Önce sarıldım diri
şafağa:
Yorgun bir müfrezeydi
uyuttuğum:
Aklı devşirmemiş bir
çocuk olmayı dilerdim oysa
Yorgunluğun hükmü
verilmişken bir kez.
Hoyrattım bir zamanlar:
Hayli hazin ve yeknesak
bir küfrü celp etti Yaradan,
Az sonraya sığınmıştım,
İki dudak arası bir
reklamda meyleden aşkı da
Damgaladı Tanrı
Ve buyur etti ölüm
öncesi.
Yorgun bir tefrika
Hazan’ın haznesinde
Kasım kıvılcımları,
Sol köşede bir rampa
Ekim’in
Geride kalmış ölümlü
düşleri.
Ben gibi batıl,
Sen gibi yorgun,
Biz gibi asılsız:
Tek bir niyazla hemhal
Müridini gölgelerin
yitirmek kadar da hazin
Bir darbe yürek ki
ihlal olmuş,
Akıl ki bitap düşmüş,
Ruh ki…
O, çoktan kayıp bir
terennüm,
Gamzelerine yılların
ektiğim bir
Dirhem sükûtu
dilediğim…
Konuşluydum haylice
hüzne,
İki yarımın bir
etmediği bir aşka nazire eden
Gölgeleri savdım
sırasından,
Saf bir âşıktım belli
ki,
Adı sanı kayıp bir
şehrin nöbetçisi, sis kadar
Görülmez ve muğlâk;
Ebemkuşağına teslim
ettiğim yalnızlığımın rengi kadar da
Tutsak bir faniydim.
Sevi dilinin en muteber
imi iken tetikleyen
Son bir rötuşla tehir
ettiğim belayı
Ve saf kan hazandan
damlayan Kasım ayı.
Hangi muhaberede
öldüğümü bilemedim hiçbir zaman
Ve ne zaman doğduğumu
söylemedi annem;
Öyle ya, kaç kez
doğmuştum
Evrenin görmezden
geldiği;
Kaç kez doğmamı
buyurmuştu şair;
Buyur etmediğim bir
sevda vardı ki
Çalınmıştı zahir.
Keşkelere yığdığım
mabedim ve matemim;
Kırsalında ömrün teğet
geçen her detay;
Yükümlülüğünde dünlerin
tehir etmeyi
Meziyet bildiğim bir
sonraki gün
Ve derken açıverdim
gözlerimi
Bir Kasım sabahına:
Ümmeti kayıp şehirlerin
istilasında can vermiştim oysa
Demek ki yeni bir şans
vermişti Tanrı
Ve yeniden tehir ettim
mutluluğu
Hiç ölmeyecekmişçesine.