NEREYE  KADAR  HOŞGÖRÜ ?

 

Hoşgörü,  her zaman    kulağa hoş gelen bir kelime.  Kendisini meydana getiren seslerin dizilişi bile hoş. Her derde   deva   bir kelime. Toplum   içindeki  farklılıklardan   kaynaklanan  sorunları çözmenin  yegane ilacı. Çevremizdeki insanların  düşünce ve davranışlarındaki aykırılıkları  görmezden gelmemizi öğütleyen tembih sözü :  Hoşgör !

         Hoşgörü, çok anlamlı bir değer. Toplum içinde asgari müştereklerde buluşabilme çabası, uzlaşabilme gayreti, birlikte yaşama olgusuna objektif bakabilme olgunluğu. Hatasız kul olur mu hiç ? Yaratılmışı, yaratandan  ötürü hoş görmek, ne güzel.  Ne demiş Mevlana:’ Ne olursan ol, yine gel !

       Bizler, büyüklerimizin tavsiyelerine uyup ,  baldan tatlı ,lokumdan yumuşak olduk, her yanlışı hoş gören, örten bir özelliğe büründük.   Fazla tuz, fazla şeker, fazla hamur vücut için zararlıdır. Hoşgörünün  fazlası da öyle. Hoş görünün ölçüsü kaçırılırsa, yeri ve zamanı gözetilmezse değer olmaktan çıkar, toplumu  çökerten veba mikrobuna dönüşüverir. Birileri kalkacak, toplumun değerlerine açıkça saldıracak, davranışları, hal ve hareketleri ile  sizin kanınızı donduracak ve siz her şeye rağmen hoşgörülü olacaksınız. Fertlerin de toplumların da  mutlaka kırmızı çizgileri olmalıdır. Hiç kimseye  bu kırmızı çizgileri  çiğneme gücü-yetkisi verilemez. Adını hoş görü, bireysel farklılık, kişi özgürlüğü, çağdaşlık.. bilmem ne koyup toplumun ahlaki değerlerine Fatiha  okuyamazsınız. Hoşgörü, yıkım, çökertme, dinamitleme aracı olmamalıdır. Sınırsız hoşgörü isteyenler, diğer insanların hoşgörü  sınırlarını zorlamamalıdırlar.

  Her  gün neleriyle karşılaşıyoruz :   Tanımadığınız birisi  sizin otoparkınızın  çıkışına arabasını bırakmış gitmiş. Bir diğeri  ,  arkasına ‘babam sağ olsun’ yazılmış  arabasının müziğini sonuna kadar açmış, hızda  ve gürültü üretmekte sınır tanımıyor. Bu   özürlü mamullere  ne kadar hoşgörülü olacağız?

   Toplumu oluşturan bireyler kendi düşüncelerini, ideolojilerini, tutumlarını  topluma dayatırken bunları davranış olarak sergiliyorlar, karşısındakilerden de sınırsız bir hoşgörü bekliyorlar: Ben ateistim, bak bunu davranışlarımla herkese ilan ediyorum. Size düşen görev beni hoş görmektir.. Ben psikopatım, davranışlarım, sözlerim bunu ayan beyan ortaya koyuyor. Size düşen görev beni  hoş görmek. Terbiyesizi   hoş gör, ahlaksızı hoş gör, hırsızı, üçkağıtçıyı, dolandırıcıyı hoş gör. Olmaz böyle şey. Hoşgörü gibi bir değer böylesine sulandırılamaz. Hoşgörü, öküzün her istediğini, her yerde yapabilmesine göz yummak mıdır? Öküzün böğürme hürriyeti başkalarını rahatsız ediyorsa yine mi hoşgörü ?

 

  Bizler fert olarak, toplum olarak ve devlet olarak, hoşgörüyü  ’aldırmazlık’  derecesine götürdük. Her şeye kayıtsızız, adam sende, deyip geçiyoruz. Bu davranış vatanını ,milletini seven sorumlu vatandaşın  sergilemesi gereken bir davranış değil , kişisel çıkarlarını her şeyin, her değerin  üzerinde gören kişilerin davranışıdır. Dünya dönüyor diyen Galile’yi  papazlar zindana attırmışlardır ;  fakat Galile de  Avrupa’da reformun öncüsü, papazların sonunu hazırlayan kişi olmuştur. Yapılan yanlışlara  duyarlılık, tepki göstermek  kişinin inanç sistemiyle  yakından ilgilidir. Toplumdaki apaçık ahlaksızlıklara, kabul edilemez tutum ve davranışlara  bu derece duyarsızlaşmış olan insanımızın inandığı değerler sistemi nedir?. Her ağızda aynı  cümle :Boş ver, ortalık it kaynıyor, başıma bela mı alacağım. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy bu konuda farklı düşünüyor. Safahat’ında :

               Kanayan bir yara  gördüm mü yanar ta ciğerim

                Onu dindirmek için  kamçı yerim, çifte yerim

 

               Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım

             Çiğnerim, çiğnenirim ,hakkı tutar kaldırırım, demektedir.

Toplumumuz manayı bırakıp maddeye yöneldiği günden bu yana çevresindeki her olumsuzluğa, akıllara durgunluk verecek ölçüde hoşgörülü oldu. ‘Hatırım için lütfen tepki gösterin ! ‘ diye feryat edesimiz geliyor. Birileri kalkıyor bizim değerlerimizi ayaklar altına alıyor, bizim kırmızı çizgilerimizi baştan sona çiğniyor, başımıza çuval geçiriyor, biz mütemadiyen hoşgörü türküsü söylüyoruz. İnsan hakları masalına kanıp bütün hakları magandalara, saygınlığı öküzlere verdik. Bu bir savaş sebebidir, dediğimiz hareketleri inadına inadına yapan ülkelere hoşgörü(!)de sınır tanımadık. Her yerde her zaman  her davranışı  yapabilme cüretini gösteren  gençleri hep hoş görüyoruz. Her gencin elinde ,eline yapışmış bir cep telefonu, yolda önlerine bakmadan, kimselere selam vermeden, robotlaşmış vaziyette ilerliyorlar. Onların sayesinde GSM operatörleri köşeyi döndü. Bizde bu savurganlığa, bu aymazlığa hiç tepki yok. Bana ne deyip geçiyoruz. Görme, duyma, bilme... velhasıl üç maymunu başarıyla oynuyoruz. Hoşgörümüz sınırsız. Çıplaklığı, utanmazlığı, pervasızlığı çağdaşlık olarak sundular bize, biz de hepsini hoş gördük. Hiç sesimiz çıkıyor mu ? Sokağa çıktığınızda şöyle lütfen çevrenize bir bakın. Kabul edilemez, dediğiniz nice davranışı nasıl da kabullendiğinizi göreceksiniz. Bu neden mi kaynaklanıyor ? Toplum olarak hoş görümüz(!) arttı da ondan.

             

Her şeye hoşgörü ,  bizim kendimize yaptığımız en büyük kötülük. Kırmızı çizgilerini tamamen kaldırmış toplumların başına çuval geçirecek olanlar sırada bekliyorlar. Bu bir savaş sebebidir, sözünü her söyleyişimizde  dünyayı kahkahaya boğuyoruz.

 

      Dinimiz  kötülüklere hiçbir zaman tolerans tanımıyor. Şartların yerine getirilmesinde her zaman ısrarcı. Namaz kılınacak, diyor. Sen nasıl kılarsan kıl. Oturarak kıl, gözünle kıl, yattık yerden kıl ;  fakat kıl. Abdest alınacak. Ne ile alırsan al :   su ile toprak ile. Zinaya kesinlikle hoşgörü yok. Hırsızlığa tolerans yok. Göz çıkaranın gözü çıkarılmış, kol kıranın kolu kırılmış. İslam’da kısas(Bir suç işleyenin  aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılması, dengiyle karşılık vermek) adaletin gereği olarak uygulanmıştır.Bu yapılmazsa zorbaların zorbalıklarını daha da artıracakları  göz ardı edilmemiştir. İslami cezalar en doğru ve duygusallıktan arınmış  cezalardır. Kur’an’da  ‘ Ey zulme uğrayanlar ,hep hoşgörülü olun! ‘ diye bir ayet yoktur. Müslüman  her zaman, her kötülüğe göz mü yummalı ? Şakanın da deli  ile  dalganın da  sınırı bir yere kadardır. Dur! demeliyiz. Bir yerde bir haksızlık, bir yamukluk mu var: elimizle , dilimizle mutlaka düzeltmeye çalışmalıyız. Bunu yapamıyorsak rahatsızlığımızı tavırlarımızla göstermeliyiz. Yürekten bir tepki ortaya koyalım, o davranıştan,  o kişiden hoşnut olmadığımızı    apaçık ortaya koyalım. Hoşgörü adına Kur’an hükümlerini , insani değerleri  rafa mı kaldıralım.

 

       Bizler içinde yaşadığımız toplumdaki   kabul edilemez yanlışları hoş göre hoş göre hoş görülemeyecek hale  düştük. Nasıl ki   her şeyi yiyenler mide fesatı yaşarlarsa,  her şeyi hoş gören toplumlar da  kişilik fesadı yaşarlar. Tepkisiz korkaklardan olursak belki uzun yaşarız ; ama bu yaşayış onurlu bir yaşayış olmaz. Bizi çökertecek, darmadağın edecek, en öldürücü savaş araçlarının kamuflajıdır  hoşgörü.  Bizim üzerimizde hesapları olanlar -başta Avrupa olmak üzere-  bu kamuflajı çok başarılı şekilde uygulamaktadırlar. Bu sınır tanımaz hoşgörümüzün bizi içten çökerttiğini  anlamaya çalışalım. Eşekler anırdıkça  bizler hep sustuk ;  biz sustukça eşekler bundan cesaret alıp daha çok anırmaya başladılar. Her birimiz bir eşeğe  ‘çüşünüz ’ demedikçe ,başını alıp giden bu yamuklukları düzeltemeyiz. Devlet, kendini yok etmeye çalışan eşkiyayı,’üç beş çapulcu’ diyerek önemsemedi. Bu üç beş çapulcu bugün ülkemizin bölünmez bütünlüğünü tehdit ediyor. Teröre harcadığımız para yüz milyarlarca dolar.  Bu  üç beş çapulcu önemsense idi, gereken yapılsaydı, harcanan bu paralar milli kalkınmada önemli rol oynayacaktı. Terör belasından daha kötü olmak üzere milli kimliğimiz, dini değerlerimiz, bizi  biz  yapan ne varsa şimdi  hepsi tehdit altında.  Hiç gizlisi saklısı yok. Manevi yıkım kendini göstere göstere güçlü bir dalga halinde geliyor. Neyimiz varsa silip süpürecek hortum bize çok yakın. Bizde hiçbir hareket yok. Üç maymunu oynamakta ısrar ediyoruz. Görmek istemiyoruz, duymak istemiyoruz,  bilmek istemiyoruz. Bana ne, gereğini devlet yapsın diyoruz. Farkında değiliz, bu yıkım önce milleti, ardından da devleti telafisi mümkün olmayan zarara sürükleyecektir. Öğretmen okulda, imam camide, vatandaş sokakta fedakar  bir gönüllü olarak eğitim seferberliği başlatmalıdır. Hiçbir savunma mekanizmasının ardına saklanmadan, bu görevi birilerine havale etme kolaycılığına kaçmadan, bizi çökertme amacındaki tüm zararlı unsurlarla mücadele etmeliyiz. Elimizle, dilimizle ya da hiç değilse tavır koyarak, rahatsızlığımızı açıkça göstererek.. Sokak ortasında  namussuzluk gösterisi yapanlar kadar cesur olmak zorundayız. Yasaları hazırlayanlar hırsıza, namussuza, eşkiyaya kaçış yollarını bol bol bırakmışlar, dürüst vatandaşın  elini kolunu bağlamışlar. Şartlar ne olursa olsun  teslimiyet yok,  kabullenmek yok ,  ağrısız başıma ağrı mı lazım, kolaycılığına kaçmak yok. En az namussuzlar kadar cesur olmak mecburiyetindeyiz. Pislikleri üzerimize sıçratmadan, çürük tahtaya basmadan, akıl çizgisinden sapmadan, bu ahlaksızlık tiyatrosunu sonlandırabiliriz.  Aksi halde , her  ‘bana ne ‘  deyişimiz bizi hızlı bir şekilde  kimliksizleşmiş, ,yozlaşmış, milli-dini özelliklerini kaybetmiş bir kalabalığa dönüştürecektir.

( Nereye Kadar Hoşgörü başlıklı yazı nihat-karaye tarafından 16.09.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu