Dolunay-ertesi-öncesi
Hayat sanki sadece “geçiş”lerden ibaret. Bir formdan, bir forma; bir histen,
bir hisse; bir şehirden bir şehre; bir renkten bir renge; bir geceden bir
geceye; bir heceden bir heceye; gençlikten yaşlılığa, yaşamdan ölüme…. Ve bu
geçişler arasında kısacık duraklar var. Bir mola yerinde durup, biraz
soluklandığımız o gerçek seyahatlerinkine benzer.
Bu duraklarda ne
zamanı de de geçişleri durdurabilir sadece yeni bir halin başında olduğunuzun
farkına varırsınız. Gün doğumunda terleyen çiyler gibi anlık ve kısa bir
farkındalık. Şair de belki böylesi bir geçişte şiir dökmüştü tarih sayfasına:
“Sen olsan ne yapardın Turnam
Bir sandala atlamış denize
açılmışsın
Yanında ne pusula, ne aş, ne azık
İşte karşında Dübbü Ekber,
solunda Demirkazık
Salkımsaçak bulutlar, delibozuk dalgalar.
Bütün
rahatlıkları sahilde bırakmışsın
Mor rüyalar asmalarda, pembeleri yatakta
Yola düşüp Huu demişsin, Huu işitmişsin
Arpa boyu, çavdar boyu, minare
boyu değil
Tut ki gecelerce mısralar boyu gitmişsin..
Turgut Uyar”
Betimlenemeyen bir çaresizlik hali daha nasıl
anlatılabilirdi ki? Kimilerine bir masal gibi gelecek sözler kimilerine doyumsuz
bir ışık.
İşte o yüzden bugün benim üzerimde bir halden başka bir hale
geçişten almış olduğum ödünç renkler var. Bugün belki söğüt yeşiliyim, gelincik
kızılıyım ya da gök mavisi bu değişkenlikte bir önemi yok mu demeliyim?
Kendi tenhalığımda ceplerime sevdiğim şairlerin dizelerini doldururum,
bir dua, karanlığıma bir ışık, geçişlerime ilaç niyetine. Rol yapmam daha
doğrusu yapamam. Nasır tutmayan parmaklarımı nasırlıymış gibi gösteremem ya da
düşsel bir boyutun pembe çizgili yollarında yürüyormuşum gibi yazamam.
Yazdıklarımdan ne eksik ne de fazlayım, onlar gibi buğulu, karmaşık kimi zaman
anlamsız ve boşum. Rol yapabilenlerle karşılaşınca ise bir durak gülümserim
sadece. Ve içimden “şu kurmacasız yazılmış öykülerden oluşan hayatta ne yazık ki
kalıcı bir yerin olamayacak diye” hadsiz cümleler kurarım.
Kim bilir
hangi geçişten kalma bir gece de göğe atılmış avuç avuç cümbüşler ve yahut
fırtınalar var. Onlara uzaktan bakmayı bir masalı dinlermiş gibi hissetmektense,
panzehirsiz bir zehirlenmişlik gibi hissetmek niye? Mevsimleri olduğu kabul
etmenin, onlara kafa tutmamanın zararı nedir? Kışın bütün soğuğuna rağmen
sıcacık bir odanın içinde olmak, ara sıra dışarıya çıkmak üşümek ama sonra o
odaya dönüp kışın soğuk nefesine inat odanın sıcak nefesini hissetmenin nesi
kötü ki…
Kış ki bütün sessizliklerin anası, renklerin solgunluğu… Kışın
sessizliğini dinlerken kendi sessizliğini, kızgınlıklarını biraz ertelemek,
biraz kenara bırakmak kimilerine göre morfin verilmiş ağrı anlamına gelse de
benim için durmaksızın sızlanmaya yeğ. “Rol yapmadan, kendini unutmadan biraz
etrafına bakınabilmek” olur bunun ismi olsa olsa.
Çünkü bunu yapmamak
demek; geçişlerini kabullenememek demek, kendi sessizliğinde nefretlerini
büyütüp sertleştirmek demek… Ve akabinde reçetesini kendi yorumlayan yarım
yamalak bir doktor edasıyla geçişlerinin nedeni olarak gördüğü her şeyi
inciterek, kırıp dökmenin o sert geçişlerinden olma yaralarına iyi geleceğini
sanmak.
Oysa ağır, gri ve kirli bir yükü omuzlamaktı bu. Ya gözlerinde o
grilik, o yorgunlukla, her gün aynı saatte buluşursun ya da gökyüzünde gördüğün
bugünün hilalini, yarının dolunayının kıyısında gemiler yüzdürdüğünü
kabullenirsin daha en başından, karar senin!
Cezbe Derketo.
(
Dolunay-ertesi-öncesi başlıklı yazı
Cezbe D. tarafından
10.12.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.