“Dışarıda yağmur şiddetliydi. Yıllar önce emekli olan adam, karısını uyandırmadan sessizce yatağından doğruldu.  Yanı başındaki bardağın üstüne koyduğu çay tabağını kaldırıp suyundan bir yudum aldığında kuruyan damağı yumuşadı. Telefonun yanı başındaki aile fotoğrafına uzunca baktı. Üç kızı arasındaki oğlunun toyluk haline bakıp,  “Hey gidi günler, o zamanlar nasılda gençti” diye iç geçirdi. “Allah’tan üç kızımı da kocaya vermişim” diyerek salona geçtiğinde hava da yeni aydınlanıyordu.
        Derme çatma iki katlı gecekondusunu yaptırırken nasılda zorlanmıştı. Üst katını oğlunu evlendireceğim diye kimseye kiraya vermiyordu. Pencereden dışarıya baktığında gök gürültüsü ve ardından gelen şimşeğin ortalığı aydınlatmasıyla irkilip perdeyi korkuyla tekrar kapattı. Oğlunun odasına gittiğinde Yılmaz deli yatıyordu. Yere düşen yorganı alıp oğlunun üstüne örttüğünde nefes nefeseydi. “Şu zıkkımı bir bıraksam” diye hayıflandı. Salonun yanındaki küçük odaya girdiğinde içerisi soğuktu.  Koltuğa oturup televizyonu açıp günün haberlerini sigarasını içerek izledi. Gittikçe ürperdiğini hissedip kapı girişindeki sobaya baktı. Kömürün közü de neredeyse sönmek üzereydi. Birkaç odun parçasını sobaya bıraktı ardından çıra ve kâğıt parçalarını yerleştirip yaktığında  attığı kömürle sobanın gürültüsü diğer odalardan duyuluyordu.. 
En son uyanan oğlu Yılmaz’dı.  Anne mutfakta kahvaltı telaşında, Hakkı baba ise gazetesini okuyordu. Eşi:
“Bey yağmur hiç dinmedi, arka odanın tavanından sular akıyor, her sene bıktım artık eşyaları temizlemekten”
“Doğru söylüyorsun hanım, söz bu ilkbaharda yaptıracağım, biliyorsun artık hiçbir şeye para ayıramıyoruz ama merak etme bankadan kredi çekip hallederiz. ”
“Bak oğlanında kız arkadaşı varmış, araları da ciddiymiş, ya evleneceğiz diye tutturursa, ne yapacağız?”
“Allah büyüktür hanım,  kul sıkışmayınca Hızır Aleyhisselam yetişmezmiş! Kızları nasıl evlendirdiğimizi sen biliyorsun…”

Evin son oğlu da sofraya oturduğunda çatal bıçak sesleri arasında televizyondan gelen Başbakan’ın Konya’dan yaptığı konuşmalar odaya damgasını vuruyordu.  Yılmaz; “İyi de bu zamanda nasıl evleneceğiz, hangi parayla, aldığım asgari ücret neye yetiyor ki? Eşya mı alayım, eve mi destek çıkayım?” dediğinde babası:
“Oğlum Başbakan doğru söylüyor! Bekârlar biran önce evlenmeli, demir bile tavında dövülür.  Yaşın geçtiğinde çocukları büyütmek de zor olur!” 
“İyi de baba, hadi evlendik diyelim, Başbakan üç çocuk istiyor!”
“Oğlum o ülkenin Başbakan’ı sen ondan daha mı iyi bilecen! Elbet onunda bir bildiği vardır. Nüfusumuz ne kadar kalabalık olursa o kadar kuvvetli oluruz.”
“Baba senin aklın hala eski savaşlarda kalmış, şimdi teknoloji silahlarla ülkeler birbirlerini kilometrelerce uzaktan vurabiliyor. Hem vurmaya da gerek yok. Artık gelişmiş ülkeler, yönettikleri ülkeleri hem kültürel, hem de ekonomik yönden kıskaç altına alıp onları keyiflerince yönetiyorlar.”
“Oğlum bırak böyle anarşit sözleri de kimse duymasın, yosam seni de Ergenekon’dan içeri alıvirirler!”
“Güldürme be baba!”  diyerek dışarı çıktığında babası da kahvesini pencere önüne konan kuşları izleyerek keyifle yudumluyordu. 

Akşam yemeğinde Yılmaz yorgundu. Önüne konulan pilava kaşığını gözleri dalarcasına birkaç hamle yaptığında,  babası yan gözüyle karısına baktı. “Bizim oğlan yoksa evlenmek mi istiyor?” diye fısıldadığında annesi dudak büktü. Yılmaz bilinçsizce kaşığı birkaç kez daha tabağındaki pilava saplayıp odasına çekildi. Arkasından annesi gittiğinde Yılmaz sevgilisinden gelen telefonda sohbetteydi. Annesi telefon konuşması bitinceye kadar odayı düzeltti. Yılmaz’ı düşünceli gördüğünde:
“Oğlum bir sıkıntın mı var?”
“Olmaz mı annem, konuştuğum kız tutturdu beni babamdan iste, yoksa çok taliplim geliyor, dedi” 
“İyi de oğlum, babanın durumunu biliyorsun, daha evin çatısı için bankadan yeni kredi çekti. Ama istersen onu erteleyip senin düğünün için harcasın, ben bir konuşayım” diyerek mutfağa geçtiğinde eşi de kahve fincanını ters çevirmiş soğumasını bekliyordu. Kadın lavabo önündeki bulaşıkları makineye yerleştirirken kocasına:
“Bey bizim oğlan evlenmek istiyor…”
“Nasıl everecez hanım, yeni para çektim akan çatımız için…”
“İstemeye gidelim, çatıyı sonrada yaptırırız”
“Peki, çağır da konuşalım oğlanla”

Yılmaz annesinin seslenmesiyle mutfağa geldi, pilava sapladığı kaşığa baktı. Güldü. Başı önünde eğik masanın kıyısına ilişti. Babası:
“Annen bir şeyler söyledi, doğru mu?”
“Evet baba… Konuştuğum kızla uzun zamandır çıkıyoruz, iyi bir aile kızı, isteyenleri de çokmuş, babasına benden bahsetmiş ve gelsin istesinler demiş”
“Tamam, oğlum çatı kredisini sana harcayalım. Bak Başbakanımızda bekârlara; ‘evlenin, hem de üç çocuk sahibi olun’ demiş. Bari onun sözünü de gerçekleştirmiş oluruz. Yukarıda evin hazır, hiç olmazsa kirada vermezsin, bize de yakın olursun”

İstemeler, nişan ve düğünün ardından gecekondunun ikinci katında yaşama başlayan Yılmaz ilk yıllarda mutluydu.  Asgari ücretin yetmezliğinde ilk çocuğunu annesinin yardımı ile on yaşına getirdiklerinde,  babası da gün geçtikçe ihtiyarlıyordu. Zaman zaman tekleyen kalbi yorgundu.  Bir gece annesi kapıyı hızla çaldığında haber hiç de iyi değildi. Babası vefat ettiğinde eşi de ikinci çocuğunu doğurmasına iki ayı vardı. Yılmaz,  erkek doğan çocuğuna babasının ismini verdi. Hastanede ki nöbetlerin zorluğu çocuğunun ağlamaları arasındaki uykusuzluğu gündüze yansıyordu. Eşi, kayınvalidesinin yardımına rağmen çocuklarına bakmaktan bitap ve yorgundu. Bir deri bir kemik misali yatağa ha düştü, ha düşecekti. Yılmaz, hastanede arkadaşlarının taşeronların ücret artışı ve hastane personeli olma mücadelesini sendikasıyla birlikte omuz omuza verdi. Hatta şirketin ihale günü arkadaşlarıyla birlikte komisyonu basmaları sonrası çıkartılan on yedi arkadaşından sonra kendilerine sıra geleceğini biliyordu. Acildeki hastaların yaşamla ölüm arasındaki gel- gitlerde fırsat bulduğunda bir köşe de çocuklarını ve eşini düşündü. Babası aklına geldiğinde “Koca çınar” diye gözlerindeki yaşlarını sessizce sildi. 

Mahkemeyi kazanmalarına rağmen şirketin verdiği çıkış kâğıdı ile eve geldiğinde sinirleri gergindi. Eli ayağı titredi. Karısı “Üzülme, burası olmazsa çocukların rızkını başka yerde bulursun, Allah büyüktür” diye teselli verdi. Yılmaz, sofraya göz ucuyla bakıp, “İştahım yok” diyerek bebeğinin odasına girdiğinde oğlu tatlı uykusundaydı. Yanağından öperek odasına geçtiğinde karısı da yanındaydı.
“Yılmaz lütfen üzülme,  biraz para biriktirmiştim,  iş buluncaya kadar onunla geçiniriz. Kimse açlıktan ölmemiş…”
“Aşkım, işsizliğime değil de, yapılan haksızlıklara üzülüyorum. Şu anda kaç arkadaşım benim durumumda, bunlar yıllarca bizi sömürdü, alacaklarımızı tırpanladılar. Mücadele edince de işine gelmeyene yol verdiler!”
“Sana bir şey söyleyeceğim, yine hamileyim biliyor musun?”
“Ne! Şu issizlikte üçüncü çocuk!  Peki, nasıl bakacağız kuzum!”
“Allah kısmetini verir…”
Yılmaz:
“İlk çocuğumuz ergenliğe geldi, kaç gündür beni kursa yazdır deyip duruyor, hangi parayla yazdıracağım? Neymiş, arkadaşlarının birçoğu gidiyormuş!” dediğinde karısı: 
“Geçenlerde ufaklığın okul arkadaşları da ayakkabısıyla dalga geçmişler. Bana en iyi marka alacaksınız, yoksa okula gitmem diye tutturdu.”
“Daha bunlar iyi günler hanım, yarın telefonun en kralını istediğinde nasıl alacağız, kredi kartlarını biliyorsun hepsi doldu, ekstreleri nasıl ödeyeceğim bilemiyorum!”
Işık söndüğünde karısı Yılmaz’ın göğsüne yattı. Ellerine gelen kılları okşamaya başladığında,  Yılmaz ters döndü.  Karısı göbeğine yaslanan eşini okşamaya devam etse de horlama sesi odanın içine yayılıyordu.

 Odanın içinde bitmek bilmeyen çığlıklara alt kattaki Yılmaz’ın annesi nefes nefese geldiğinde doğum da yaklaşmıştı. Kadın karnını ovalayıp, acı içinde kıvranmasına devam ediyordu. Yılmaz taksi çağırmak istedi, cebini kontrol ettiğinde birkaç bozuk para eline takıldı. Yüzünü buruşturup annesine baktı. Annesi ‘merak etme bende var’ dercesine gözlerini yumdu.  Yılmaz hastanede yeni doğan bebeğini kucağına aldığında gözleri parlasa da kafası karma karışıktı. Annesini bir köşeye çekip: “Anne şimdi ne yapacağım, artık Başbakan’ın dediği oldu, üçüncü çocuk da oldu. Nasıl bakacağım?” dediğinde, annesi yumuşak ve sakin bakışıyla, “oğlum kıyıda köşede kötü günler için üç-beş kuruş biriktirdim. Onu harcarsın, olmazsa ablalarından yardım isteriz. Merak etme, hem yakında iş de bulursun” sözleri Yılmaz’ı biraz olsun rahatlattı. Bebeğine baktığında “Ah talihsiz oğlum” diyebildi…

 Yılmaz bebeğinin ağlaması durmayınca annesine kızdı.
“Yahu bebeği neden ağlatıyorsun? Mememi vereceksin, ne vereceksen ağlatma şunu, sinirlerim zaten gergin!” dediğinde karısı:
“ Ben ne yapayım, altındaki bezini değiştirmem lazım, son bezi de kullandım. Annene söyledim, artık parası kalmamış, ablanın da durumları iyi değilmiş, annen para istemiş,  verememişler” 
“Kimden istesem ki, isteyecek kimsemde kalmadı. Bankadan kredi çeksem vermezler ki, daha yatırmadığımız borçlarımız var, hem kara listeye de almışlardır.”    Karıcı umutsuzca:
“Artık dayanacak gücüm kalmadı Yılmaz, sen ne yaptın, iş bulabildin mi?”
“Ne yaptığımı zannediyorsun, sabahtan akşama kadar iş arıyorum. Sanki firmalar inatlaşmışçasına ‘iş yok’ diyorlar. Hadi şimdi gelsin Başbakan çocuklara baksın!  Bilmiyorum karıcığım bilmiyorum ne yapacağımı!”

Sofrada yiyecekler gittikçe azalıyordu. Çocuklar gergin babalarının yanına yaklaşıp, okul harçlığını bile isteyemiyordu. Yılmaz gün boyu ayakları şişercesine iş arasa da bulamadan eve döndüğünde kapının önüne biriken fatura ve banka bildirimlerine baktı. En alttaki zarfa baktığında soğuk damgalı ‘1. İcra Tebligatı’nın ne anlama geldiğini biliyordu. Kapıyı anahtarıyla yavaşça açtığında karısı karşısında umutla bakıyordu. Yılmaz başı önünde eğik banyoya girdiğinde kapıyı arkasından kilitledi. Çeşmeyi sonuna kadar açtı. Daha önce yazdığı “Ölümümden üç çocuk isteyen ve beni işsiz bırakanlar sorumludur” notunu aynanın yanına bırakıp, küvetin içine elbiseleriyle girip suyu akıtmaya başladı. “Allah’ım beni affet!” diyerek uzunlamasına yattı. Bulduğu jiletle sol kolunu birkaç kez derinlemesine kestiğinde,  acı damarlarındaydı. Elinden düşen jilet suyun dibinde parlıyordu. Fışkıran kanlar ise suya karıştığında karısının “Hadi Yılmaz sofra hazır!” sözüne yanıt yoktu… 

Ertuğrul Erdoğan
Aralık 2012/Bursa
www.erdoganlaedebiyat.com

( Yılmazın Üç Çocuğu başlıklı yazı ErtğrulErdoğan tarafından 22.12.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu