CAHİT UÇAR DA SAMİ UÇAMAZ MI?

Aynıyla  vaki  bir  anı  daha.
***********************************************


Günlerden pazardı ve öğle namazı vakti hayli yaklaşmıştı...Evden çıkıp yavaş yavaş caminin yolunu tuttum. Akmeşeliler genel olarak ezan okunmadan önce camiye pek gelmezler, ezan okunduktan sonra da üç-beş yaşlı ile bizim okuldan bir-iki kişi gelirdi camiye. Caminin küçücük bahçesinde imamımız Aydın Hoca ezan okumak için vaktin gelmesini bekliyordu. Beni görünce ’ Selamünaleyküm hocam, ezan vakti geldi sen okur musun ezanı ’ dedi. Bayılırdım müezzinlik yapmaya ve ara sıra Aydın Hoca’ya müezzinlik yapardım. ’ Olur ’ dedim.

Tam ezanı okuyacağım, Hacı Hasan Amca geldi. ’ Hocam ezanı okuyayım mı?’ diye sordu Aydın Hocaya. Aydın Hoca: ’ Hacı amca elektrikler kesik o bakımdan ezanı Sami Bey okuyacak onun sesi daha iyi duyulur’ dedi. Sanırım Hacı amca bozuldu buna.’’ Öyle aşağıdan bağırmakla olmaz madem elektrikler yok minareye çıkıp orada okusun ’’ dedi. Aydın Hoca belki ’’ Sami Bey’in ayağı sakat, o minareye çıkamaz’’ filan diyecekti ama ben atıldım hemen. ’’ Çıkarım tabii ne olacak üç- beş basamak merdivenden mi korkacağım’ ’ diyerekten minareye yöneldim...Meğer üç beş basamak değilmiş bizim minare.


Mübarek minare değil Everest tepesi sanki. Çık çık bitmiyor. Sonunda şerefenin kapısından sızan ışık göründü ama bu arada benim dizler titremeye başlamış, ciğerlerim kalaycı körüğü gibi sesler verir olmuştu. Terden sırılsıklam ve dilim bir karış dışarı fırlamış vaziyette şerefeye vasıl oldum. İlle velakin ezanı okumak ne mümkün...Bu arada okulun bahçesinde gezinen bizim öğrenciler minareye tünemiş vaziyetteki beni görmüşler el sallıyorlar. Ben de onlara el sallayarak bir iki dakika soluklandıktan sonra zor şer ezanı okudum...Okudum ya işin bir de iniş safhası var. İniş benim için daha da zor. Ağır aksak başladım Himalayaların zirvesinden aşağıya doğru inmeye. İndim sonunda ama çıkıştaki halimden daha elim ve vahim vaziyetteyim. Dizlerim ’’ Artık yeter’’ dediler ve tam Cami kapısında namaz öncesi secdesini yaptım. Ayak bileğimde hafiften bir sancı olduysa da aldırmadım. Daldım camiye.

Aydın Hoca benden ümidi kesmiş olmalı ki Kur’an-ı Kerimin en uzun suresi olan Bakara’yı okuyor... O da biliyor benim yarım saatten önce o minareden inemeyeceğimi. Beni görünce adamcağızın gözleri parladı ve içinden mutlak surette ’’ Allahım şükürler olsun sana sağ salim dönebildi kutsal yolculuktan’’ diye geçirdi. Ya da o anki ruh halimle bana öyle geldi. 

Ayak bileğimin hafiften zonklamasıyla karışık namazımızı eda ettik. Dualarımızı eyledik...’Allah kabul etsin’lerle, bir sonraki namazda buluşmak üzere camiden ayrıldık...

Sıra günün ikinci aktivitesine gelmişti : O da Arap Enver’in kıraathanesinde okey oynamak...Daldım kıraathanden içeri. Selahattin Bey, Münür Bey ve Ramazan Bey adlı kurtlar boyunlarını bükmüş öylece aralarına düşecek masum kuzuyu bekliyorlar. Beni görünce hepsinin birden gözleri parladı. Kelepir bulmuş Yahudi gibi sırıttılar. Çünkü oyunda en kolay lokma bendim. Sık sık kasaya uğradığım için Arap Enver de çok severdi beni. Peşin peşin restimi çektim: ’ Bakın beyler, öyle kola filan içmek yok. Çayınızı- oraletinizi için tamam. ’ ... Çaresiz ’ Tamam ’ dediler. Başladık oyuna. İkindi vaktine kadar bir hayli oynadık. Sonuç malum. Arap Enver’i ziyaret eden yine ben olacaktım. 

İkindi vakti ’ bu günlük yeter , Aydın Hoca çağırmadan ben gideyim ’ dedim ve ayağa kalkmak için doğruldum ama kalkmak ne mümkün. Taaa beynimin içinde bir acıyla olduğum yerde çöktüm kaldım. Benim ayak, karbonatı fazla kaçmış kek gibi kabarmıştı. Üzerine basmanın mümkünatı yok...’’ Aha hapı yuttuk ’’ dedim. Durumu arkadaşlara anlattım ve beni eve götürmelerini istedim. Münür Bey ’ ’ Ne evi yahu seni doktora götürelim’’ dedi . Ölüm döşeğinde olmadıkça doktora giden bir tip olmadığım için şiddetle itiraz ettiysem de arkadaşlar adeta ite kaka beni köyün minibüsüne bindirdiler. Münir Beyle birlikte İzmit yollarına düştük.

İzmit Devlet hastanesinde bizim ortaokul son sınıf öğrencilerinden bir iki yaş büyük görünen genç bir bayan doktor röntgen, tahlil filan derken ’ Ayağınızı burkmuşsunuz. İki gün istirahat edin bir şey kalmaz ’ diyerek iki günlük bir rapor ve bir de ağrı kesici verip yolladı bizi. Tekrar Akmeşe yollarına koyulduk.

Akmeşe’ye geldiğimizde ayağım artık iyice şişmişti. Minibüsten indiğimizde yürümem kesinlikle mümkün değildi...Akmeşeye vardığımızda bir de baktım ki meydanda bir sürü kalabalık sanki hac kafilesi bekliyor gibi bizi bekliyor. Beni adım atamaz halde görünce Münür Bey okulumuzun jeepini getirtti. Nuh tufanından kalan son kalıntı olan jeepe bindim ve yirmi adım ötedeki evime geldim. Köyün sağlık memuru İbrahim Bey beni sırtına aldı ve kapıyı çaldı. Kapıyı eşim açmıştı. Başka kadınlar olsa bu manzara karşısında elleri ayaklarına dolanır üzüntüden ne yapacaklarını şaşırırlardı fakat benim hanım gayet soğukkanlı bir şekilde ’ Yine ayağını kırdın değil mi’ dedi. Alışmıştı sık sık ayağımı kırmama...

O geceyi inleme, zonklama, acı , sancı aklınıza gelecek her türlü elem ve kederle geçirdikten sonra sabahleyin biraz kesildi ağrı sızı... Öğleden sonra ise ev bayan ziyaretçi akınına uğradı. Haydaaa....Kaç senedir bu köydeyim bir kez olsun kapımı çalmamış olan bir sürü hanım bizim evde... Ulan bayram değil, seyran değil alt tarafı düştük, biraz ayağımız incindi. Bu ne ilgi böyle? Hani göğsüm de kabarmıyor değil ama yine de bir gariplik var.  Gariplik var çünkü bayanlar hanıma bir geçmiş olsun deyip gitmiyorlar ille beni görmek istiyorlar ve yattığım odaya geliyorlar. Daha da garibi... Odama gelen hanımlar ağlıyor, göz yaşları içinde ellerime sarılıyor, Ben yapmayın etmeyin, ne yapıyorsunuz, beni utandırıyorsunuz’ desem de aldırmıyorlar...Elimi öpme yarışındalar adeta. ’Yahu alt tarafı ayağımı incittim o kadar büyütmeyin ’ diyorum. Kendi aralarında fısıldaşıyorlar ’ Ne kadar da tevazu sahibi ’ diye. Hay Allah kafayı oynatacağım. Kadınlar toptan delirdi mi ne? Eşim de bir anlam veremiyor bu duruma...Taa ki Camcı Yaşar’ın hanımı gelinceye kadar.

Camcı Yaşar ve hanımı o köyden değildi. Rize’liydiler...Kendi kendime ’’ Pes yani, Camcı Yaşar’ın hanımı da duyduysa bizim ayak burkma olayını, bu olay sanırım İzmit’e kadar ulaştı’’ diye düşünüyorum. Camcı Yaşar’ın hanımı benim hanıma : ’ Sami Hoca Efendi evde mi ’ diye soruyor. Hanım ’’ Efendi adamdır kocam ama ona ilk kez birisinin Sami Efendi dediğini duyuyorum Hayırdır ’’ diyor... Kadıncağız ’ İzin verirse o mübareğin ellerini öpüp hayır duasını almaya geldim.’’ deyince hanım iyice şaşırıyor. ’’Yahu tamam iyi adamdır, hoş adamdır ama mübareği de nereden çıkarıyorsun... Yani neredeyse evliya diyeceksin’’ diyor. Kadın da ’’ Evliya tabi ’’ cevabını verince hanım neredeyse küçük dilini yutacak oluyor hayretten..

Benim evliyalık çok uzun sürmedi. Önce işin aslını astarını öğrendim. 

İşin aslı şuymuş: Benim Münür Bey ile birlikte hastaneye gittiğimi gören bazı öğrencilerim, kahvede kalan diğer öğretmen arkadaşlara yani Selahattin Bey ile Ramazan Bey’e soruyorlar ’ Sami Öğretmenimize ne oldu ’ diye...Onlar da ’ Minareye ezan okumaya çıkmış, minareden indikten sonra da yorgunluktan dizleri çözülmüş ve düşmüş ayağını incitmiş’ diye olayı anlatıyorlar. Lakin öğrencilere bu şekilde anlatılan olay, öğrencilerin ağzında şekil değiştiriyor. ’’ Sami Hoca ezan okumak için minareye çıkmış, ezanı okuduktan sonra şerefeden aşağı düşmüş fakat hiç bir şey olmamış’’ şekline  dönüşüyor.


Kısacası benim Sami Öğretmen iken Mübarek Sami Hoca Efendi olmam minareden aşağı düştüğüm halde basit bir burkulmayla vartayı atlamamdan kaynaklanıyormuş... Yüce Rabbim bir mucizesini her kes görsün, duysun işitsin diye benimle tecelli ettirmişmiş. Ben ne kadar mübarek bir adammışım ki minareden düştüğüm halde bir yerim bile kırılmamışmış.

Rapor sürem biter bitmez ilk işim bir sabah töreninde öğrencilere benim minareden filan düşmediğimi anlatmak oldu. Madem ki bu maskaralığa onlar sebep olmuşlardı düzeltmek görevi de onlara ait olmalıydı. Nitekim de çok kısa süre sonra öyle oldu. Tekrar Sami Öğretmenliğe döndüm ve bundan her zaman gurur duydum.

Ve ülkemizde bazı  evliyaların(!)  nasıl  evliyalık  mertebesine  ulaştığına da  bizzat  yaşayarak  şahit  oldum.  Gerçekten  de  evliya  uçmuyor,  müridler  uçuruyordu…


NOT: Resimde gördüğünüz cami o cami değil. Aynı yerde eskiden Ermeni kilisesinden camiye çevrilmiş ufak bir yapı vardı. Bahsettiğim Aydın Hoca’nın girişimi ve öncülüğü ile o cami yıktırılarak yerine resimdeki cami yapıldı. Minare ise o minare. Yani benim uçtuğum .

( Cahit Uçar Da Sami Uçamaz Mı? başlıklı yazı Sami Biber tarafından 8.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.