“Bayram gelmiş neyimize

              Kan damlar yüreğimize .” diye eski bir türkü radyodan cızırtılı bir şekilde gelir oturur kulağımıza. İslam ülkeleri küffar elinde kukla olmuş, her gün bir coğrafyasında yeni icat bomba tatbikatlarına ev sahipliği yapmakta, binlerce -yüz binlerce Müslüman da bu deneme oyununda bertaraf olmaktadır. Kimin umurunda? Ramazan gelmiş hoş gelmiş, bayram gelmiş hoşluklar getirmiş kimin aklının ucunda?
 

              Müstemleke ülke pozisyonunda daha çok analar ağlar diye düşünüyorum, daha çok bayramlar yüreğimizi dağlar. Bayram barışın, dostluğun, inancın, sevincin ve emniyetin şahikasıdır. Lakin el halden ne anlar, el bayramdan ne anlar diye başlarsak; ezilmişliğin, sövülmüşlüğün, itilip-kakılmışlığın hâkim olduğu bir büyük coğrafyada; sömürülen, her daim gökte bombalar hediye edilen bir dinin mensupları olarak daha çok söyleriz bu türküyü:

“Bayram gelmiş neyimize

              Kan damlar yüreğimize.”
 
              El uzatıp şeker toplayan çocuklar yok, o çocukların kapılarını çalacağı bir ev yok. Böyle bir bayram bayram olur mu? Çocuksuz, şekersiz, harçlıksız. Ellerini öpecekleri anneleri babaları silah tacidarlarının bilmem kaç bininci bombalamasında ölen çocuklar bu bayram kimin ellerini öpecek. Hangi el okşayacak saçlarını, hangi el yıkayacak masum yüzlerindeki çaresizliği. Aynı inancın insanları yüreğiniz cız etmiyor mu? Yüreğiniz aynı rabbe inanan, aynı peygambere naatlar yazan bu insanlar için çarpmıyor mu? Bananecilik oynanmıyor bu oyunda. Yarın sıranın bizde olmadığını kim söyleyebilir? Bu bir senaryo ise elbette bize de bir rol biçilmiştir. Sırası gelince sahneye konulacaktır.
 

Sırt çevirmemeliyiz, yüz asla. Onların acısını acımızmış gibi hissetmeli, onların gözyaşlarını gözyaşlarımızmış gibi görmeli ve o gözyaşlarının seliyle zalimleri boğmalıyız. O zalimler ki ağızları kanlı, elleri kanlı aç bir vahşi gibi önüne sunulanı büyük bir iştiha ile yemek için hazır ve nazır. O zalimler ki bütün insanlığın kendilerine hizmet yapmak için yaratıldığını kutsal kitaplarına dahi koymuşlar ve ona inanmışlar. Kim kimin kölesi olur? Kim kimin kulu olur?

 Herkes eşittir. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun. Mevlana’nın tabiriyle: “Ne olursan ol, gene gel !” diyen bir medeniyetin evrensel postacılarıyız. Bu daveti vücuda getiren, bütün insanlığı eş tutan, ayrımı gayrımı olmayan bir dinin mensupları olarak asri, modern, çağdaş, hep mutegalip, hep ferah, hep çok gelişmiş(!) ülkelere bir ders vermiyor muyuz acaba? Onlar bizi bizden daha iyi biliyorlar da biz bizi onlardan daha iyi bilmiyoruz ne yazık ki. Bizi uyutmak için her türlü dışı süslü, içi boş unsuru ambalajlı bir şekilde yüzümüze gülerek sunarlarken, içten içe de başımıza örecekleri çorapları ve elde edecekleri neticeleri hesap ediyorlardır. Biz her zaman kendimize Batının penceresinden bakmışız. Bunu marifet saymışız. Bu yüzden anlayamamışız kendimizi. Kendin ol, derken filozoflar boşuna haykırmamışlardır sanırım. Önce kendimiz olursak, başkalarının üzerimize oynadığı oyunları daha kolay başımızdan atacağımızı zannediyorum.
 
            “Bayramlar eski tadı vermiyor.” dedi canlardan birisi. “Doğrudur.” dedim. Eski heyecan, eski tat kalmamış. Daha tatsız tuzsuz, renksiz insanlar haline gelmişiz de ondan. Heyecanımızı yitirmişiz, tabi ki tat alamayız. Hele bir de akla Somali gelip takılırsa, Arakan gelip oturursa yüreğimize, Suriye boğazımıza düğümlenirse halimiz nice olur? Bayram bayram olur mu? Kan damlamaz mı o zaman yüreğimize?
 
 Bayram hazırlığı önceden yapılırdı. Herkeste bayram neşesi ve coşkusu yüze yansırdı. Uzaktakiler için eş-dost ile birlikte olma babında; bir kapı, bir vesile olurdu bayramlar. Ailelerin nüfusu artardı birden. Anneler anneliğinin, babalar babalığının farkına varırdı senede bir iki günde olsa. Çünkü bütün yavruları kanatları altında, şefkat ve merhametleri altında olurdu. En mutlusu anne ve babalardır bayramlarda. Sonra çocuklar. Ah çocuklar! Bugüne bakıyorum da bölünmüş aileler arttı, anneler babalar çoktan huzurevlerine terk edildi. Yuvalar arttı, ıslahevleri doldu. Böyle değildi işte!
 
           Arife Günü’nde mezarlıklar ziyaret edilir Yasin-i Şerif okunur. Mezarlıklar en kalabalığı Arife Günü ülkemin. Çocuklar bayramın hazırlığını yapar orada. Şekerler dağıtılır ziyaret edenler tarafından, harçlıklar verilir. Mezarlığı ziyaret edemeyenler bayram namazından sonra mezarlığa gider. Mezarların gözü yoldadır. Tanıdık bir sesten Fatiha duymak ister. Bir el ister toprağına dokunsun, mezarını temizlesin. İbret almak isterse insan tımarhanelere, hastanelere, bir de mezarlıklara baksın. Aklın, sağlığın ve ömrün kıymetini anlamak için! Var mı acep böyleleri?
 
          Davulcular para toplar, şeker toplar. Kapı kapı dolaşır harçlığını ister. Ramazanın yorgun gece bekçileridir bunlar, bayramı dört gözle bekler. Elde tokmak, ağızda zurna umurunda mı dünya! Davulcularda yok olursa zurnacılarda giderse bayram bayram olur mu Allahaşkına?
 
         Bayram namazından sonra ilk camide başlar bayramlaşmalar. Yanınızda saf tutanın bayramı kutlanır, sonra diğerleri. Yemekler hazırlanmıştır evlerde. Köfteler, sarmalar, güveçler, pilavlar. Ramazanın bitişinedir bu yemekler, Ramazan-ı Şerif’i toplu olarak uğurlamak için. Camide kim kimin kolunu tutarsa evine davet eder. Gitmezseniz darılır, gücenir. Adettir bu yerleşmiş, tanıdık olsun olmasın davete icabet gerekir. Açların halini aklınıza getirirseniz yiyemezsiniz hiçbir şey; tok açın halinden anlamalı biraz, değil mi? Orucun mesajlarından biride bu değil mi?
 

          Baklavalar, kadayıflar, sütlaçlar, dolangerler… Değmesin kimse keyfimize. Ev yapımı baklavalar ağzımızda kayıp giderdi midemize. Ne tat, ne kokuydu Allah’ım! Akrabalar toplanır herkese tepsiler açılırdı. Şerbetleri bayram akşamı dökülürdü, dayanamazdık köşeciklerini tırtıklardık. Şekerler alınırdı. Misafirler için birazcık pahalı olanı, bir de çocuklar için ucuz olanı. Bayram günü bütün çocukların uğramadığı ev kalmazdı. Şekerler dibe vururdu. Şimdi bakıyorum da çocuk şekerlerim daha bitmemiş. Boynu bükük duruyorlar masanın üstünde. Zenginleştik herhalde, gururumuza yediremiyoruz belki de çocuklarımızı şeker toplamaya göndermeye, ya da çocuklar azaldı birden. Bitmesin bu adet lütfen, bayram; şeker toplayan çocuklarla anlamlı. Bir de unutmadan uyarayım; şekerlerin dahi boyalısı, adisi ortaya çıktı. Şekerler bozulursa olur mu? “Bayrama ad oldu şeker, bu özlem bizi kendine çeker. Bitmesin artık yeter. Bizi biz eden şeyler.”diye şiirsel bir yazı şeker misali kulağımızın pasını alsın. Bir cam şekerini üç parçaya bölüp çocuklara vermeye çalışan dünün, yokluğun, insanına selam olsun. Yüreğini üç parçaya bölen ve elindeki tek şekeri belki de bölüp paylaşana hürmet olsun. Bu bayram şekerler zulme uğrayan çocuklar için toplansın ve dünyanın dört bir yanında şeker yiyemeyen -dili dini rengi ne olursa olsun önemli değil- çocuklara gönderilsin.

           
 Elbiseler ne güzeldi. Bayramdan bayrama alınırdı. Yoksa da varsa da para, alınırdı elbiseler. Mümkünü yoktu. En yeni pantolonlar, en gıcır potinler ve de hep bir numara büyük alınırdı. Bayramdan önce giyilmezdi. Bayram sabahını zor erdik. Elbiselerimiz yatağımızın başucunda,  rüyalarımızda belki on defa, belki yüz defa giyerdik. Sabah oldu mu hemencecik giyinir namaza koşardık. Ah çocukluğum desem cin gibi okurlar, tanımayanlar diyecek ki bunları yazan genç birisi. İtiraf ediyorum gencim daha. Dante’ nin gerçeği bulduğu yaşı az geçtik. Bayram namazından sonra poşetler alınır, akşama dek şeker için dolaşılırdı. Harçlığımız pek yoktu çünkü büyüklerde de para yoktu. Mutluyduk anlayacağınız. “Para yoktu, mutluyduk.” günümüze göre çok arabesk bir cümle oldu ama gerçekti.
 
          Her türlü giysinin günlük alındığı, her türlü şekerin elimizin altında olduğu(eskiden en meşhur şeker Zeki Müren’in Göbeği denilen cam şekerlerdi.)bir garip dönemdeyiz, ama insanların yüzü gülmüyor. Her şey var ama bir şey eksik sanki. Manen sıkıntıdayız diye düşünüyorum. İçe dönmemiz, öze dönmemiz gerek. Yüzü gülen, içi gülen insanlarız. Nasrettin Hoca’nın kemiklerini sızlatmayalım.
 

            Barış gelsin dünyaya, bayram gelsin, huzur gelsin, sevinç gelsin. Şeker tadında günler yaşansın her zaman. Bayram coşkusu hiç eksilmesin memleket insanın yüzünde. Buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Haksızlığın, yalanın, ayrımcılığın, entrikanın, adam kayırmacılığının, savaşın olmadığı bol şekerli nice bayramlar geçirmenizi diliyorum.

 

 

 

( Bayram Gelmiş Neyimize başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 15.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu