Bir rüya mıydı, hayal miydi gördükleri, anlayamadı. Bu kadarı olmaz, dedi. Bu ne güzellik, bu ne gösteriş, bu ne çekicilikti!
Buradaki yaşayan Âdem olmalıydı. Ona yakışırdı bu güzellik, böyle debdebe. Yaratılışında görmüştü bunlardan daha güzelini. Altından ırmaklar akan bahçeleri, dalları meyveye durmuş ağaçları, salkım salkım üzümleri, muzları…
Gördükleri bir rüyanın dışa yansıması ya da rüyasının bir parçasıydı: leziz, kokulu, çekici meyvelerin, altlarındaki havuzlara düşmüş yansımaları yakamoza dönüşmüş parlıyordu. Çiçekler rengârenk, alı, yeşili, moru sıra sıra dizilmiş, gülümseyerek selam verir gibi salınıyorlar ya da sahibine selamlama reveransları sunuyorlardı. Gölgelikler, altın rengine bürünmüş, güneşin ışığını taklit ettiğinin farkında olmadan parlayarak, gösterişini, parlaklığını hoyratça sergilerken, fıskiyeden yükselen sular bin bir çeşit oyun ve oynaşla göz alarak sulara tekrar katılırken bir çağıltı edasında, bir kumru muhabbeti sedasında düşüp duruyordu.
Arklar, ırmaklar, bir iplik gibi yol buluyor, kendisini bekleyen fidanlara serinlik verip can olurken, salatalıkların bu serin minik ırmağın kendisine uğramasına teşekkür olarak yeşilin en güzeli ile bezenmiş, sulu, çıtır çıtır olmuş bedenini sahibine sunmak heyecanıyla sarıçiçeklerini henüz dökmeden gülümsüyordu.
Domatesler, biberler, patlıcanlar, semizotları, naneler, fesleğenler, kekikler ırmağın kenarında güzelliklerini yarıştırıyorlardı…
Cennetten çıkmış bir yer burası, dedi. Orada salkım salkım muzlar, üzümler, narlar vardı, kendiliğinden oluşan, kendiliğinden gelen, kendiliğinden sunulan.
Burası bir yansıma mıydı, oradan Âdem’in dimağında kalmış olan tatların, görüntülerin dünyaya ulaşabileni miydi, dünyalık hali miydi, düşündü.
Gölgelikler vardı sıra sıra. Arasında kalan köşk mermerdendi, çizgileri uzun bir yolu tasvir ediyordu, uzaklığa öykünüyordu, belki de ayrılığın hüznünü yansıtıyordu, çizgi çizgi, damar damar, gri, kırmızı, sarı, kahve… İnsanın özünü yansıtıyordu, toprağın farklı renklerini, göz alıyordu. Kamaşan gözler tekrar havuza, oradan çıkıp dağılan ırmağın saf, berrak sularında sükûn buluyordu.
Hizmetçiler bahçenin dört bir yanında, durmadan, dinlenmeden çalışıyorlar, kazıyorlar, ekiyorlar, dikiyorlar, bekliyorlardı…
Dalları birbirine girmiş, karışmış ağaçların gölgelikleri çekiyordu, çağırıyordu kendine, kaysılar olgunlaşmış dallarını eğmiş aşağıya, insanın özünü oluşturan güzelliğe meylediyor, ya kirazlar öbek öbek olmuş, dalların, yaprakların içinde olgun, kırmızı ötesi ulaşılmaz bir renge bürünmüş yanındaki elmaya laf atarcasına salınıyordu. Yaz elmasıydı rayihasıyla dimağlara yol bulan, sulu tabi kokusuyla ilahi tarafını hatırlatırcasına burunlara yol buluyordu.
Bir kez daha baktı bahçenin ötelerine, berilerine… Eksik miydi, ona mı öyle geldi, düşündü. Bu güzelliklerin süsü çocuklar olmalıydı: Âdem’in çocukları. Bu güzelliği onlar tamamlardı. Bu güzellikler onlarla anlamlı, onlarla daha güzel olurdu.
Şaşırdı.
Güzelliğin etkisinden kurtulunca bunu düşünebildi. Ya da güzelliğin çarpıcı etkisi azalınca insani duygularını kullanabildi. Olmaz, dedi. Bu güzellik olmaz, burayı cıvıl cıvıl sesler doldurmalı, kuş seslerine karışmalı. Kuşlar onlar için uçmalı, güvercinle onlar için takla atmalı, kırlangıçlar onlar için dalış yapmalı, kumrular onlar için şarkılarını okumalı…
Köşkün ikinci kat balkonundan bir sesti onu kendine getiren, irkilterek olduğu yeri hatırlatan, gerçekle yüz yüze bırakan.
Bu evin hanımı olmalıydı, yaşı ilerlemiş, gözlüğünün üstünden bakarak her şeye tepeden baktığı imasını veren, “ben” varım burada diyen, benliği, bencilliği haykıran:
-Yolun kenarına koyduğumuz tenekeleri görmüyorlar mı bunlar? Ne biçim adamlar…
Güzellikler diyarından çıkan adamın gözleri, koskocaman yolun kenarına konulmuş onlarca tenekeyi gördü. Tiksindi. Köşkün sahipleri Âdem’in oğulları için yapılan yolu, kendilerine aitmiş gibi araba durmaması için tenekelerle doldurmuşlardı.
Güzel köşkün geniş bahçesi yetmemiş, birkaç metre büyüklükteki kaldırımın ötesindeki yola da sahiplenmişlerdi.
Âdem’den diğer Âdemlerin hakkına saygı beklenirdi. Sadece kendini düşünmesi yersizdi. Ama bu Âdem kibir illetine tutulmuştu. Kibir illetinin de özü “ben”di. Köşk benim, yol benim, kaldırım benim, bahçe benim, her şey benim, benim…
Kadın bir kez daha bağırdı itici bir sesle.
-Yola park etmek yasak, kör müsün, tenekeleri koyduk oraya.
Adam kırıldı. Güzellikleri yok oldu bir anda. Bu güzel bahçe bunlara ait olamazdı. Olmamalıydı. Bu kadar bencillik de doğrusu fazlaydı. Bir Kevser’i, bir Tubası bir de bal ırmakları eksikti.
Adam, kızdı kadına. Sana ne oluyor hanımefendi, yolun tapusu da mı sizde, demek istedi, demedi. İncitmekten, üzmekten korktu. Değmezdi, susmak gerekirdi. Sustu.
Bu uyarıyla arabasına bindi. Arabayı farklı bir yere almak istedi. Arabayı çalıştırınca vazgeçti.
Birileri bunlara hadlerini bildirmeliydi. Her şey onların paşa gönlüne göre düzenlenemezdi, düzenlenmemeliydi. Herkes insandı. Herkes topraktandı, onun ruhundan parça taşıyordu. Vazgeçip arabadan indi. Kadının söylentileri arasında oradan ayrılırken az sonra döndüğünde nelerle karışılacağı merakını da düşüncesinden uzaklaştıramadı.
Lastiklerin havasının indirilmesi muhtemeldi. Ya da tanıdıkları vasıtasıyla arabanın çekilmesi…
Tekrar arabanın yanına geldiğinde zaman öğleni çoktan aşmıştı. Arabasının sileceklerine sıkıştırılmış kocaman bir yazı vardı. “Buraya park etmek yasak.”
Yazının yanına bir kaç tane boş meyve suyu kutusu çöpten alınıp konulmuştu.
Adam köşke baktı. Sonra güzelliklerin içinde kaybolduğu bahçeye, kaldırımlara, balkonlara, sonra da sileceklerin yanındaki çöplere baktı. Ama hiç güzellik göremedi. Sanki soğuk betonlar, zakkum yeşilliği, ebucehil karpuzu acılığıydı düşüncelerini sarmalayan.
Çöpleri alıp köşkün bahçesine atmak istedi. Yapamadı. Yakışmaz, dedi kendi kendine. Yürüdü. Az ilerdeki çöp bidonlarının yanında durdu. Eline aldığı çöpleri bidona bıraktı. Geri dönüp baktığında gördüğü sadece çirkinlikti.
Yürüdü gitti.



( Âdem’in Oğulları başlıklı yazı duran-cetin tarafından 9.08.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu