Etrafı ile irtibatını kesmek istercesine yüksek duvarlarla çevrili , viraneleşmeye başlamış yüksekçe bir evin avlusunda ; sağa sola dağılmış sonbaharın emareleri. Kurumuş dallara eşlik eden geniş yapraklar adeta oynaşırcasına birden çıkan fırtınada ve avlunun hemen hemen ortalarında bir yerde açılmış , yılların birikintisi ile dolu bir kuyu.

Kışa hazırlıkta tabiat; güz sonu işte. İnsanın içini ürperten bir sessizlik, sisli ve sırlı bir gece de ; etrafın sakinliğinden emin karanlığa sığınmış birkaç yarasa, baykuş, kurt, çakal ve anlaşılmayan daha niceleri gezinmekte. Kısa ötüşler ulumalara karışmakta adeta.

Böyle bir tasvirde ; geniş omuzlu, oldukça uzun boylu, heybetli, kahverengi gözleri çok derinlerde şaşkınca etrafa bakınan, bezgin , sırtı epeyce çökmüş yaşlı bir adam çıktı o köhne evden gecenin meçhullerine. Gölgeler yüzüne yapışmışcasına ve tarifsiz bir hüzün gözlerinde. Telaş ve merakla , heyecandan kısıkça seslendi etrafa : “ Gülten!.. Gülten !... Neredesin ? “ 

Daha sert ve haşin esti rüzgar , ay saklandı bulutların arkasına. Bir sessizlik başladı hüküm sürmeye. Olacaklara şahitlik etmekten imtina için çekingenlik tabiatta bile. Sustu baykuşlar, kanatlarını topladı yarasalar, ulumadı köpekler. Ateşler söndü, oralara sessizlik ve durgunluk çöktü.

 

Son bir umutla ağır aksak yaklaştı kuyuya yaşlı adam. Eğildi baktı dipsiz karanlık kuyuya ve fısıltıyla ürkekçe seslendi : “ Oradamısın  yoksa ? “ Hiçbir yanıt gelmedi karanlıktan. Daha da eğildi tıkanan nefesi ile ve taradı, bakınıp durdu kuyuya. Bir yosun kokusunda ; durgun ve karanlık sudan başka bir şey yok gibiydi sanki.Daha dikkat kesilince bir el görür gibi oldu suyun yüzeyinde açılıp kapanan. Ve elini uzattı… Uzadıkça uzadı eli ve tuttu o elleri. Yukarıya doğru çekmeye başladı son bir kuvvet ve çaba ile… Kalın gri bulutların arasından çıkan bir ay gibi parlayan gözlerini gördü sonra. Gülümsüyordu o kahverengi gözleri, yanaklarında bir gülücük teşekkür edercesine. Ve çıkardı onu sudan; üşümüştü, kurulayıp sarıldı ısıtırcasına. Can buldu kadın yeniden. O atıldığı, karanlık serin kuyudan kurtulmuş yeniden merhaba demişti yaşama.

 

Yorulmuştu adam, nefes nefese, titreyen ayakları daha fazla taşıyamadı onu ve çöktü yere öyle kaldı birden. Vahşi bir kaplan gibi çalıların dibinden sinsice yaklaştı bir gölge ve tuttu o bitkin adamı ayaklarından. Diğer tarafından ise kadın. Ve attılar o az önce çıkarıldığı dipsiz kuyunun soğuk sularına yardımlaşarak. Soğuk suda kendine geldi adam ve haykırdı: “ Nankörler ! Kahpeler!..” Acı ve hüsranla haykırırken; parçalara ayrılıyordu bedeni inceden. Keskin cam kırıkları gibi feryadı dağılıp delip geçiyordu geceyi. Zerrelere ayrıldı bedeni yaşlı adamın ve aktı gitti denizine.

 

Kuyuda ; pislikler içinde canhıraş yaşayan ve yaşlı adam tarafından kurtarılan genç kadın, topladı evini barkını ve terk etti ; yerleşti körfeze. Gül gibi teni ; vicdanın rengini aldı zamanla ve karardı baştan başa…

 

Bir gün o simsiyah teni ile ; körfezde bir kumsalda güneşten yanarken kendini attı denize. Dalgalar yüzüne tükürür gibiydi ve tenine adamın zerreleri bulaştı, her zerresi döndü yangın yerine. Sahile çıktı korkarak şaşkınca. Olup bitene bir anlam veremeyen kadın ; bir midye kabuğunu aldı avucuna.. Bir ses duydu :” Kahpe ! Nankör ! Kancık ‘” O ses yaşlı adamın haykırışıydı. Ve hiç susmadı kulaklarında …

 

 

 

 

( Kuyuda Ki Ses başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 19.10.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.