MA BİZ DE HAQA TAPİYIĞ, O ZAMAN “İSTİKLAL”
BİZİM DE HEQQIMIZ.
Diyarbakırlı olup Başbakan Erdoğan’ın son Diyarbakır
seferinden birkaç kelamda bulunmamak, adaba aykırı olsa gerektir. 18 Kasım
Cumartesi idi. Bizim ufaklık Hüseyin: “Baba, bugün Başbakan Erdoğan geliyor.”
diyordu. Ben de kendi kendime: “Yahu gören diyecek bu adam fanatik Erdoğancı
mı, çocukları bile iki de bir Başbakan geliyor diyor?” Oysa, benim böyle bir
etkim yoktu, olamazdı da. Sonradan fark ettim ki günlerce yapılan anonslardan
ve evimin miting alanına yakın olma hasebiyle, anoslar, zavallı çocuğun beynine
o kadar zonklanmış ki, çocuk da, “Başbakan geliyor.” diye otomatiğe
bağlanmıştı. Ben de, gelen konukların hatırı için ve Başbakan’ın edebî
konuşmalarından hisse çıkarabilirim diye, miting alanına yürümeye başladım.
Giderken de, ‘mahalle baskısı
hissetmedim’ desem yalan olur. Gözüme ilk çarpan, daha 1-2 gün önce yarım
yamalak olan yollar, geçişe uygun olamayan köprüler, valla kış geldi bu yollar
bitirilemez dediğimiz köprüler, kavşaklar tertemiz edilmiş, topyekûn hazır hale
getirilmişti. Vay anasını demeden ve “Ez,
bi heyrana îmana tirsê bim. (Hayran olayım, korkunun imanına.)” demekten de
kendimi alamadım. “Valla iyi ki bu Başbakan geldi; yoksa bu kış rezil
olacaktık.” dedikten sonra yoluma devam ettim. Neyse ki miting alanına
yetiştim. Gözüme ilk çarpan Türk bayraklarının yoğunluğu oldu. Yetmiyormuş
balkonlara asılan bayraklar ve her balkonda onlarca insan. Bir ara düşündüm,
“Acaba balkonlar kiralanmış mı; yoksa Başbakan her eve sê zarok (üç çocuk) derken bizimkiler sehven sî zarok (otuz çocuk) diye mi anlamışlar.” Yani “sê” (3) ile “sî”yi
(30) karıştırmış olabilirler, dedim.
Çünkü, her balkonda en az otuz kişi vardı.
Hülasan, mevzuyu uzatmadan mevzuumuza avdet edelim. Ev
sahipleri de misafirler de geldi, heyecan doruktaydı. Tarih, Barzani’yi misafir; erkân-ı devlet-i Türkiye’yi, ev sahibi
yapmıştı. Ayrıca, Başbakan kendi sanatçı dostunu, Barzani de kendi sanatçı
dostunu getirmişti. Ve program başladı. İlk başta sanki aziz şehitler ansına saygı…
diye bir şeyler duydum. Sonra baktım istiklal marşı okunmaya başlandı. “Kokma, sönmez bu şafaklarda yüzen al
sancak!” diyordu. “Kahraman ırkıma bir gül!” diye devam
ediyordu. “Hakkıdır, hakka tapan
milletimin istiklal!” diye bitiyordu. Yakınımda, bir Diyarbakır “kırığı” vardı. İstiklal marşının
okunması, onun moralini bozmuştu. “Bu da nerden çıxti.” diyordu. Hakkıdır hakka
tapan milletimin istiklal denilince “Ma
bız de haqa tapiyığ, o zaman istiklal bizim de heqqımızdır.” Diyordu.
Sonra, “Walla, şeytan diyi burayi terk et; ama Şıvan baba gelmiş, olmi
gideyim.” diyordu.
Benim dilim, her ne kadar siyasi görünse de ben pek siyasi
oluşumlara, mitinglere, toplantılara katılmıyorum. Onun için bilmiyorum.
Mesela, acaba Ak Parti bütün mitinglerini İstiklal Marşıyla mı açıyor, onu
bilemiyorum. Yoksa, Diyarbakır’a gelince
mi her kesin marş-vatan-millet-Sakarya damarları kabarıyor. Çünkü, Ak
Parti, en çok CHP’yi Doğu’da bayrak sallandıramadığı için eleştiriyor. Hatta
bir seferinde Bahçeli de, İstasyon Meydanı’nda: “Ne mutlu Türküm diyene!” diye
haykırmıştı. Ankara’ya dönerken, “Ben ki Diyarbakır’ın ortasında, “Ne mutlu
Türküm diyene!” diye haykıranım. “Siz de bunu yapabilir misiniz?” diye
muhataplarını eleştiriyordu. Gerçi, ben anlamadım Diyarbakır’da ne vardır.
Hatta bir seferinde,haber bültenlerinde, bir zavallı travesti de haksızlığa
uğramış olmalı ki bıçağını alıp etrafına saldırıyordu ve “Lan beni tanıyor musunuz, ben Diyarbakır’da
askerlik yapmış adamım.” diye bağırıyordu. Sonradan anladım ki, Diyarbakır; gücünü, onurunu ve değerini
Diyarbakır’dan öte “Amed”liğinden alıyor. Yani, özbenliğini, tarihsel kimliğini
kaybetmediğinden, dahası ve açıkçası Kürtlüğünü, kültürünü, dilini ve dinini
inadına savunduğu için, bir türlü Diyarbakır olamamış, ya Diyarıbekir olmuş
ya da özellikle Amed olarak kalmakta ısrar etmiştir. Diyarbekir, kendini gayr-ı resmi olarak Başkent ilan etmiştir. Ve
merkezde kalmayı başarmıştır. Onun içindir ki Başkanlar, Başbakanlar, Diyarbakır’a gelince otomatikman farklı bir
psikolojiye girerler. Diyarbekir’in belediye başkanlarının yeri ayrıdır.
Diyarbakır’da valilik yapanlar, en üst makama terfi edilirler. Ya Başbakanların
danışmanı olurlar veya hiç olmazsa İstanbul valisi ya da İzmir valisi olurlar.
Serok Barzani, hem konuşmasında hem de duruşunda özgün; ve öz yurdunda
garip gibi görünüyordu. Sonradan anladım ki Türkiye’ye vizesiz gelmiş; ama
bizimkilerden vize almamış; hatta bazıları haddini aşarak onu “hain” diye ilan etmiş, “O’nun ne işi
var buralarda, bizim “Serok”tan vize almadan nasıl gelir buralara.” demişler.
Yani, Başbakan’ı samimi ve esprili bir hava ile karşılarken, ama Barzani’yi
aynı muameleden esirgemişler. Neyse ki Kak
Mesut, biraz Bizim “Serok”u
övmüş bu sürecin asıl mimarının kendisi olduğunu, kendisinin ise sadece onun ve
Başbakan’ın başlatmış olduğu süreci desteklemek için burada olduğunu dile
getirince ortalık sakinleşmiş. Serokun adının zikredilmesi dahi ortamın
yumuşaması için yeterli görülmüştür.
Evet, sayın Barzani’nin konuşması gayet makul ve masumdu. Kürtlerin bir olması gerektiğini özellikle vurguladı. PKK’nin de dediği gibi, o da yaşasın halkların (Türk-Kürt) kardeşliği dedi. En sonunda defalarca Bijî aşitî, Bijî Azadî (Yaşasın Barış, Yaşasın Özgürlük) diyerek konuşmasını bitirdi. Herhalde Bıji Azadi derken bireysel özgürlüklerden bahsetmiyordu. Kürdistan’ın özgürlüğünden bahsediyor diye tefsir ettik.
Sonra iki
yaşlı kurt sahneye çıktı. İbo, iki de bir bugün bayramdır diyordu. Şıvan da, “Artık Türkiye’mizde farklılıklar yasak
olmayacak, Bugün tarihi
bir gün. Benim için de tarihi bir gün. Ben
buradan ayrıldığımda gençtim, şimdi yaşlı bir adam olarak döndüm. Değerli
Türkiye’mizin Başbakanı Sayın Erdoğan, büyük bir mayayı temiz süte kattı. Bugün
dostluğun kardeşliğin gününü kutluyoruz bu sayede. Bunun için emek veren,
yüreği çarpan, aklı çalışan herkese teşekkür ediyoruz" diyordu. Ve iki de
bir “Ben sizleri seviyorum,
diyordu. Şıvan, gözü yaşlı dönerken, “Ben Diyarbakır’ın sokaklarında gezmek
isterdim.” deyince ben, onun ikide bir “Ben sizleri
seviyorum.” demesinin ne olduğunu çaktım. Yani, “Ben hain falan değilim, beni
yanlış anlamayın. Ben de bu sürece katkı sunmak için geldim.” demek istediğini,
ama bizimkileri pek ikna edememiş olmalı ki Diyarbakır’ın sokaklarına hasret
bir edayla garip bir kuş gibi kaldığı garip ülkeye uçmak zorunda kalmıştır.
İkisi birlikte. “Megri” şarkısını dilendirdiler. Şıvan, her ne kadar “Artık yasaklar olamayacak.” dese de dilendirdikleri şarkının sadece “megri megri”sini nakarat şeklinde söyleyebildiler; çünkü şarkının devamını sansürlemek zorunda kaldılar. Eğer devamını söylebilselerdi, sorunun vahameti ve çözümün aciliyeti gün yüzüne çıkacaktı. Türkçesi, “Bingöl Yanıyor” demek olan, adeta Bingöl’le özdeşleşmiş, Bingöl'ün en çok bilinen türküsü, ağıdıydı bu. Rivayetlere göre, Şeyh Sait Kıyamı’ndan sonra özellikle Bingöl Genç taraflarında isyanın bastırılmasında, bu yörede büyük zulümler, kıyımlar olmuş; hatta eski ismi “Valer” olan köyün camisi buraya doldurulan halkla beraber ateşe verilmiş, ve bu durum bu ağıda kaynak olmuş. Ve günümüzde de bütün Bingöllülerin hüznünde de sevincinde de en büyük ortağı olmuş. Bazıları da bu stran (şarkı) PKK'nın ilk kadrolarından Zeki Yıldız'ın anısına bestelenip, söylenmiştir, demiştir. Stranı besteleyen Kürd sanatçısı, dengbêj Zozan olduğu söylenir. Her ne için söylenmişse de sorunun çözümlenmesinde ipuçları vermektedir
BîNGOL
ŞEWİTÎ
Bîngol şewitî, mij dûman e
Megrî, megrî dayê megrî
Bîngol şewitî mij dûman e
Zeman xirab, em tê da ne
Esker ketin nav gundan e
Megrî, megrî dayê megrî
Esker ketin nav gundan e
Zeman xirab, em tê da ne
Va qomandan, bêîman e
Megrî, megrî, dayê megrî
Va qomandan, bêîman e
Zeman xirab, em tê da ne
Milet topkirin bi jopan e
Megrî, megrî, dayê megrî
Milet topkirin bi jopan e
Zeman xirab, em tê da ne
Qumik şewtî bi mij dûman e
Megrî, megrî, dayê megrî
Qomik şewtî mij dûman e
Zeman xirab em têda ne
Zekî kuştin ber malan e
Megrî, megrî, dayê megrî
Zekî kuştin ber malan e
Zeman xirab, em tê da ne
BİNGÖL YANDI
Bingöl yandı, sisli ve dumanlı
Ağlama ağlama anam ağlama
Bingöl yandı, sisli ve dumanlı
İçinde olduğumuz zaman kötü
Askerler girmiş köylerin içine
Ağlama ağlama anam ağlama
Askerler girmiş köylerin içine
İçinde olduğumuz zaman kötü
Bu komutanlar imansızdır
Ağlama ağlama anam ağlama
Bu komutanlar imansızdır
İçinde olduğumuz zaman kötü
Köylüyü topladılar coplarla
Ağlama ağlama anam ağlama
Köylüyü topladılar coplarla
İçinde olduğumuz zaman kötü
Qumik yandı, sisli ve dumanlı
Ağlama ağlama anam ağlama
Qumik yandı, sisli ve dumanlı
İçinde olduğumuz zaman kötü
Zeki’yi evlerin önünde öldürdüler
Ağlama ağlama anam ağlama
Zeki’yi evlerin önünde öldürdüler
İçinde olduğumuz zaman kötü
Son olarak, Başbakan’ın açıklamalarına gelindi. Akıcı
konuşmasıyla, büyüleyici hitabetiyle. Birçok güzel şeyi anlattı. Allah var,
diğer Türki Liderlere göre son derece makul konuşuyordu. Evet, konuşuyordu.
Konuşmasının bir yerinde: “Yüzyıl önce bu topraklarda adeta cetvelle sınırlar çizildi; ama
bizim muhabbetimize sınır
çizemezler”. dedi Onun bu sözü, “Roboski Vakası”nı bana
anımsattı. Ben de: Madem sınırlar o kadar önemsizse, zavallı Robokiler o sınırı
aşınca neden katledildiler. Zavallıların failleri dahi ortaya çıkmadı. Nasıl
olduysa üzerlerini toprakla kapattıkları gibi dosyalarını da kapattılar,
demekten de kendimi alamadım. Nihayetinde herkesin nazar-ı dikkatini celp eden
ve en çok alkış aldıran, “dağdakilerin
indiğini, cezaevlerinin boşaldığını, 76 milyonun bir olduğunu, beraber
olduğunu, birlikte büyük Türkiye yeni Türkiye olduklarını göreceğiz. Hiç endişeniz olmasın.” Sözleri oldu. Ancak Ankara’ya dönerken bunun
mümkün olmayacağını, “Ben hayallerimi
anlattım, siz genel aftan bahsediyorsunuz.” Dedi. Onun bu sözleri beni de
özdü; oysa ben onun bu sözüne, bir
çocuğunu dağda kaybeden, diğer çocuğu ise, yıllardır KCK’den yatan gözü yaşlı
dede ve nine komşularım için sevinmiştim. Çünkü, başka evlatları olmayan bu pir-i
faniler, tek umutları olan avukat
çocuklarının bir an önce hapisten çıkması. Gerçi, ben bu müjdeyi dedeye verince
“Evladım bunlar hepsi yalandır ve seçim
yatırımıdır.” demişti. En sonunda anladım ki Başbakanlar da bizim gibi
insanlardır. Onların da hayalleri vardır. Gerçi bizim hayallerimiz artık
rüyalarımıza girerken, onlar ise muktedir oldukları için, hayallerini kontrol
edebiliyorlar. Yine de diyorum bugünün hayalleri yarının gerçekleri olması
umuduyla…HÜLASAYI KELAM VESSELAM.
22.11.2013
Ziyaeddîn
EMBARÎ