“Her zaman senin dediğin olmaz.” dedi öfke dolu bakışlarla. Onun yakın arkadaşıydı bu sözlerin sahibi.
Hasan Bey, bu kadarını beklemediği tepkiye şaşırdı. Bir an sustu, yutkundu bir kaç kez. Arkadaşıydı, ortamı germek olmazdı. Yine her zamanki muzip tavrıyla işi yumuşattı.
-Olur böyle şeyler, dedi fısıltıyla, bir kahkaha patlattı geçiştirmek için. Aslında bozulmuştu bu davranışa. Altı üstü bir oyundu hepsi. İnsanı kırmaya değmezdi doğrusu.
Oyunu kazanmasının verdiği sevincin diline yansımasıydı söyledikleri. Söylemişti bir kere, geri alamazdı ya!
Söylediklerine çok kızan arkadaşı, oyunu bırakınca yaptıklarına içten içe pişmanlık duymuş, gönlünü almak için olmadık maskaralıklar yapıp arkadaşının oyuna devam etmesini sağlamıştı.
Kendiliğinden oluşan bu oyun gurubun içinde yar alan Hasan Bey, bazen yaptıklarının fazla olduğunu düşünüp kendini frenlemeye çalışırdı. Ama olmuyordu işte. İçlerine girmişti bir kere. Aralarında sınırları aşan şakalar yapıyorlardı.
Düzenleri böyle kurulmuştu, böyle devam ediyordu. Yaş kemale ermiş, çocukları evlenecek yaşa gelmişti.
Burada kör dumanın arasında oturmaktansa, çocuklarıyla birlikte kır havasında olmasının iyi olacağı aklına gelmiyor değildi. Ne anlıyordu ki bu işten? Zamanla bu soruları kendine de soruyordu. Ama cevabını vermede güçlük çekiyordu. Çok demişti kendi kendine:
-Bu iş bana göre değil! Bırakmalıyım.
Ama olmuyordu işte! Alışkanlık mı, arkadaş çevresi mi? bağımlılığını bırakamıyor, gün geçtikçe de artıyordu.
Bir müddet sonra oyun bitmiş, hesapları ödeyip çıkmıştı. Ne yapması gerektiğini düşündü. Birkaç esnaf, tanıdık ziyaret edeyim, diye iç geçirdi. Adam içine çıkmak gerekir, varsa yoksa öğretmen evi ve aynı gurupla oyun arkadaşlığı…
Şehrin en büyük caddesinde ilerlerken, düşüncelerinden sıyrılıp evinin yolunu tuttu.
Düşünceliydi. Gözleri yerde kaybettiğini bulma titizliğiyle ayakuçlarına bakıyordu. Biraz önce yaşadıklarını düşündü. Bir kez daha yersiz ve gereksiz olduğu düşüncesiyle sarsıldı. Arkadaşının sinirlenmesine sebep olmaktan dolayı kendisine kızdı. “Yapmamalıydım” diye mırıldandı. “Oğlum artık yaşlı başlı adamsın, evlenecek çağda çoluk çocuğun var, olmuyor, olmuyor…” diye devam etti.
Yolda karşılaştığı tanıdıklarıyla göz ucuyla selamlaştı. Yürümeye devam etti. Mobilyacı dükkânından kendisini çağıran sese yönelmedi. Duymadı ya da duymazlıktan geldi. Dükkândan kendini çağıran kişi, duymadığını düşünerek dışarı çıkıp bağırdı:
-Hasan Bey! Gel hele, bir çay içelim.
İster istemez sese doğru dönüp baktı. Okul arkadaşı Bekir’di. Çok samimiydiler. Zaman zaman dükkânına uğrar çay içerdi. Eski günlerden hasretle bahsederler, geçmişi yâd ederlerdi. Okumamıştı. Ticarete atılmış babasının yolundan gitmişti. Sınırsız zenginlik içindeydi. Esas sıkıntısı arkadaşı Bekir’in babasının vefatını duyduğu halde, gitmemesi veya gidememesiydi. Kendini suçlu hissetti. Utandı. Ne diyeceğini şaşırdı. “Duymadım” falan diyerek geçiştirmeyi aklından geçirdi. Ama olmazdı. Şehrin en zenginlerinden birisinin ölümünün duyulmaması imkânsızdı.
Ah hep bu iş-güç… Oyun oynaş… Bir arkadaşımın; tanıdığımın en sıkıntılı zamanında bile yanında olamadım yaşamanın anlamı ne ki? Ben öldüğümde ne olacak acaba? Ben gidiyor muyum ki, bana gelsinler…
Yanına kadar geldi. El sıkıştılar arkadaşı Bekir’le. Utangaç gözleri uzaklara takıldı.
-Kaç zamandır yoksun Hasan!
-Valla okul, iş-güç işte, hayat…
-Yol üzeri burası, insan bazen uğrar. Sen iyice yok oldun gittin.
-…
-Yoksa sana karşı bir hata mı yaptım, bilmeden?
Bir kez daha utandı yaptıklarından dolayı.
Hemen cevapladı:
-Yok canım. Dedim ya; dünya meşgalesi.
-Bundan sonra beklerin ha!
-İnşallah.
-İçeri geçelim, çay falan?
-Çok teşekkürler. Eve gideceğim.
-Biraz sonra gidersin canım içeri buyur.
-Daha sonra, deyip yürürdü.
Cadde buyunca kendine kızdı. Sosyal hayatının yokluğuna, tanıdık ve yakınlarından uzaklığına…
Ana caddeden uzaklaşmış, daha tenha yollara girmişti. Uzaktan kulağına sâlâ sesi çalındı. Biraz daha yaklaşınca iyice duyuldu minareden boşluğu dolduran ses.
Bir an durakladı. Sâlâ kendi mahallesinin camisinden yükseliyordu. Aklına onlarca ihtimal sıralandı. Bir an kendi yakını olan amcaoğlunun olabileceği aklına geldi. Çoktandır hastaydı. Doktorlar “Allah’tan ümit kesilmez ama…” demişlerdi. O gün bu gündür yataktan çıkamıyordu.
İçinden “Allah rahmet eylesin!” dedi. Birden, herkesin öleceği, kendinin de gideceği yerin toprak olduğu aklına geldi. Duraksadı. Beyninden vurulmuşa dönmenin tam karşılığı bir davranışla:
“Kabir için hazırlanmalıyım.” dedi.
Bir kez daha davranışlarını kontrol edip böyle yaşamaması gerektiğini düşündü. Şunun şurasında ömrünün yarısını geçmişti. Gerçi kimin ne kadar yaşayacağını sadece Allah bilirdi. Ama yaşı da bir hayli ilerlemişti.
Kendini suçladı bir kez daha. Ne işi vardı sanki sigara dumanının içinde. Evinde oturup çocuklarıyla birlikte eşinin demlediği çayı içselerdi. Onlarla sohbet etse, şakalaşsa… Hem o zaman arkadaşını da kırmamış olacaktı.
Arkadaşlarının kırılma işi ilk değildi ki. Sayısını hatırlamaya çalıştı, ama boşuna. “Hep boş sebepten.” dedi. Bir kez daha “Bu işleri bırakacağım.” diye söylendi.
Artık salâ okunan caminin tam önündeydi. Minareden “ve selamün alel mürselin…” kısmı yükseliyordu. Salânın sonuna geldiğini anladı.
Her zaman olduğu gibi ölenin ismi söylenecekti. İçinde hafif bir ürperti hissetti. Yavaşladı, duvarın yanında durdu.
Minareden yükselen ses karşısında bocaladı.
“Mahallemiz sakinlerinden öğretmen Hasan Uğraş, Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Ruhuna el-fatiha…”
( Salâ başlıklı yazı duran-cetin tarafından 11.12.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu