Her ne kadar
kalem kılıçtan keskin diyorlarsa da, o kalemin keskinliği yazılara yansıdı mı
acı ve hüzünde verebiliyor, yazı yazan, bana ve benim gibi bir dolu insana. Son
iki yüz yıldır dünya, daha bir fazla, savaş dolu, kan dolu, barut dolu, ölüm
dolu bir yer oldu farkındaysanız. Önce insan ölüyor, peşine insanlık. Önce
masum çocuklar, kadınlar ölüyor, peşine vicdan ve sağduyu. Vahşetin boyutları
akıl almaz düzeyde neredeyse. İnsan kendi çocuklarına bile tokat atmaya kıyamaz
iken, karıncaya bile basmamak için gayret edip, baharda dikkatli yürürken,
bazıları tavuk keser gibi, kedi köpek öldürür gibi adam kesiyorlar, adam
öldürüyorlar. İnsanlar, insanlara acımamak konusunda birbirleri ile adeta yarış
yapıyorlar.
Şanlı bir tarihimiz olduğu bilinen bir gerçekse de acı dolu savaşlarımız, acı
dolu yıllarımız, kaybettiğimiz topraklarımız ve uzak diyarlarda bıraktığımız
bir dolu şehit vatan evladımız da var. 1854 Yılında Ruslar ile yapılan Kırım
Savaşında Osmanlı Devleti tarihinde ilk kez dış borç ile tanışmıştır. Bu savaş
İngiltere ve Fransa'nın biraz da Osmanlı Devletini doldurmasıyla başlamış, daha
sonra her ne kadar Osmanlı Devletinin zaferi ile sonuçlanmışsa da, ileri ki
zamanlarda adım adım Osmanlı Devletini gerileme ve yıkıma doğru götürecektir,
devamında başımıza gelecek irili ufaklı savaşlar ile birlikte. Çok masraflı
olan bu savaşı yürütebilmek için Osmanlı Devleti ödeme gücünün çok üstünde bir
dış borç gereksinmesi duymuştur.
''Tarih milletlerin tarlasıdır. Her toplum geçmişte ne ekmişse, gelecekte onu
biçer.'' der ünlü Fransız düşünür Voltaire... Tabi ki tarihe her millet önce
kendi bakış açısından göz gezdirecek, kazandığı başarıları ile gurur duyacak,
başarısızlıklarını da mümkün mertebe hatırlamamak ve ders çıkarmak niyeti ile
aklının, toplumsal hafızasının bir yerlerinde saklı tutacaktır. Bazen acı
verecektir ülkelerin tarihi insanlara, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan
benzer olaylar ile birlikte...
Bana müthiş acı veriyor katliamları, savaşları ve öldürülen masum insanların
başına gelenleri okuduğum zaman. Aynı zamanda okuduklarımızdan çıkarımlar yapıp
yazmak zorunda da hissediyoruz kendimizi, peşine bir de yazarken acı
duyuyorsunuz, böylece acı hem katlanıyor hem de ruhumuzda kopan fırtınalar
dinmek bilmiyor.
İslam Toplumu nüfus yoğunluğu bakımından şu anda dünya da ikinci büyüklükte ki
topluluk, lakin dünya siyasetinde Hıristiyan devletler kadar, Yahudiler kadar
etkinliğimiz ve ağırlığımız yok. Canımızı sıkıyor ve tat vermiyor tabi ki bu
insana, geçmişimizi, şanlı tarihimizi de aklımıza getirecek olursak. Asırlar
boyu savaşlar yapmışız. Bunların birçoğunu kazanmış, kimisini kaybetmişiz. O
savaş yaptığımız topraklarda toplamda sayıları milyonlar ile ifade edilen
şehitler bırakmışız, bir zamanlar bazısı vatan olan o yerlere. Japonya'dan
Bosna Hersek'e Kudüs'den ta Macaristan'a, Rodos'a, Kıbrıs'a kadar 34 ülkede
yetmiş sekiz adet Türk Şehitliği bulunmaktadır günümüzde. Ne şartlarda
savaştıklarını ve ne zorluklara göğüs gerdiklerini bir kendileri, bir de Allah
bilir. Açlık ve susuzluğa rağmen dimdik ayakta durmak ve yine de isyan etmemek,
sonunda cennet gibi muhteşem bir ödülün olduğunun bilincinde olarak coşkuyla
savaşmaya çalışmak sadece bizim gibi milletlere özel has bir durum olsa
gerek...
Doksanlı yıllarda çağdaş diye anılan Avrupa'nın göbeğinde çok hüzünlü bir savaş
yaşandı Bosna Hersek topraklarında. Bosna Şehitlerinin sayısı iki yüz elli
binden fazla diye ifade ediliyor. O savaşta ayakta dimdik duran ülkesi için
gözyaşı dökmekten öte, canını dişine takarak askerlerine moral vermeye çalışan,
cepheden cepheye koşan, Bilge Kral lakaplı Aliya İzzet Begoviç'i kim
unutabilir? O büyük kumandan ve devlet adamı, Başkent Saraybosna'da ki Kovaçi
Şehitliğinde silah arkadaşları ile koyun koyuna çok mütevazı bir mezarda
yatmaktadır. Savaşın en kızıştığı zamanlarda da eşi Halide hanımı Türkiye'de
kısa bir süre de olsa misafir etmiş olmak, acılarını ve dertlerini paylaşmak
Türkiye'miz için gurur vericidir. Savaşın acılarından biri yine, Şehit Hakkı
Turayliç. Onun adını da çoğu kimseler hatırlamayacaktır. Hakkı Turayliç Bosna
Hersek Başbakan Yardımcısıdır o tarihlerde. 1993 Yılının ocak ayında tıbbi
malzeme, giyecek ve gıda yardımı ile birlikte Bosna Hersek'e giden dönemin
devlet bakanı Orhan Kilercioğlu başkanlığında ki Türk heyeti ile Saraybosna
hava alanında görüştükten sonra, hava alanından Saraybosna'ya geri dönerken
Sırp Milisler tarafından hem de Birleşmiş Milletler askerlerinin gözleri önünde
şehit edilmiştir. Bu gün Ankara'da bir caddeye ismi verilmiş olup
unutulmamıştır kadirşinas Türk Milletince... Birleşmiş Milletler askerleri ne
zaman iyi bir şey yapmışlar ki zaten? Srebrenitza'yı da unutmadık merak
etmesinler. Orada da alçaklığa meydan veren, Sırp Çetnikler ile viski şarap
içerken Müslümanların katledilmesine gıkları bile çıkmayan, kılları bile
kıpırdamayan yine bu Birleşmiş (M)İlletler askerleri değil miydi? Sekiz bine
yakın Müslüman Boşnak şehit. Çoluk çocuk, kadın, erkek, genç, ihtiyar. Ben ve
benim gibi bir çok kalem arkadaşım yüreğimize acı hüzün verdiği halde yazdık
bunları, kimi gözlerimiz nemlenerek, kimi ruhumuz titreyerek...
Otuz yıldan fazladır yurdumuzun Güneydoğusunda ülkemizin insanlarını derinden
etkileyen terör olayları yaşanmaktadır. Müthiş hüzünlü bir olay benim ve
duyarlı Türk Milleti vatandaşları için bu yaşananlar. Otuz bine yakın askerimiz
ve polisimizi, masum vatandaşlarımızı, civan gibi delikanlılarımızı
ailelerinden kopardı aldı bu alçakça olaylar. Eline kalemi alıp da o acıları
yaşananları yazamıyor insan, tam yüreğinin ortasına, boğazına bir şeyler yumruk
gibi takılıyor... Vatan sağ olacak mutlaka lakin biraz da akıl ile ve bilim ile
mücadele etmek lazım terör ve de terörist ile tabi oranın Kürt asıllı halkına
da sağduyulu davranmak kaydıyla. Bunların hepsi bir bütün. Hani şu tükürük ile
boğma meselesi var bir de. Bayan zatı muhterem bir tarihte öyle buyurmuştu,
sıfatında da Türk Vatandaşı, TBMM milletvekili etiketi olan. Bunların hepsi bir
bir not edildi merak etmesinler o kadar. Yalnız, bizim balgamlarımız,
tükürüklerimiz kıymetlidir, biz harcamayız öyle tükürükleri ciğeri beş para
etmeyen insanlara, başka bir şey, başka bir ifrazat göndeririz, siz anladınız
onu anladınız.
Orta Doğu Coğrafyası yıllardır cadı kazanı gibi kaynıyor. Görünüşte aslan
yürekli, ancak gerçekte fare kılıklı emperyalistler sayesinde oradan, kan ve
gözyaşı, savaşlar hiç eksik olmuyor. Sadece adı Müslüman olan lakin içlerinde
kin ve nefret tohumlarını yıllardır büyüten birçok devlet de tarih sahnesinde
boy gösteriyor hem de ne boy gösterme. Alçaklar ile işbirliğinde bile sakınca
görmeyecek kadar adileşiyorlar, bu sadece adı, görünüşü Müslüman ülkeler.
Terörist Devletlerden biri Müslümanlar için mübarek kabul edilen Mescid-i
Aksa'yı yıkmaya çalışıyor bütün uyarılara rağmen, çok acı veriyor insana bu
durum. Televizyonlarda film seyreder gibi kılımız kıpırdamadan seyrediyoruz, o
güzelim masal şehri Bağdat'ın gece ve gündüz bombalanmasını, bir Filistinli
küçük çocuğun kemiklerinin sopalar ile kırılmasını. Aslında o adı Müslüman olan
ülke de terör ile boğuşuyor biz de ki terör örgütünün kankası olan öbür örgüt
ile buna rağmen alçaklıktan da geri durmuyorlar. Buna söylenecek tek cümle
yazıklar olsun dur, yazıklar olsun.
Yakın tarihimizin en büyük alçaklıklarından biri olan Ergenekon ve Balyoz
davaları. Uyduruk deliller ile şerefli Türk Subaylarının terör örgütü elemanı
suçlamasıyla yıllarca hapislerde tutulması. Kararın açıklandığı gün başımızdan
aşağı kaynar sular dökülmüştü. İnsanlar, bu kararı verenler bu kadar alçak
olamaz diyorduk. Demek ki hainliğin, alçaklığın bir derecesi yokmuş. Gazi
Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi içimizde ''Gaflet, dalalet ve hatta
hıyanet içinde olanlar'' azımsanmayacak kadar çokmuş. ''Keser döner sap döner
gün gelir hesap döner.'' demişler. Biz Ergenekon'u bu zamana kadar hep destan
bildik, bundan sonra da öyle bileceğiz merak etmesinler.
Ve mülteciler. Hüznün yaşandığı coğrafyalardan yurdumuza kâh sınırdan, kâh
kaçak yollar ile gelen, misafirimiz olan mazlumlar. Çoğusu yollarda, oğlunu,
kızını, eşini kaybeden çileli ve gelecekleri karanlık bir muamma olan
mülteciler. Bizim Türkiye'den başka kimsenin fazlaca ilgi ve alaka
göstermediği, medeni diye nitelendirilen Batı'nın itelediği, ötelediği insanlar
bunlar. Gazetelerden takip ettiğim zaman ruhum yerle bir oluyor çoğu kere. Hele
o Ajlan bebeği unutmak, akıldan silmek, onun o kıyıya vurmuş masum cesedini
görüp de insanlığımızdan utanmıyorsak, gözlerimiz dolmuyorsa en azından
yazıklar olsun bizlere, yazıklar olsun...
Bazen müthiş acı veriyor hayatın içinde yaşadıklarımız ve diğer insanlara
yaşatılanlar. Sorumlu, vicdanlı birer vatandaş olarak bu yaşananlara kayıtsız
kalamaz ve gözlerimizi kapayıp, sırtımızı da dönemeyiz. Paramızı, sağlığımızı,
maddi olarak sahip olduğumuz bazı şeyleri zaman zaman yitirsek de çok şükür ki
insanlığımızı yitirmedik henüz. Acı verse bile, hem okumak, hem de yazmak yine
devam her ikisine de son nefesimizi verinceye kadar. Hepinize en derin sevgi ve
saygılar.