İlk okula
giden küçük oğlum yıl başı için çam ağacı istiyor benden. Bildiğim kadarıyla
yalnız ağaçla da bitmiyor bu iş. Ağacın üzerine asılacak renkli toplar
sarkıtlar ve ışıklar da var tabi. Çocuğun, sınıf arkadaşlarından çam ağacı
aldıklarını duyduğunda üzülmesini de istemem elbette. Çam ağacını da alırız
üzerine takılacak ıvır zıvırı da. Bir kaç günlüğüne evi onlarla süsleyip
yılbaşını da kutlarız.
Biz her
zaman yılbaşlarını kutlarız. Kendi hicri takvimimizin yorgan döşeğini
kirletmeden önce de kutladık yılbaşını, eve yatak baza yerleştirdikten sonra
da. Takvimi bize ait olmamasına rağmen eski yorgan döşeğimizi bırakıp onun yeni
yataklarında uyumaya alıştık artık.
Oğlumun daha
küçükken gece işeme sorunu vardı. Bir türlü kurtulamıyorduk bu olaydan. Her sabah
ıslak yorgan döşeği yıkanıp güneş altına bırakılırdı.
“Bak oğlum,
yarın yılbaşı. Bayramdır. İş açma annene” diye, gece yatmadan önce onu uyardım.
“Baba ne yapayım. Kendi elimde değil ki. Gürsel amca geceleri uykuma geliyor.
Bahçedeki çam ağacının dibine çiş etmemi istiyor. Onun dediğini yapıyorum. Ama
sabahı kalkıp görüyorum kendi döşeğime işemişim.” Dedi.
“Oğlum, Gürsel amcan öyle bir şeyi yapmanı
senden mutlaka istemez. Uykunda gördüğün o adam kesinlikle Gürsel amcan değil.”
Diye, ona uykusunda çişini tutması için yol göstermeye çalıştım. Sonra
korkmasın diye yumuşak şekilde dedim ki “ Canım benim, o bir şeytandır Gürsel
amcanın kılıfında. Seni aldatmaya çalışıyor. Bu gece ona, gösterdiği ağacın
dibi aslında senin kendi döşeğin olduğunu söyle. Artık bundan sonra bir daha
işemeyeceğini ve yorgan döşeğini yıkamak için babamın sabun almaya artık parası
kalmadığını da ona anlat”
Sabah oldu
ve yılbaşı. Eski takvimimize göre o bizim son yılbaşımız oldu. O yılbaşını
kutladık, sen sağ ol biz de selamet deyip elvedalştık onunla. Kutladık
demeyelim. Bokladık desem daha doğru olur. Sabah kalktığımızda pis koku evin
dört bucağını sarmıştı. Ne olmuştu peki. Bırakalım da oğlum kendisi anlatsın.
Baba, senin
dediğin gibi ona sabun almak için paramızın olmadığını söyledim. O da “merak
etme gidip sabun da buluruz” dedi. Sonra beraber gittik bir sabun fabrikasının
çatısına çıktık. Nereden gidip merdiven buldu pek hatırlamıyorum. Çatıda küçük
bir pencere vardı. Merdiveni pencereden fabrikanın içine salladı. Sonra merdivenden
aşağı inip fabrikanın içine girdik. Her birimiz birer sabun dolusu çuval
sırtımıza atıp merdivenden yukarı çıkmaya başladık. İlk önce Gürsel amca
kılıfında olan o şeytan çıktı çatıya. Sonra ben merdivene tırmandım. Bir az
yürümüştüm ki birden güvenlik görevlisi gelip bacağımdan tuttu beni. Bağırdım
ve çatıda beni bekleyen şeytandan yardım istedim. O da “Acele et. Hemen sıç
başına da seni bıraksın” dedi. Ben de sıçtım işte.
Aslına
bakılırsa çoğu zaman uyurken hep Gürsel amca kılıfında olan şeytanlara uyduk
hepimiz. Eskiden var olan şeylerimizin içine ettik. Yenilerine de bir türlü
uyamadık. Ya da bazen yenisiyle eskinin karışımından uyduruk bir şeyler ortaya
çıkardık.
İşte biz de
herkes gibi eskilerin bir çoğunu attık yenilerini tuttuk.
Nerede
kalmıştık? Evet şu çam ağacında.
Benim kafamı
karıştıran asıl şey şu ki çam ağacı, noel baba ve onun geyikleri bizimle nasıl
bağlantı kuracaklar. Noel baba, geyikler taşıyan bir kızakla mı kızımın
hediyesini getirecek? Yoksa mahallemizdeki bütün çocukları tanıyan Gürsel amca
o eski model arabasıyla mı? Arabasını nihayet çalıştırıp -pırt pırt pırt- yola
koyulacak mı? Çocukların şömineden asılan çoraplarının içine hediyeler
bırakacak mı?
Ama maalesef
bizim şöminemiz yok. Kızım çorabını mutfaktaki eski Demir Döküm şofbenin
vanasından asabilir tabi. Ama Gürsel amca onun içine bir şey koyacak mı? Ondan
pek emin değilim. Emekli maaşıyla kredi taksitlerini ödeyip mutfak harcına para
ayırdıktan sonra geriye bir şey mi kalır? Kalırsa da kesin gidip biraz doğal
gaz alır. Belki kışın bu soğuğunda şofbenin derecesini azıcık arttırabildi.
Kendi ailesi bile “yılbaşı hediyesi mi olur canım” diye, düşünüp duruyorlar.
Bir de
düşünürüm de yılbaşında ailece birlikte çam ağacının etrafında otururken ne
söylemeliyiz?
“Happy
chrissmas, happy christmas” mi?
Yoksa
eskilerdeki gibi sene başı dualarından birini mı okumalıyız?
Ya da şöyle
bir şey söylesek mi acaba?
“Alhamdülillahi
rabbil kirismes”
Dualarımızı
okuduktan sonra da hemen sazımı elime alırım. Türküler söyleyip evdekileri
neşelendiririm:
İp attım ucu
kaldı. Jingle bells, jingel bells
Tarakta gücü
kaldı. Jingle bells, jingel bells
Ankaranın
bağları. Jingle bells, jingel bells
Bu gidişatla
kesin bir gün Halloween’i de kutlarız. O gün eğer gelirse ne yaparım biliyor
musunuz? Cadı süpürgesiyle gidip istanbul boğazı’nı geçen Rus savaş gemisindeki
askerleri korkutacak halim yok elbette. En fazla kafama bir kabak geçiririm.
Girerim mahallemizdeki Migros’un arkasındaki tenha sokağa. Orada arabalarını
park edip açık kapılarının önünde oturan kişilerin üstlerine giderim. Arabada
çalınan türkülerle içkilerini içerken onları güzelce korkuturum. Çekip giderler
artık o sokaktan. Çoluk çocuk ana caddeye ulaşmak için bir daha etrafı dolaşmak
zorunda kalmazlar. Milli içkilerini içerek Migros’un arkasından iki dakika
içinde zıplaya zıplaya ana caddeye yetişirler. Sokakta onları korkutacak ne
tuhaf insanlar bulunur karşılarında ne de her tarafa dökülen paramparça olmuş
bira şişeleri .
İşte bu
şekilde yeni şeyleri kendi aleyhine de kullanabiliriz. Bazen yeni şeyi
kullanmak zorunda kaldığımızda da, eskiden kalan yırtık yamalarımızla onu
karıştırıp bizim yaşam tarzımıza özgün fikirler üretip sorunlarımızın bir
çoğunu çözebiliriz.
Şükürler
olsun ki helataşı ve maşrapayla birlikte kaybolan kimliğimizin önemli kısmını
klozete takılan taharet musluğu borusunda bulmuşlardı. Allah razı olsun geri
kalanını da Adnan OKTAR hocamız halletmiştir. Musluğu hep açık olsun,
çağdaşlaşma borusu asla yırtılmasın, allahümme amin. Şeytan duymasın eğer bu
buluşlar olmasaydı neler gelmezdi başımıza. Kesin hepimiz yozlaşıp şarkla garp
arasında gark olmuştuk şimdiye kadar.
Yazarın
Sonraki Yazısı