Kolay değil elbette, her gün, her ay, her yıl ve daha nice yıllar aynı şeyleri yaşamak… sabahtan akşama aynı şeyleri aynı simalarla paylaşmak…

                Gerçi sabahın ilk saatlerinde araçların gürültülü sesleri yok hava kirliği yok ( kışın bacalardan çıkan isi ve dumanı saymazsak elbette) yan komşunun kim olduğunu bilmemek yok ( buda olur mu demeyin, büyük kentlerde bal gibi oluyor), bunun yanında büyük eğlence merkezleri, sinemalar, kültürel faaliyette bulunulacak yerlerde yok… Şimdi düşüneli m iyi mi kötü mü? İyi olduğu kadar kötü de elbette, eğitim düzeyi ve fakirliğin ta tabana vurduğu sözde İl olan bir köyde yaşamak kolay değil öyle… Bir keresinde Eğitimsizseniz, eğitim sizsiniz diye bir yazı yazmıştım. Eğitim için yapılabilecek iyileştirmelerden bahsederek, hala tek adım ilerde değiliz, aynı yoksul düzen devam ediyoruz. Ki onun için zaten köyden kasabaya, kasabalardan illere daha sonra anakentlere göç. Ağrıda göç edenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Memleketin tanındık, bilindik simaları anakentlere göç ederek oralardaki yaşama şartlarına, imkânlara sahip olmayı tercih ediyor. Ama bu göç ne kadar fazla olursa olsun Ağrı’nın nüfusu inanılmaz seviyede büyümektedir. Peki, bu nasıl oluyor? Elbette köylerden kasabalardan gerçekleşen göçlere… Bu göçlerin sonucunda maalesef yoksulluk kol geziyor. Köy hayatına alışmış; hayvan besleyip etinden, sütünden v.s faydalanan köylü yazın harmanı biçip buğdayından ekmeği, sütünden peyniri, yoğurdu, hem yapıp hem satan, hem de evinin geçimini sağlayan köylü şehir merkezinde aynı ortamı yakalayamadığı gibi ailesinin de bu ortama alışması için büyük zaman gerektiğinin farkında olmuyor.

                Yazık ki kaderimiz diye ağlanıp, sızlandığımız yoksulluğu, kendi ellerimizle oluşturuyoruz. Türkiye’nin bu en büyük köyünde ( Ağrıdan daha kötü iller var diyorlar, Muş, Bitlis gibi evet ama Ağrı bunların en büyüğü) yaşamayı, aç kalmamayı beceremeyen insanların anakentlerde yaşamalarıysa samanlıkta iğne aramak misali zor. Peki, anakentlerde ekmeğini arayanların sonu ne? Televizyonlarda izlediğimiz İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir gibi şehirlerde gün geçtikçe çoğalan suç oranlarını buna bağlayabilir miyiz? Peki, bunun faturasını bu insanlara mı keseceğiz, tek suçlu evini barkını terk eden insanlar mı? Çok mu mutluydular, yurtlarını terk edip giderken, güle eğlene mi çıktılar acaba? Oysa köylüye köyünde çalışacak ortamlar sağlansa, hayvan alıp besleyebilmesi için destek çıkılsa ( ki bunu yaptılar ama hemen ardından dışarıdan hayvan ithalatının önünü açıp ucuz hayvan etinin içeriye girmesini sağladılar, şimdi hayvanı kredi ile aldırdıkları tüm köylüler borç batağında) ama adam akıllı arkasında durulsa hayvancılığı Türkiye’den öğrenip Türkiye’ye hayvan satan ülkeler var şimdi. Ürün ekip biçilmesi için imkan sağlansa ( Boş arazilere sırf oralarda kalsın diye destek vermek değil, ekip biçilmesi için tohum serpilmesi için çaba gösterilse, şimdinin parası olup tarlalara para basan toprak ağaları olmazdı böyle) Şehirlerde yaşayan gençlere, yaşlılara kızlara, kadınlara herkes için çapında, kararında imkanlar, ortamlar sağlansa üretime dönsek artık, neden yaşanmaz bir hal alsı ki?

                Seksenli yılarda Aksoy ve Belediye gibi iki büyük sinemaya sahip olan Ağrı’nın suçu, Ağrı’lının günahı ne? Belediye elindekileri elli yıllığına kiraya vereceğine neden işletip halkına hizmet sağlamıyor, kendisi için de gelir kaynağı etmiyor? Ve asıl kanayan yara neden girişimcilerin önü açılmıyor? Sanayi denince akla neden sadece araba tamiratı yapılan ve kereste satılan binalar yığını akla geliyor, kimseye üretim için imkân verilmiyor? Aklım hala almıyor. Peki, bunların hepsinin suçu dönüp dolaşıp yine bizlerin boynuna niçin asılıyor? Yazık ki yaşam şartları zor ve bizler içi ağrıyan bir kabuğuz yaranın üzerinde. Türkiye’nin en büyük köyü olma kaderimiz değişmedi koskoca AKP hükümetine rağmen. Değişmeyecekte bu gidişle aynı tas ayı hamam olacağız. Hamamlarında çoğaldığı memleketimde hamam’a bizim gibi çıplaklar yakışır elbette…  Ama ağam iş Üniversiteyi kurmakla bitmiyor, tüm mahalleleri alı kat kat evler yapmakla da olmuyor. İnsanları taş beton yığınlarının arasına hapsediyorsunuz, çevre düzeni falan güzel söylevler de içinde yaşayacak olan insanların hiç birinin huzuru yerinde değil, hepsini borçlandırıp bankalara ruhsal dengelerini sarstınız. Her mahalleye bir psikolog bırakmayı unutmayın emi.

( Türkiyenin En Büyük Köyünde Yaşamak başlıklı yazı Mehmet Avcı tarafından 13.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu