatlarım, sevgili oğullarım!”
“Tarla ektim kaldırdım, bütün işleri yaptım
Kendi dünyanızda siz yaşarken çıt kırıldım
Hiçbir destek olmadı sizden yana çiftliğe
Artık canıma yetti, son verin keyfiliğe”
Böyle derken ihtiyar kesik kesik öksürdü
Sonra bu iş konuşması ölüm bahsinde sürdü
“Bakın artık yaşlandım, gücüm düştü takatten
Nefes alma bile zor, korkuyorum felekten
Tarlaya hırsız dadanmış, haberiniz oldu mu?
Yiyip bitirmiş çuvallara doldurduğumu
El emeği, göz nuru alın teri mahsulü
Yeme günah değil mi, hırsızlamak usulü
Bakın mısır ekmeği yediremem sizlere
Ben kendim yakalarım derman gelse dizlere
Hırsızı yakalayan kimse, tarla onundur
Bu da çaresiz, şimdi uydurduğum kanundur”
Üç oğul da mirası duyunca canlanmışlar
Gözler öyle parlamış, pek heyecanlanmışlar
Kim tarlayı istemez, gençlerde umut artmış
O miskinlik kaybolmuş, tembellik uçmuş gitmiş
Sırasıyla üç oğul görevi üstlenmişler
İlk büyük oğul çıkmış, ikisi bilenmişler
Karanlık çöktüğünde varmış tarla başına
Gitmişliği var mı ki, uyku çökmüş kaşına
Bir kuyunun başında demiş kendi kendine
En iyisi uyumalı, koymuş başı eline
Öyle ya babasının tarlasına dananan
Mısır yiyip beslenen, geceleyin canlanan
Uykusunda yol bulup görünecek gözüne
Hırsızın rüyasında rastlayacak izine
Dalmış derin uykuya başını saklayarak
Az sonra uyandırmış kurbağa vıraklayarak
Bakmış başucunda bir kurbağa öyle durur
Etli butlu tombul mombul avurtları vurur
“Sen tarlaya dadanan hırsızı arıyorsun
Sana yardım ederim beni de al n’olursun”
Gülmüş çiftçinin oğlu hele şuna da bakın
Sen mi bana yardımcı, güldürme beni sakın
“Hem çirkin, hem küçüksün, kocaman bir böceksin
Uykumu bölmek neymiş, bak şimdi göreceksin”
İtivermiş hayvanı kuyunun içersine
Devam etmiş hırsızı yakalama dersine
Tarlanın bir yanında beklemeye başlamış
Uyumamak elde mi, esnemeye başlamış
“Azıcık kestireyim, gelince uyanırım
Hırsızı yakalarım, babama yaranırım”
Fakat sabah uyanmış ortalık aydınlanmış
Gece olanlar olmuş, hâsılat kundaklanmış
Mısırlara göz kulak olamayan uykucu
Pişman olsa ne yazar, nefsine değer ucu
Sıra ortancaya gelmiş kuşanmış tüfeğini
Yanında da götürmüş o mısır ekmeğini
Susayınca kuyudan su içmeyi dilemiş
O sırada kuyudan kurbağa dile gelmiş
Kurbağanın teklifi ortancayı da gerdi
Hakaret ve tekmeyle onu geri gönderdi
Kurbağa kuyuya düşmüş, genç de tarlaya gitmiş
Tarlanın başındayken havada bir kuş bitmiş
Bakmış kocaman bir kuş asılmış tüfeğine
Kuş düşünce aranmış, rastlamış teleğine
Başka bir şey bulmamış, tüyü yerden toplamış
Sabaha dek beklemiş, gelen giden olmamış
Cebindeki tüyleri göstermiş babasına
Hırsızı getirmeyi istermiş babasına
Sıra gelmiş en küçük oğluna çiftçimizin
Abileri çıkışmış “ne yani ikimizin…”
Yapamadığı şeyi bu küçük mü yapacak
Hırsızı yakalayıp tarlamızı kapacak
Pek gülmüş iki kardeş küçüğün arkasından
Çünkü tüfek yerleri süpürmüş arkasından
O da kuyunun gelmiş hemen yanı başına
Derken kurbağa çıkmış onun da karşısına
“Öncekiler” demiş “vırak, dalga geçtiler benle…”
Sana yardım edeyim, gel de sen beni dinle”
Küçük mütevazıymış, gel demiş sen de benle
Madem çok istiyorsun atla omzuma bekle
Kurbağa kulağına fısıldamış “bir durun!”
“Bak kuyunun içine hemen dilekte bulun!”
Delikanlı iletmiş dileğini kuyuya
“Yakalayam hırsızı götüreyim babaya”
Varmışlar kafadarlar tarlanın kenarına
Yaslanmışlar yıkılmış ambarın duvarına
Bir hayli beklemişler, gözlerini dikmişler
O uçtan öbür uca ince bir hat çekmişler
Sonra birden bir kanat sesiyle irkilmişler
Kuş görmesin diyerek arkaya çekilmişler
İri kuş bir mısırın tünemiş tepesine
Gagalayıp koçanı indirmiş midesine
Şimdi demiş ben seni…” davranmış tüfeğine
Parmağını uzatmış tüfeğin tetiğine
Çiftçinin küçük oğlu tam kuşu vuracakken
Kurbağa engel olmuş, dur biraz daha erken
Geçmiş karşısına kurbağa çiftçi oğlunun
Bu kuşun kimliğini merak ediyor musun?
Dur demiş ateş etme o güzeller güzeli
Bir peri kızıdır ki yoktur ondan güzeli
Bunu duyan kuş uçmuş kanat çırpmış ardarda
Bir yandan da şarkılar söylermiş bulutlarda
Şarkısı bitince kuşun, kurbağa sahne almış
O şarkı söyledikçe, kuş tüyünü atarmış
Şarkılar tükenince tüy de tükenmiş bir bir
Kuş demiş ki buluta beni aşağı indir
Tüyleri tükenen kuş şimdi olmuş bir peri
Aman bu ne güzellik sanki cennet dilberi
Bizim küçük çiftçimiz geçivermiş kendinden
Kurtulamamış bu ani aşkın kemendinden
Kurbağa vırak vırak hey şaşkınlığı bırak
Genç çiftçi yarı çırak ayrıca gönlü çorak
Bu senin nasibindir, helalindir, eşindir
Seni dileklerine götürecek gemindir
Küçük çiftçi sakince kıza doğru yanaşmış
Tutmuş onun elinden gün de tana yanaşmış
Ortalık aydınlanmış üçü eve yaklaşmış
Ev yokmuş; bir saray, bulutla kucaklaşmış
O eski evlerinin yerinde şimdi saray
Bahçesinde her meyve, koşuyor her renkten tay
Laleler, papatyalar, sümbüller, menekşeler,
Güller, nergisler, saadetten köşeler
Sarayın kapısını çalmışlar üçü birden
Baba ve iki oğul uyanmışlar üçü birden
Hangi evde uyuduk bir sarayda uyandık
Sakın rüya olmasın üçümüz nasıl kandık
Gözlerini ovmuşlar, birbirine vurmuşlar
Tanrım bu bir hakikat, öyle bir an durmuşlar
Kapı tekrar çalınmış; açmışlar ki, imkânsız
Ufaklık ve yanında kurbağayla güzel kız
İhtiyarın küçük oğlu anlatmış olanları
Hiçbiri diyemez ki, küçüğün yalanları
Saray ve kız ortada rüya değil hakikat
Ağabeylerin ‘vah’ı artmış da artmış kat kat
İkisi de pişmanmış yapıp ettiklerine
Hele küçük kurbağaya çektirdiklerine
Onlar miskin ve pişman oturup dururlarken
Baba der: tarla senin, bugünden itibaren
Lütfü ŞEHSUVAROĞLU