TÜRKİYE OKUMUYOR, ÇÜNKÜ…
 
 
Ülkemizin kültürel alanda gelişmesine katkı sağlamak amacıyla devlet büyüklerimiz 2008 yılının Mart ayında ’Türkiye Okuyor’ adlı  bir kampanya başlattılar. Amaç,Türk insanını,çağdaş dünyanın tüm imkanlarından faydalanabilecek bilgi birikimine ulaştırmak…Bu kampanyanın başladığı tarihten itibaren her üç ay sonunda  okullardan  rapor isteniyor.Türkiye okuyor mu?. Okumuyorsa,ne gibi tedbirler alınmalı?. Elimize kağıdı kalemi alıp rapor yazıyoruz, yazmaya çalışıyoruz.; çoğu zaman da yazacak  bir şey bulamıyoruz.Çünkü bizler biliyoruz,büyüklerimiz de  biliyor: Türkiye okumuyor. Sadece bu raporlar yeterli görülmemiş olacak ki okullarda dönem sonunda  karnelere  bölüm açmışlar:’ Öğrenci kaç kitap okudu, belirtiniz.’ Dilimiz varmıyor’ Kitap okunmuyor!’demeye. Münasibinden  iki-üç kitap okudu yazıyoruz ilgili haneye.
 
 Ağaç yaş iken eğilirmiş.Eğitim küçük yaşlarda başlamalıymış.Doğrudur. Hikmetinden sual olmaz,biz çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandıramadık. Kendini  yetiştiren, dünyadaki gelişmeleri takip eden, ufku geniş bireyler yetiştiremedik.
 

Okuma alışkanlığını niye kazandıramadık, bizim insanımız okumayı niçin sevmez? Orta Asya’daki göçebe kültürümüzün okumaya elverişli olmadığından başlayıp, yüzlerce gerekçe bulabiliriz bu kusurumuza. Baktık ki işin içinden  çıkamıyoruz,kitap fiyatları  çok yüksek, diyerek  kapatırız konuyu.

             
 İnsanımız okumuyor.Doğrudur. Niçin okumuyor? Bir çok  nedeni vardır. Bunlardan biri, bence en önemlisi, yazarla okurun ortak paydalarda buluşamamasıdır.Birbirlerinin dilinden anlamamaları. Bağlantının kurulamaması. Öyle ki, tanışma girişimi ilk parağrafta,ilk mısrada kopuyor. Okuldaki öğretmen ne derece donanımlı olursa olsun,cümleleri öğrenciye ulaşmıyorsa, anlatılanlar anlaşılmaz olup boşlukta kalıyorsa ,eğitim öğretim nasıl gerçekleşecek?. Öğretmenin bilgisi,öğrencinin anlayabildiği kadardır. Öğrencinin anlayabildiği  kadarını artırmanın yolu seviyeyi ayarlayabilmek ve  cümleleri öğrencinin anlayabileceği sadelikte oluşturmaktan geçer.Başarıya giden yolda ilk ve en önemli  adım budur. J.J.Rousseau( Ruso) der ki: Sözlerinizi dinletebilmek için kendinizi, konuştuğunuz kişilerin  yerine koyunuz.Mükemmel bir hatip  rolüne soyunanlar,sözü güzel söylemeyi başarabilirler.Böyle bir süslü anlatımın  yazının içeriğine ne faydası olur? Makyajla bir insanın güzel görünmesini  sağlayabilirsiniz; fakat onun huyunu,kapasitesini değiştiremezsiniz.Gerçek güzellik,yalın güzelliktir.Bu yüzden büyük yazarlar ve şairler yalın söyleyişi benimsemişlerdir.
     
       Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,                                              
     Tarihe karıştı eski sevdalar.                                                    
     Beyhude seslenir, beyhude çağlar,   
     Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...  
 
diyen Faruk Nafiz Çamlıbel’in  ‘ Çoban Çeşmesi’ şiirinde  yalın bir dille sağladığı güzelliği,                                 
               
 Han Duvarları şiirindeki:        
                                               
 "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan 
 
Baba ocağından yar kucağından 
 Bir çiçek dermeden sevgi bağından 
 Huduttan hududa atılmışım ben  , 
mısralarındaki güzelliği, yine :
                            
Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz.
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz. 
 
Mısralarındaki güzelliği hep yalın söyleyişle  oluşturmuşlardır.Necip Fazıl’ın ,Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Yavuz Bülent Bakiler’in, Arif Nihat Asya’nın, Aşık Veysel’in  sade Türkçesine  hep hayran kalmışımdır.
                          
Son dönem şair ve yazarlarını  anlamakta,yorumlamakta neler çektiğimi bir ben bilirim.
 
Otları büyümek bir gün

Bir gün köyler kentler yıkanık damlar geri dönmek bir gün

Su yürümek,güneş bilmek

Yeniden orda otlarda orda yeniden orda orda’
 
diyen Turgut Uyar’ı  ne anlayabiliyorum ne de yorumlayabiliyorum. Bu kompleksli üslupların  şiirlerini okurken  uyuyan öğrencileri hiçbir edebiyat öğretmeni kolay kolay uyandıramaz.Modernizmi esas alan romanları okuyoruz. Anlatıcı kim, zaman hangi zaman, mekan neresi…Anlayabilene aşk olsun ! Karmakarışık hisler,hayaller, okuyucuyu allak bullak ediyor. Okumayı sevmeyen bir millete, okumayı biraz olsun sevdirecek berrak metinler oluşturmak yerine karmaşada ısrar etmenin manası nedir? Toplumun cehaletinden medet mi umulmaktadır?
 
Ya Farsça, Latince  öğreteceğiz bu gençliğe ya da  anlatımımızı sadeleştireceğiz.Bir edebiyatçımız diyor ki: Türk Edebiyatını bir kefeye,Dede Korkut’u  bir kefeye koyun,Dede Korkut  ağır basar. Hintli filozof Beydeba’nın  Kelile ve Dimne’sini  Türkçeye kim çevirdiyse ,binlerce teşekkür.
                   
Birçok edebiyatçımız anlaşılmamak için yazıyor.Sadelikten uzak bir dille,dolambaçlı  yollara giriyor.Okuyucuyu kendinden uzaklaştırıyor.Sanat ile toplum birbirinden ayrılmaz.Bize bizi anlatmayan,bizim dilimizi kullanmayan sanat eseri kitapçı raflarında tozlanmaya mahkumdur.Eğer,ufku geniş bir gençlik yetiştirmek istiyorsak Türkçeyi  en güzel, en sade şekliyle kullanmamız gerekiyor.Ne söyleyeceksek,eveleyip gevelemeden,Anadolu insanına,Anadolu insanının diliyle, onun değerlerine saygı duyarak, ona yabancılaşmadan söylemeliyiz.Han Duvarları’nı  okurken kapıldığım hayale,son dönem şair ve yazarlarını okurken kapılamıyorum.Sadelikten uzak,Anadolu insanına yabancılaşmış,anlaşılmayan, anlaşılması zor, girift bir üslubu benimsemiş yazarlar edebiyat dünyamıza en büyük kötülüğü yapıyorlar.
                              
Bakanlık bizden rapor bekliyor :’Türkiye  okuyor mu?’ Cevap çok kısa: Türkiye okumuyor! Neden mi? Cevabını Yakup Kadri’nin ‘Yaban ‘ romanından verelim:
                   
‘ Bunun sebebi ,Türk aydını,yine sensin.Anadolu halkının  bir ruhu vardı,nüfuz edemedin.Bir kafası vardı , aydınlatamadın. Onu cehlin ve yoksulluğun elinde bıraktın.O, kara toprak ile kuru göğün arasında  bir yabani ot gibi  bitti.Şimdi ,elinde orak,buraya hasada gelmişsin.Ne ektin ki ,ne biçeceksin.? Bu ısırganları,bu kuru dikenleri mi ? Sana ıstırap veren bu şey,senin kendi eserindir,senin kendi eserindir.’
          
 Halk dilinin sadeliğini yakalayabilen,  süse, gösterişe kaçmadan,özlü bir anlatımla halka ulaşabilen edebiyatçılar ülkemizin  kültürel alanda gelişmesine önemli katkılar sağlayacaklardır. Ancak o tarihten sonra biz : Türkiye okumaya başladı.’ diyebiliriz.
                                                                                                
 
 Nihat KARAYEL
 
 
 

 

( Türkiye Okumuyor,çünkü... başlıklı yazı nihat-karaye tarafından 20.06.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu