CENNETTE SENİNLEYİM


Can’ın çocukluğu, küçük yaşta babasını kaybetmesinin zorluğu içinde geçmiş, babasızlık, çalışıp annesine bakmak gibi bir zorunluluğu da beraberinde getirmişti.
Ailenin tek çocuğu idi. Hayatta annesi ve kendisi yapayalnız kalmışlardı. Hoş, amcaları halaları vardı ama herkesin evi ayrı, geçimleri kendi başlarınaydı. Ara sıra amcaları, halaları yardım etmez değildi, ederlerdi ama bu nereye kadardı.
Herkesin geçindirmekle yükümlü olduğu çocukları vardı. Öğrenciliği sırasında gecekondularını, bitişik komşuları Adile Teyzelerinin gecekonduları ile müşterek mütahhit’e vermişler, komşuları ile birlikte, birer daire sahibi olmuşlardı ama kendisinin okul masraflarına güç yetmiyordu. Zavallı anacığının çalışması, biricik oğlu Can içindi.
Can'da gazete satmış, simit satmış, komilik yapmış çoğu kez kendi harçlığını çıkarmış, gene de derslerini aksatmamıştı.
Can çok zor şartlar altında okulunu bitirmiş, maden mühendisi olmuştu. Askerliğini yaptıktan ve bir işe girdikten sonra, önce nişanlanıp, sonra da biraz para biriktirip evlenmesine sıra gelecekti.
Komşusu Adile Teyzelerinin kızı Selma ile ta küçük yaştan beri arkadaştılar. Birbirlerini sevmişler, bu sevgi Can da bir tutkuya dönüşmüştü.
Adile teyzesi, Canı her gördüğünde:
“ -Aslan damadım benim, oku kızımı sana vereceğim” derdi. Zaten Adile Teyzesi vermese bile bu iki aşık kararlarını çoktan vermişlerdi. Selma ile Can’ın sevgilerinin de Leyla İle Mecnundan geri kalır yanları yoktu.
Can okulunu bitirdiği zaman; ilk Adile Teyzesinin elini öpmüş, diplomasını ona göstermiş, annesi nede olsa bir burukluk hissetmişti ama oğlunun mutluluğu önemliydi tabi ki. ‘Oku da kızımı sana vereceğim’ dediğini hatırlatırcasına Adile Teyzesi ön plana çıkmıştı.
Can işe girişinin dördüncü ayında nişanlanmış artık düğün hazırlığı içindeydiler. Nede olsa başlarını sokacakları bir dairleri vardı.
Bir gün Selma ile Can buluşup, bir çay bahçesinde oturmuşlar, geleceğe ait planlar yapıyorlardı. Neler yoktu ki planlarında; İki taneden fazla çocukları olmamalıydı. Durumlarını düzeltene kadar Can’ın annesinin evinde kalmalıydılar.
Birbirlerini seven bu iki nişanlıyı üzen, Can'ın görevi icabı arazi çalışması yapmak üzere yirmi günlüğüne birbirlerinden ayrı kalacak olmalarıydı. Can gitmek zorundaydı. Gece geç saatlere kadar gezdiler, eğlendiler sonra birbirlerini evlerine uğurladılar.
Can bir rüya alemindeydi sanki, bu son yatışıydı. Bu son sevgilisine sarılışı, bu son geçirdikleri beraberlikleriydi. Şimdi yemyeşil bir bahçede; etrafında bir sürü pervane kesilen kızların içinde, kendisine hizmet edilen bir ortamdaydı. Hep çevresinde Selma'yı aradı boş çırpınışlarla.
Burası cennetti, cennet olmaya ama yanında Selma'sı yoktu . Bu rüya aleminde nasıl bir imtihana tabi tutulmuştu da mekanı cennet olmuştu. Kimsenin hakkını yememişti. Kimseyle dövüşü, kavgası yoktu.
Yardımseverdi, insancıldı. Namaz kılmasa da demek böyle bir yer kendisine layık görülebiliyordu. Gözü dualarla açılan bir kapıdan, cennete girecek başka insanlardaydı. Gözü gelen yığınlar içinden Selma'yı aramaktaydı ama 'bir gün mutlaka gelecek' diyordu Can.
Birbirlerini eve uğurlayışlarının üzerinden bir saat geçmişti Can o günün sabahı Otobüse binip çok uzaklara gidecekti. Annesi Can'ın yolluğunu hazırlamış, iç çamaşırlarını, elbiselerini koymuş, Can’a; ‘sabaha kendisini erken uyandıracak bir saatini kurmak’ kalmıştı. Can saatini kurdu ve sabah erken kalkmayı düşünmenin verdiği şartlanmayla yatar yatmaz hemen uyumuştu ama Selma öyle miydi?
O, gece saat birden işte o kahrolası saat 03 e kadar annesiyle sohbet etmişler, anne kız dertleşmişler daha sohbetleri devam ederken hissetmişlerdi depremi. En kısa sürede kendilerini dışarı atmışlardı.
Can ve annesi o depremden sağ kurtulamamışlardı. Kendi binalarından da çok az insan kurtulmuştu. Adile Hanım ve Selma kurtulmalarını Can’a borçluydular; eğer o saatlere kadar konuşmamış olsalardı, çok zordu kurtulma ihtimalleri.
Depremin ilk dakikalarında yerle bir olmuş binalarının enkazından çıkan bağrışmalar içinden Can'dan çıkacak sesteydi Selma'nın kulakları. Dört dönüyordu binanın etrafında. Selma’nın çığlıkları yeri göğü inletiyordu. İşte o zaman Can derin bir uykuda bu seslerden habersiz, çok kısa bir zamanda kendisine bahşedilen, adına Cennet dedikleri bir yerdeydi.
Böyle bir mekana gelen kişiler arasından gözleri Hep Selma'yı arıyordu. Selma ise o saatlerde dünyada Mütahit’lere bedduada bulunuyor, 'Can'ımın katilleri' diye bas bas bağırıyordu.
Selma uzun bir süre depremin şokundan kurtulamadı. Can'ın, annesinin ve aynı binada oturanların cesetleri çıkarılıp, gereken işlemleri yapılmış, gözyaşları içinde defnedilmişlerdi.
Selma bir süre psikiyatrik tedavi gördü. Kendilerine bir çadır kurulmuş ama doktorları o semtte oturmamalarını söylemişti. Can’ı hatırlatacak her şeyden uzak durmalıydılar.
Adile hanımda kızıyla birlikte Adapazarı'ndan İstanbul' un bir başka semtine taşınırlar ama Adile hanım taşınma nedenlerini kimseye belli etmemeye çalışıyordu.
Aradan bir sene mi geçer, iki sene mi geçer bilinmez. Gece sabaha karşı bir ışık yandı gök kubbede. İçine bir sevinç düştü Can'ın .Cennette herkes kendilerine gelecek Misafirlerine, anasına, babasına, çocuğuna, eşine,dostuna sevgililerine bakıyordu ‘gelecekler’ diye.
Can ise, sevgilisine, Selma'sına bakıyordu. Cennette cehennemi yaşamak insanın sevdiklerine kavuşa- mamasıydı demek. Can biliyordu ki; bugün Selma gelecekti. Hiçbir huri kızı, hiçbir güzellikler Can'ı avutamamıştı.
Selma'sız hiçbir şeyin anlamı yoktu. Ama oda ne Gök yüzünde ipeksi Beyaz kanatları üzerinde süzülen ve cennetin kapısından içeri girip, hemen yanı başına bırakılan Selma'sını gördüğünde, tüm cennet sanki Can'a bahşedilmişti. Can cennete nasıl geldiğini bilmiyordu ama Selma cennete geldiğini Can'a anlatmaya başlar:
“ -O akşam son görüşmemizdi. Gece 03 de deprem olduğunda ben annemle kendimi kurtarmıştım, hayattaydık ama sen annenle birlikte enkaz altında kalıp ölmüştünüz. Çevrede kimi binalar tamamen yıkılmış, bazıları yan yatmış, bazılarına bir şey olmamıştı. Herkes sokaklardaydı. Ben hemen yıkılmış binamızın enkazına koştum. Parmaklarımla betonu, kumu, molozu parçalamaya çalıştım; ‘seni bulabilir miyim’ diye. Ne yaptığımı bende bilmiyordum. Kurtarma ekipleri seni çıkardıklarında sen çoktan ölmüştün. Annen ölmüştü. Senden ayrılmaya yüreğim dayanamamıştı. Oturduğumuz yeri terk ettik. İstanbul’da bir kiralık yer bulduk, taşındık."
" -Uzun süreler tedavi gördüm. Çünkü yüreğim, beynim senden ayrılmaya dayanamıyordu. Çok büyük sıkıntı içine düştük. Kiraya tuttuğumuz ev ahşap eski bir evdi. Aradan yani bugün seninle kavuşmamıza kadar sürdü oturmamız. Biz aniden nereden çıktığını bilemediğimiz bir yangının ortasında bulduk kendimizi. Annemle ikimiz yandık ailecek. Acı çekerek öldük. Biz cennete yana yana geldik çığlıklarla. Bizde günahsızdık, bizde çaresizdik. Bizde kimsenin hakkını yemedik. Hayatta bizimde yanlışlarımız olmadı. Onun için şu anda beraberiz. Sen uykudaydın, nasıl cennete geldiğini anlamadın ama biz uyanıktık."
Can, Annesi ile Selma ve Annesinin hazin sonlarıydı bu. Artık yalnız değillerdi.
Belki de sonsuzluğu beraberce yaşayacakları bir yerdi orası. Bir rivayetin gerçeğe döndüğü yerdi. Şimdi dünyadakilerin, kendileri için birbirlerine anlattıklarını gazeteler yazıyordu. Çünkü ertesi gün dünyada kalanların gazetelerinde bir manşetle duyurulacaktı Selma'nın öldüğü. Selma ile Can'ın asla bilemeyecekleri ve duyamayacakları şeyler yazılacaktı:
'Depremden kurtulan anne Adile Hanımla Kızı Selma yangından kurtulamadılar!'


Ahmet Canbaba
( Cennette Seninleyim başlıklı yazı AhmetCanbaba tarafından 12/16/2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.