1
Horasan erlerinin
tayinlerinin yapıldığı bir dönemde Seyyid Burhaneddin Hazretleri de Kayseri’ye
atanmış,
manevi valiliğini yaptığı bu ilde, halkın gönlüne kurduğu sevgi tahtı, adıyla
anılan ölüler şehrinde diriymiş gibi yaşamayı sürdürmüş, onu bu günlere
getirmiştir.
“Âyinesi iştir kişinin
lafa bakılmaz” demiş şair Ziya Paşa. Bunu bilen Ali Rıza Karabulut Bey,
yayınladığı bunca eserden sonra, ihtiyaca binâen, Seyyid Burhaneddin’in
“Maârif” adlı eserini tercüme ederek bastırmıştır.
Seyyid Burhaneddin’in
müridlerine yaptığı sohbetlerinden oluşan eser, merhumun bilinen ve elde
bulunan tek eseridir. Bu kitabı okumadan onu anlamaya ve anlatmaya çalışmak boşunadır.
Eser, sade bir dille tercüme edilmiş, anlama kolaylığı sağlansın diye başlıklar
konmuş, herkesin okuyabilmesi için harfleri iri tutulmuş, pırıl pırıl bir baskı
halinde hizmete sunulmuştur.
Kitaplar adlarını konularından alır. Maârif, ârif
diye bilinen kimselerin eseridir. Bu isim o devin Horasan erlerinin geleneği
gibidir. Mevlana’nın babası Sultan Bahaeddin’in, Mevlana’nın oğlu Bahaeddin
Veled’in eserlerinin adı hep Maarif’tir. Nitekim eserin sahibi, âlimden ayrı
olan ârifi kitabının 115 ve 136. sahifelerinde tanımlar.
Resulün
sohbetinde bulunanlar sahâbî olmuş, Allah’ı has kullarının sohbetinde
bulunanlar neden hisse sahibi olmasınlar.
Şeyhin, müridlerine konuştuğu seviyesinden belli
olan eser, ayet ve hadislerin yorumları yanında tasavvufi dev şairlerin
şiirlerinden misallerle doludur. Sözün sahibi, genç kuşakların tanıdığı
“Süpermen” gibi, bazen yüceler âleminde yol alırken bazen halkın içinde,
onların anladığı dilden konuşur. İnsanın psikolojik yapısını, zaman değişse de
bu yapının değişmediğini bilen merhumun
–bugün söylenmiş gibi- etkin
sözleriyle karşılaşırız. Şeyhleri /hocalarından iktibas ettiği sözleri sohbetlerinde ders olarak verir.
Bu eser
sosyolojik açıdan ele alınarak dönemin problemlerinden bazıları tesbit
edilebilir. Akrabaların küslük nedenlerini, bunun yeni olmadığını, şeyhi dinleyince,
daha bir iyi anlarız. Mesela, “Nerede bir dost nerede bir sevgili varsa,
orada incinmek, dert ve mihnet vardır. Nerede bir yabancı varsa orada tek oluş
ve yalnız kalış vardır. Bunun sebebi şudur: Tanıdık kimsenin senden umdukları
ve bekledikleri şeyler vardır. Ona ne kadar vefa gösterirsen göster az görür ve
ona razı olmaz. “Ben senden bu kadar mı umuyordum, daha fazlasını bekliyordum.”
der. Ama yabancının senden bir ümidi ve beklentisi yoktur, az bir hürmet görse
sevinir, onun sevinci iyilik eden kimseye de yansır. Nitekim öbürünün teşekkür
etmeyişi, iyilik eden kimseye olumsuz yansıdığı gibi...” Burada akrabaların
birbirine küs, yakınların kırgın olmalarının psiko-sosyal nedenleri açıklanırken,
böyle bir sorunun varlığı; laf olsun diye konuşulmadığı meydandadır.
Seyyid Burhaneddin’in
Kayseri döneminde II. Gıyaseddin Keyhüsrev baştadır. Seyyid, Kur’anı iyi
anlamakta ve halkın anlayacağı sade bir dille anlatmaktadır: “Yüce Allah
Kur’an-ı Kerim’de “Bütün insanların Rabbi olan Allah’a sığınırım de”( Nas, 114/1) buyurmuştur. Bir işe
başlarken öyle başlar ve böyle söylersen bir işe yarar ve fayda sağlar. Nasıl
ki sayısız düşman askeri geliyor olduğunda, eğer sığınacak bir kale varsa,
oraya kaçmak ve sığınmak lazımdır. İşte “Allah’a sığınıyorum” sözü de buna
benzer; “kaleye sığınıyorum” demektir. Ama insan bir asır boyu bu sözü söylese,
Kale’ye sığınmadıkça bu sözün kendisine bir faydası olmaz, kişiyi düşmanın
yaralamasından da korumaz. Bildiği ile amel etmeyen âlim, bana göre ibadet
etmeyen cahilden daha kötüdür. Hiç olmazsa bilgisi olmayan cahil, “Bileydim,
böyle bir iş yapmazdım” diye özür beyan eder.”
Seyyid Burhaneddin, şeyh’i
“kendi varlığından geçmiş, benliğini yenmiş kişi” olarak tanımlarken şahsiyetli
tavrını sergilemekten geri durmaz. Şahsiyetine düşkündür. Sahib yani şehrin
valisinin bile müridi olduğu, kendisine saygı gösterdiği rivayetlerine rağmen
şu sözler, bize göre, sebepsiz söylenmemiş olup, o günün bazı sermaye
sahiplerinin resmidir: “Yüce Allah beni aziz etmiş ben kendimi horlayamam ve
horlatamam. Böyle bir iş yaparsam bu bana zulüm olur. Bu hareket kibirlenmek de
değildir. Kimi düşman kabul edeyim? Mallarıyla bana karşı büyüklük taslarlar.
Büyüklük bilgiyle midir? Kötülükten sakınmak(takva) ile midir? Yoksa mal-mülk
ile midir? Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Gerçekten Allah katında
sevabı en çok ve derecesi en yüce olanınız en çok takva olanınızdır.” (Hucurât, 49/ 13) buyurmaktadır.
Bu tavra ne kadar da
muhtacız.
Birtakım ihtiyaçlarını
gidermek için türbeye gelen ziyaretçilerin, özellikle kadınların şirk kokan
tavırlarını görünce şeyhin hâcet duası’nı hatırlatmadan geçemeyeceğiz. Ancak
tercümeye -sadece bu duanın- Arapçası konsa iyi olurdu.(s. 131) Kitabın son
bölümünde, Muhammed/ Kıtal ve Fetih Surelerinin Sülemî’nin tasavvufi
tefsirinden alınmış yorumları yer almaktadır.
Şair Hayalî Bey (ö.1557)in
“O mâhîler ki derya içredirler mâyı bilmezler” (Balıklar denizde yaşar, suyu
bilmezler) dediği gibi, Seyyid Burhaneddin’in manevi çevresinde, Kayseri’de yaşayıp
O’nu tanımamak yanlış olur. Tanımaya çalışmaksa eserini okumaktan geçer.
Sonuçta Seyyid Burhaneddin
Kayseri’de az kalmış, çok etki bırakmıştır. Kayseri’de o kadar az kalan bir insan
neden bu kadar çok sevilmekte, yani neden hâlâ yaşamaktadır? Bu sözün cevabı
“sevgi” kelimesinde, sevginin sırrı da Allah Elçisinin şu sözünde gizlidir:
“Dünyaya boş ver ki Allah seni sevsin; insanların önem verdiklerine boş ver ki
insanlar seni sevsin.”
(İbnu Mace, Zühd, 1)