Okul koridorlarında ruhumun yorgunluğunu hissederek dolaşıyordum. Sorumluluklarım; aileme zaman ayıramayışım, çocuklarımla yeterince ilgilenmeyişim, okul yaşamında yaşamış olduğum olaylar ve sayamayacağım daha çok şey… İşte bu duygular ve ruh haliyle dolaşırken, hizmetli Hasan yanıma gelerek, Müdürüm odada sizi bekliyorlar, dedi. Odama girdiğimde iki veli ve bir öğrencim vardı. Oturmalarını söyledim.
Babası;
- "Hocam, çocuklara izin almaya geldim. Biz gidiyoruz."
Bende;
-"Nereye gidiyorsunuz. Ne izni? Hele oturun."dedim.
Babası;
-"Çalışmaya… Konya -Yunak…" dedi.
Diğer veli de;
-"Hocam, biz de Yozgat'a gideceğiz. Biz de izin alacağız. Kimden alacağız." Dedi.
Ben de;
-"Hiç olmazsa çocuklarınız kalsa okusalar olmaz mı?"
Velilerin ikisi de;
-"Çocuklarımızı kime bırakacağız? Kime güveneceğiz? Kim kabul eder ki?!.."
Evet bu kısa ve anlam yüklü konuşmalar fakirliğin gözü kör olsun dercesine yurtlarını terk ederek yaşamlarını zorluklarla sürdüren insanlarımızın yaşam mücadelesiydi. Bölgemizin eğitimin kanayan yarasıdır mevsimlik tarım işçiliği.
Bugün toplumsal olarak bu sıkıntıları beraber yaşıyoruz. Bölgemizde mevsimlik tarım işçisi olarak özellikle ilimizde insanlarımız yurtlarını terk ederek Anadolu'nun değişik yerlerine çalışmak için çoluk çocuk beraber gidiyorlar. Her gün mevsimlik zamanında kaza haberleri, ölüm haberleri, intihar haberleri, kavga haberleri, tecavüz haberleri ile güne başlarız ne yazık ki.
Şanlıurfa'da yapılan 'I. Tarım Sağlığı ve Güvenliği Sempozyumu' nda ev sahipliğini yapan Harran Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeynep Şimşek, Türkiye'nin bir tarım ülkesi olmasına rağmen tarım işçiliğini korumaya yönelik hiçbir yasa ve çalışma olmadığını vurguluyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından "İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası" nedeniyle ÇSGB Bakan Yardımcısı Halil Etyemez, sosyal güvenlik kaydı yapılmadan işçi çalıştıranlara yönelik denetimlerden bahsetti. Bu konuda ciddi yaptırımların uygulanacağını bildirdi.
Mevsimlik tarım işçiliği, bölgemizin hatta ülkemizin mevcut bir sorunudur. Ülkemiz bir tarım ülkesidir. Bu konuda ciddi önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu insanların sağlığı ve güvenliği hususunda başta hükümet ve yerel yöneticilerin kapsamlı çalışmaların yapılması elzemdir. Tarım işçilerimize yönelik tarım işçiliği ile ilgili, eğitimin verilmesi gerekmektedir. Çünkü çalışan insanlarımız kendilerini aşağılanmış (!) olarak görmekte. Halbuki çalışmanın bir ibadet olduğunu, çalışanın emeğinin karşılığının hemen verilmesi gerektiğini inancımıza göre biliyoruz.
Tarım işçiliğine Türkiye'nin her yerinden insanlarımız gitmekte, zorluklarla karşılaşmaktadır. Çocukların eğitiminde aksaklık olduğundan eğitimi olumsuz etkilemektedir. Mart-Nisan aylarından itibaren çalışmaya giden aileler ancak Kasım-Aralık aylarında geri dönmektedir. Hatta bazı aileler işlerin durumuna göre değişik illere giderek sürekli kalmaktadır. Böyle olunca çocuklar sevdiği arkadaşından, kitabından, öğretmeninden ayrı kalmaktadır. İster istemez kendilerini çadır ortamında bulmaktadır. Çadır ortamının yaşamını iyi bilirim. Çünkü ortaokul yıllarımda bende tarım işçisi olarak ülkemizin değişik yerlerinde çalıştım. Zorlukları yaşadım. Kavurucu sıcaklığın altında çalışmak, bazen güneş ışınlarından korunmak için başımızı tülbentlerle bağlardık. Bazen bir bardak ayran bize hayat verir, bayram ederdik. Bazen öfkelendiğimiz zaman da ne yapalım ekmek paramız diye duygularımızı dışa vurmazdık.
Geçen yaz ayında bir Okul Müdürü olarak Konya'ya giderek öğrencilerimi, velilerimi yerinde tarlada, çalışma ortamında ziyaret etme imkanı buldum. Tarladaki yaşamlarını beraber sıcak çay yudumlarken çadır sohbetinde dinledim. Tarlada beraberce çalıştık. Çalışma koşullarını işin yabancısı olmadığım halde yerinde görme fırsatı buldum. İnsanlarımızın geleceğe umutları kalmamıştı hele böylesine zor şartlar altında çalışmak. Hayale yolculuk misali acaba hangi umutlarla gelip buradaki iş görenlerin eline düşüp hiçbir güvence olmadan ve de sağlık şartlarının olumsuz olduğu bir durumda. Ne tuvalet, ne mutfak, ne yatma yeri, ne çocukların okuyacağı yer, vs. Tek umutları yaşam mücadelesi ve kimseye muhtaç olmamak olan bu insanlarımızın acaba yaşama hakkı yok mu? Çocukların okula gitme hakkı yok mu? Neden ailece bir sıcak çorba yemiyorlar acaba? Düşündük mü? Kendimizi onların yerine koyabildik mi? Empati kurabildik mi? Beynimiz neden zonk etmiyor? Neden yoksulluğu kabul etmiyor? Bu bizim gerçeğimizdir.
Fakat şu bir gerçek ki bu şartlarda aile içi şiddete maruz kalan birçok aileye bizzat şahit oldum. Psikolojik, fiziksel ve toplumsal olarak kaynaklanan şiddet unsuru ister istemez aile içi şiddete neden olmaktadır. Bunun örneklerine televizyonlarda, gazete manşetlerinde, çevremizde, yanı başımızda rastlamaktayız. Kavgalar, küfürler, hakaretler, tehditler, boşanmalar, cinsel istismarlar, vs.
İl dışına çoğu aileler çocuklarını yakınları ile veya tanıdıkları ile birlikte çalışmaya gönderiyor. Özellikle kız çocukları cinsel şiddete maruz kalmakta. Arkadaşından, ailesinden hatta kendisinden nefret eden "Bütün bunları hak edecek ne yaptım." diye kendisini suçlayan ve dünyası kararan Ayşe kızımız sadece bunlardan birisi.
 Her yıl mevsimlik tarım işçisi olarak il dışına giden insanlarımızdan birisi olan Hasan : "Çalışma vakti olduğu zaman ailece gidiyoruz. Oradaki zor şartları görünce artık buralara tövbe gelmeyeceğiz diye kendimizi kandırıyoruz. Fakat çalışma mevsimi geldiği zaman ekonomik durumda iyi olmadığı için tekrar gitmek zorunda kalıyoruz. Bu yıl 10-15 aile beraber tekrar gideceğiz. Ki çoğu aile gitti. Ben daha sonra gideceğim. Kaynanamın kötü hastalığı var. Aynı zamanda teyzemdir. İki tane bekar  kızı var. Ölürse perişan olacaklar. Hepsi çalışmaya gitti. Sadece bir kızı ve evli oğlu yanında kaldı.
Sabahtan öğleye kadar eşyalar kamyona yüklendi. Daha sonra akşam  üzeri de herkes otobüse binerek gittiler. Burada vedalaştık. Ağladık. Hasta kaynanam ağlamaktan bitkin düştü. Diğer aile fertleri gözyaşlarını tutamadılar. Beraberce ağladık durduk. Artık gitmeyeceğiz diyoruz. Zamanı geldiğinde tekrar gitmek zorunda kalıyoruz. Ne yapalım fakirliğin gözü olsun. Çocuğumuzu okuldan alıyoruz. Yurdumuzu, evimizi, barkımızı terk ediyoruz. Sevdiklerimizi geride bırakıyoruz. İnan şu an içimden ağlamak geliyor, ağlayamıyorum, kusuruma bakmayın. Kaynanamın durumu çok kötü, her gün hastaneye götürüp getiriyoruz. Doktorlar yapacak bir şey yok diyorlar. Telefonla oradakilerle konuşuyoruz, sonra oturup hüngür hüngür ağlıyoruz çocuklar gibi. Ne yapalım takdiri ilahi bu. Ona da şükür. Düşünebiliyor musun, vedalaşma zamanı, belki bir daha birbirimizi görmeyeceğiz diye ağlamaktan kendimizi zor tutuyorduk...   
Kanser kaynanam 'Ben de çocuklarımı yolcu etmek istiyorum. Ya görmesem. Bana çok görmeyin.' demesi bizi bitirmişti zaten. Ayrılık o kadar zor ki, gözyaşlarımıza boğulmuştuk o an. Herkes hüzünlenmişti. Kaynanam başörtüsü ile hafifçe gözyaşlarını silerken, çocuklarım ağladığımı görmesin diye kendisini zor tutuyordu. İçten içe ağladı, ağladı. Yürek mi dayanır buna. Ben de dayanamadım, ağladım. Siz orada olsaydınız siz de ağlardınız. Ayrılık vakti çoktan gelmişti bile… Ve yaşam mücadelesi bizi birbirimizden, yurdumuzdan, sevdiklerimizden, hayatın kendisinden ayırmıştı bile. Artık çocuklarım okul okuyamayacak eskisi gibi. Hatice sıkıldığı zaman her zaman evime gelemeyecek. Geceleri Hanım rahatsızlandığı an doktora götürmek için Ali'yi çağıramayacağım belki. Size bunları anlatırken bile içimden ah çekiyorum. Hüzünleniyorum. Ama halime şükrediyorum. Çünkü sağlığım yerinde, çocuklarım var, güzel bir yuvam var. Huzurum var. Rabbim sana şükürler olsun."
Bezlerle tarla ortasında yaptıkları gölgeliklerde mola vermeleri, hele n'olur beş dakika sırt üstü bir uzanayım, rahat edeyim' diyenler, yedikleri yemekler boğazlarında düğümlenirken ne yapalım, ekmek parası, başka yapacak bir şeyimiz yok. Kim istemez ki kendi memleketinde rahat etmesin. Sıcak yemek yemesin. Rahat uyku uyumasın. Çocuklar okula gitmesin. Mecburuz kardeş mecburuz. Devlet kime yetişsin ki… Düşüncelere dalmışken Hasan Çavuş'un "Herkes iş başına, mola saati bitti." yükselen sesi. Boynu bükük işe koyulmaya başlarlar.
Tüm yaşantıları, mutlulukları, hüzünleri, tek direk üstüne kurulu olan çadırda. Yorgunluktan bazen akşam yemeğini yemeden uyuyakalıyor insan. Bazen gece geç saatlerinde kalkıp sabah mı oldu? diye dengeyi kaybetmeler, kabus görmeler, uykusuz geceler, öbür çadırdan gelen şiddet sesleri, karı-kocanın yaşam kavgaları, vs… Bazen de sabaha kadar bir tarafında pamuk kozaları ile pişirdikleri demli çay, bir tarafından da ardı sıra ağzına götürdüğü sigaranın vermiş olduğu hüzünlü düşünceler. Aman ha lambanın yağı eksik olmasın. Yoksa karanlıkta kalırız.
Evet bu zorlukları ancak yaşayanlar anlar. Bunların tek suçları yaşamlarını sürdürmek için bir ekmek parası için hayatlarını sürdürmek istemeleridir. İç Anadolu Bölgesi'nde mevsimlik tarım işçilerinin hijyenik bir ortam için devlet tarafından konteyner gönderilmiş ancak kullanamadıklarını dile getirdiler. Atık durumdaydı. Devlet olarak ciddi anlamda önlemin alınması, yerel yöneticilerin gerekli tedbirleri alması, çocukların özellikle kız çocukların okullaşması yönünde çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Harran Üniversitesi ile UNEPA işbirliğiyle yürütülen "Mevsimlik tarım işçilerinin ihtiyaçlarının araştırmasının sonuçlarının belirlenmesi" araştırmasının sonuçlarının paylaşıldığı toplantıya Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNEPA) Türkiye Temsilcisi Dr.Zahidul Hugue,: "Türkiye'de yaklaşık 3 milyon mevsimlik tarım işçisi olduğu tahmin edilmekte."
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı ve araştırmanın koordinatörü Prof. Dr. Zeynep ŞİMŞEK: "Tarım işçilerinin öncelikle alt yapı, temiz içme ve kullanma suyuna erişmeleri, sağlıklı yaşam alanlarının oluşturulması ve sağlık hizmetlerinin çok iyi organize edilmesi gerektiğini" vurguladı.
Zaten tarım işçilerinin çalışma ortamları yaşam standartlarının çok altında. Yaşam bile denilmez. Çünkü hayatları hayat değil. Ne tuvalet, ne güvenlik, ne yatma yeri, ne mutfak, vs.
Toplantıya il milli eğitim müdürünün de katılması ise konunun öneminin ne kadar önemli olduğu açıkça ifade edilmektedir. Milli eğitim camiası başlı başına lokomotiv görevi görmektedir. Çünkü mevsimlik tarım işçilerini oluşturanların çoğu çocuklarımızdır. Çoğu da okul okumaktadır. Bu çocuklarımızla ilgilenen, velilerle ilgilenen ve onlarla sürekli iç içe olan eğitim kurumlarıdır. Okul yöneticileri ve öğretmenlerdir. Bizler eğitimci olarak üzerimize düşen görev ve sorumlukları yerine getirmek için gayret göstermeliyiz.
Mevsimlik tarım işçiliği sorunu, belli kesimlerin sorunu değildir. Bu sorun hepimizin sorunudur. Tüm kesimlerin, sivil toplum kuruluşların, yerel yöneticilerin, üst kurumların bir araya gelerek fayda ve çözüm noktasında aynı amaç etrafında toplanılması ve çözüm arayışları içerisinde olunması ülkemiz için ve ilimiz için umut demektir diye düşünüyorum. Bu bir ilk adımı başlatırsak devamı da gelecektir.
Geçen Eylül ayında kendim ve bir öğretmenim tarafından yaptığım çalışmamız Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi 20.Ulusal Eğitim Bilimleri Kurultayı'na "Mevsimlik Tarım İşçisi Olarak Çalışan Öğrenci Velilerinin Karşılaştığı Sorunlar" bilimsel bildiri olarak sunuldu. Amacımız ilimizde herkesi ilgilendiren, özellikle öğrenci, veli, öğretmen ve okul yönetimini birebir etkileyen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğrencilerimiz küçük yaşlardan itibaren çalışmak zorunda kalıyor. Okulda olması gereken dönemde kendilerini tarlalarda çalışırken görmektedirler. Kasım Aralık aylarında okullarına geri dönen öğrencilerimiz derslerinden geri kaldıklarından dolayı öğretmenler ister istemez hızlandırılmış olarak ders vermek zorunda kalıyorlar. Sınıfların kalabalık oluşu öğrencileri, öğretmenleri, okul yönetimini olumsuz etkilemektedir. Sınıf düzeni, öğrenmeyi öğrenmede sıkıntılar çıkmaktadır. İster istemez çoğu öğrenci öğrenmeden geri kalmakta, okumakta zorlanmakta. Araştırma esnasında en çok dikkat edilen husus anne babanın eğitimsizliğidir. Veli eğitimin bilincinde değil. Böyle olunca çocuğuyla ilgilenecek kimse de olmaz.
İşte bu durumda olan öğrencilerden Ayşe mevsimlik tarım işçiliğini en güzel şekilde dile getirmekte. "Ben okuldan ayrılıp çalışmaya gittiğim zaman arkadaşlarımdan, öğretmenlerimden ve en önemlisi de eğitimimi yarıda bıraktığım için çok üzülüyorum. Çalışmaya gittiğimiz yerde çadırda yaşıyoruz. Tek  bir çadır.  Bizim hem  oturma  odamız, hem mutfağımız, hem de banyomuz. Orada yemek yapmak için çalı çırpı toplayıp ateşte yemek yapıyoruz. Banyo yapmak için suyu çeşmelerden taşıyıp, büyük kazanlarda ısıtıp banyo yapıyoruz ve bende evin tek kızı olduğum için bütün yük benim omuzlarımda.
Annem hem hasta hem de yaşlı olduğu için çalışmıyor. Ben hem tarlada çalışıyor hem de ev işlerini yapıyorum. Bu benim çok zoruma gidiyor. Böyle bir sefalet içinde yaşıyorum. Bunun sorumlusu kim? Belki de kaderimiz, boyun eğmek lazım. Ama ben boyun eğmeyeceğim. Ne olurca olsun okuyacağım. Hem kendimi hem de ailemi bu sefaletten kurtaracağım ve benim yaşadıklarımı hiçbir zaman çocuklarıma yaşatmayacağım." Diye gerçekleri gözler önüne seren öğrencimizin duygularına ortak olmamak mümkün mü?    .

( Mevsimlik Tarım İşçiliği başlıklı yazı Rafi Batın tarafından 23.07.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.