Pazar günleri hep sıkılır yüreğim. Yapayalnız hissederim kendimi.  Gevşek bir duygu kapsar tüm

 vücudumu. Ama yalnızlıktan daha beterdi hissettiğim bu lanet olası duygu. Evet, yalnızlığın daha

 da ötesi, dışlanmış gibi bir şey, özellikle de gün batımından sonra.


Sanki pazar günleri mahalledekiler bir araya gelip mahallenin bütün kirli ve ağır havasını evimin

 içine üflüyorlar. Bir türlü de bitmez pazarları. Güneş hiç batmayacak niyetinde gibi doğur pazar 

sabahları.

“Beni boğmakta olan şu bitmek bilmeyen günün ağır havasından kurtulmalıyım” diye, evden 

dışarı çıkıp oğlumu ve torunlarımı görmek için otobüs durağına doğru yola koyuldum.


Dışlandığını da düşününce insan, sanki gelip önünden hızla geçip giden otobüsün durmadığını, 

dolu olduğundan değil belki durakta onu fark eden şoförün bunu bilerek yaptığından dolayı 

zanneder.

Neyse ki ikinci otobüs beni görmedi ve durakta durdu.


Otobüslere bu yeni takılan ego kart okuyucularından nefret ediyorum. Kartımı üzerine tuttuğumda 

ille de o alay edici sesiyle “65 yaş” sözünü bağıracaktı.


Utanmaz makine anlamıyor bir kadın ne kadar yaşlı olsa da kimsenin onun kaç yaşta olduğu 

konusuyla ilgilenmesinden hoşlanmaz. Hele sen bak şu geri zekalı makineye, nasılda benim 

yaşımla dalga geçiyor. Kesin “65 yaş” sözünden sonra ona uzun bir kahkaha sesini yüklemelerini 

unutmuşlardı.


Kahrolası makine pazar günleri sesini daha da yükseltiyor. Sanki benim pazar günü doğduğumdan 

haberi varmış.


Aslında ben pazar gününün tuhaf olduğunu doğmadan önce biliyordum. O yüzden pazar günü 

bana gebe olan annemin sancıları çoğalıp hastaneye kaldırdığında ne yapacağımı iyi biliyordum. 

Annem ne kadar içeriden itse de ve hemşire kafamdan tutup beni zorla çekip dışarı çıkarmaya 

çalışsa da iki elimle rahimin duvarından öyle sıkı tutmuştum ki işlerinde başarısız oldular. Ama 

işler benim düşündüğüm gibi ilerlemedi. Talihimi mahvetmeye kasteden doktor “ Namerdim o 

canavarı eğer yuvasından dışarı çıkaramazsam ben.” Diye, annemin üzerinde sezaryen ameliyat 

yaptı.

İşte direnmeme rağmen bir pazar günü akşam saatlerinde ayağımı dünyaya bastırdılar benim.

Yani sesini kısıp da onu yavaşça kulağıma fısıldayamaz mıydı yoksa. “ Ay millet, dikkat edin. 

Hemen uzak durun şu yeni binen adamdan” diye, sanki insanlara bulaşıcı bir hastalığı taşıyan 

birisinin bulunduğunu ilan ediyordu.

 

65 yaşımın üzerine gelip yetişene kadar bu toplum için elimden geleni yapmışımdır. İnsanlara 

hizmet etmekten hiç çekinmedim. Şimdi senini ki gibi geri zekalı bir makine kalkıp benim 

yaşımla alay mı ediyor?


Aptal herif, söyle bakayım sen halk için ne yapıyorsun? Hadi söyle sana, kart okumaktan başka 

bir işe de yarayabiliyor musun peki? Oku, oku.

Aha, anladım. Demek sen de okuyup şu beyaz koltukta oturan genç gibi adam olmak istiyorsun. 

Evet onu söylüyorum. Bak oraya. Engelli ve yaşlılara ait olan koltukta oturup kitap okuyor ya, 

onu söylüyorum. Bak maşallah olsun nasılda okuyup adam olmuş yavrucum.

Pazar günlerinden nefret ediyorum. Pazar günlerinde ego yaşlı karta sahip olan insanları daha da 

dışlayan adamlardan da nefret ediyorum. Sanırım şu genç erkek benim adamlardan nefret ettiğimi 

de anlamıştı. O yüzden görünce moralim bozulmasın diye bana bir iyilikte bulundu. Adam 

olmasına rağmen sevdim onu. Çok düşünceli bir davranış gösterdi. Bir adam yüzünü görünce sinir 

olacağımı düşünmüş olmalıydı. Yoksa neden gözü bana sataşınca hemen kitabını kaldırıp yüzünü 

kapattı ki?

Bak sana beyinsiz makine, yaşlı kadınlara saygı göstermiyorsan sesini biraz kıs bari. Bırak da 

başını kitap okumakta olan erkeğin omuzuna koyan sevgilisi kız uyusun artık. Neden her yaşlı 

birisi otobüse bindiğinde hep bağırıp duruyorsun? Kör musun? Kızcağızın tatlı tatlı uyumakta 

olduğunu görmüyor musun? İki dakika beklemez misin?. Zaten uyuduğu süreç çok uzun 

sürmüyor. Bir az tahammül et sana. Şimdi bak ben arkaya doğru ilerleyeceğim. Ortadaki boş 

alana gidip cama yaslandığım an kız başını erkek arkadaşının omuzundan kaldıracak. Oğlan da 

hemen kitabını aşağı indirecek. Sonra iki muhabbet kuşu aşk konuşmalarını yeniden sürdürecekler 

ve şu fani dünyada sevmek dışında her şeyin değersiz olduğunu birbirlerine söyleyecekler.


Yanımda başka bir yaşlı kişinin olduğunu fark ettim. Şoför her frene bastığında kendisini 

düşmekten korusun diye cama yaslanmıştı.

 “Nasılsınız efendim?” diye, sordu benden. Kafasındaki tüm saçlarının ağardığını görünce onun 

da ego kartının yaşlandığını anladım. Samimi ve hüzünlü ses tonundan yalnız olduğunu sezdim ve 

birileriyle konuşmaya ihtiyaç duyduğu belliydi.

“İyim. Ya siz?” diye, ona karşılık verdim. Sonra yol boyunca hep sohbete ettik. O Kadar 

konuşmaya dalmıştık ki artık otobüsteki kart okuyucu makinenin sinir bozucu sesini bile 

duymuyordum. O benden nereye gittiğimi sordu, ben de ondan ne iş yaptığını. Onun bir yazar 

olduğunu anladım. Yazmakla yalnızlığının üstesinden gelebileceğini söyledi. Ona eşimi seneler 

önce kaybettiğimi anlattım.


“Peki, nasıl bir şeyler yazıyorsunuz?” diye, sordum.

“Hayattan. Kendi yaşamımdan. Çevremdeki insanlardan.” Yanıtladı sorumu.

“Peki pazar günlerinden de yazıyor musunuz efendim?” sorduğumda, hiç bir şey düşünmeden 

hemen tepki gösterdi ve “ Hayır yazmam. Pazarlardan nefret ediyorum.” Diye, cevap verdi.

Onunla bu konuda aynı fikirde olduğumu söyledim  ve “Anlıyorum efendim. Pazarların ne kadar 

sıkıcı olduğunu bizim ki gibi yaşlı insanlar iyi anlar. Değil mi? Yalnızlığınızı da onun üstüne 

eklediğinizde bir pazar gününün akşam saatlerinde her şeyin biteceğini düşüneceksiniz” dedim.


 Ona oğlumun hafta içi  çalıştığını ve hafta sonlarını da çocukları ve eşiyle vakit geçirdiğini 

söyledim.

Ardından da “Beni gelip görmeye zamanı kalmıyor artık. Ne yapsın zavallı çocuk? İş, güç ve aile 

sorumlukları var. O yüzden hep ben giderim onlara” ona dedim.


“Hiç mi gelmezler seni görmeye?” sordu.

“Yok canım. Olur mu öyle şey? Tabii ki de bayram günleri ziyaretime geliyorlar” cevap verdim.

Yüz ifadesinden ne düşündüğünü sezdim. Bir kelime etseydim hemen çocukların yaşlı anne 

babalarını unuttukları konusunda söz açacağını düşündüm. Pazar günü tek başına kendisi bile 

insanın canını sıkmaya yeterince güçlüdür. Bir de üstüne üzücü bir konuşmayı eklemek istemedim.

 

“Pazarlardan nefret ettiğinizi biliyorum efendim. Ama sizden bir rica edebilir miyim? Benim 

yaşadığım pazarlardan birini kısaca da olsa bile okuyucularınıza anlatabilir misiniz? Bunu benim 

için yapabilir misiniz, lütfen? ”

Sağ olsun beni kırmadı ve “Pazar Akşamı Otobüste” başlıklı bir öykünün yazacağını bana söz 

verdi.

Benden “Her gün mü oğlunuzun evine gidiyorsunuz?”diye, sordu.

“Hayır. pazar günleri hepsi evde oluyorlar. O yüzden ben de bir tek pazarları gidiyorum onlara.”

Şaşkın bir bakışla bana “Ama efendim, bu gün pazar değil ki.” Söyledi.

“Sahi mi? Aman Allahım yine mi günleri karıştırdım?” dedim.

 

Otobüs benim ineceğim durağa yaklaşmıştı. Tanış olduğumuza memnun olduğumu ona söyledim. 

Şu son cümleleri dediğimden sonra durakta otobüsten indim.


 “Biliyor musunuz efendim, yaşlandıkça artık haftanın her günü pazar oluyor insana. Tek başına 

bırakılan bir yaşlı için de zaman duruyor.

Ben hayatımın geri kalanını pazar gününün bir akşam saatinde yaşıyorum.”


 

Muhammed Ahmedizade

( Pazar Akşamı Otobüste başlıklı yazı Muhammed. A tarafından 15.12.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.